M. Sarmış: Güzel Sanatlar merakınıza devam edelim. Resim merakınız nasıl başladı.

C. Kürkçüoğlu: İlkokul beşinci sınıfta yanımda oturan arkadaşım merhum Mehmet Halepmollası ince ruhlu, defterlerinin arasında çiçek kurutur, evde besledikleri horozların rengârenk tüylerini defterlerinin arasında saklar, defterlerini sayfa kenarlarını çiçek motifleri ile süslerdi. Yani resim meraklısı idi. İkimiz birlikte değişik motif arayışlarına girerek defterlerimizin sayfa kenarlarını süslemede adeta yarışırdık. 

Biz kardeşlerin resim, müzik ve edebiyat gibi güzel sanatlar tutkusunun aile genlerinden geldiğini düşünüyorum. Kürkçüoğlu ailesi içindeki şairlerden söz etmiştim. Çocukken Ömer amcamın bana resimler çizdiğini hatırlıyorum. 

Aslen Harputlu olan babaannemin kardeşi, yani babamın dayısı Akif Bey ressam imiş ve porselen tabaklar üzerine resimler yaparmış. Genlerden gelen bu tutku bana,  Nihat ağabeyime, kardeşlerim Fuat, Mustafa Kemal ve Sabri'ye de yansımış olmalı. Dediğim gibi babam zaten iyi bir ayakkabı model tasarımcısı, müzik ve edebiyat meraklısı idi. Kardeşler arasındaki resim merakı Nihat ağabeyimde bir başkaydı. Onun resme bu denli tutkun olması bizleri de çok etkiledi. 

Ortaokul ve lisede sınıfın en iyi resim yapanları arasındaydım. Ortaokul ikinci ve üçüncü sınıfta birlikte okuduğum arkadaşım Abdurrahman Birden de çok güzel resim yapıyordu. Abdurrahman ile birlikte kaligrafi sanatına da başlamıştık. Atatürk'ün vecizelerini değişik karakterli harflerle şerit kartonlara çini mürekkep ile yazıp sınıfımızı süslerdik. 

Sanırım önce de söylemiştim. Resimle uğraşmamda Nihat abimin büyük etkisi olmuştur. Resim çalışmak Nihat abimin vaz geçilmez tutkusuydu.  Ayrıca çok güzel tabela yazıyordu. Ben ortaokulda, Nihat abim lisede iken işleri iyi gitmeyen babam dükkânını ikiye bölmüş, bir bölümünde ben ve Nihat abim tabela yazmaya, resim yapmaya başlamıştık. Hacc'a giden kişilerin evlerinin sokak kapılarına kireç sıva üzerine süslemeler yapıyorduk.

Orta üçüncü sınıfta ikinci kez sınıfta kalıp bir yıl boş gezme durumunda kalmıştım. O yıl, evimizin yakınındaki Su Meydanı'nda, Hacı Yusuf Rastgeldi'nin evlerinin altındaki dükkânlarını Fuat Aydın isminde, tablolarına "Tezel" imzasını atan, Urfa dışından gelmiş bir ressam kiralamıştı. 40-50 yaşlarında, bekâr olan, dükkânda yatıp kalkan, nereden geldiği, kimin nesi olduğunu bilmediğimiz bu ressamın dükkânına gidiyor, resim yaparken eline bakıyordum.

 O da meraklı olduğumu, tabela yazmayı becerdiğimi görünce yanında çalışmamı teklif etti ve yanında haftalık ücretle tabela yazmaya başladım. Bu arada, lisede iyi resim yapanlar arasında yer alan rahmetli Abdurrahman Polat da burada çalışmaya başladı. Fuat Rastgeldi de evlerinin altındaki bu dükkâna gelip resimler yapardı. Akademik hayata atılarak ünlü bir ressam olan ve halen İzmir'de resim atölyesi bulunan ve o tarihlerde lisede okuyan Hasan Rastgeldi de Tezel ustanın yanına takılırdı. Kısacası burada güzel bir sanat ortamı oluşturmuştuk.

M. Sarmış: Detayları aklımda değil ama, bir sohbetimizde Atatürk Barajı'ndaki tepelerden birine 100 metre boyunda bir Atatürk resmi çalıştığınızı söylemiştiniz.

C. Kürkçüoğlu: İyi hatırlattınız. Valilerimizden Erdoğan Cebeci resimle ilgilendiğimi biliyordu. Atatürk Barajı'nın temel atma töreni vardı. Devlet Başkanı Kenan Evren temel atacaktı. Vali Bey beni ve o zaman öğretmen olan merhum Abdurrahman Polat'ı Atatürk Barajı alanına götürdü. Urfa tarafında duruyorduk. 

Adıyaman tarafındaki bir yamacı gösterdi ve buraya Atatürk'ü Kocatepe'de gösteren ünlü fotoğrafını 100 metre boyutunda kireçle çizmemizi istedi. Abdurrahman kulağıma eğilerek "Sağlığım iyi değil, ben bu dağ başında çalışamam." diye fısıldadı. Ben de Abdurrahman'ı kurtarayım diye Vali Bey'e bu işi tek başıma yapabileceğimi söyledim. 

O sırada DSİ Bölge Müdürlüğü kurulmamıştı ve barajın işlerine 15. Şube Müdürlüğü bakıyordu. Şube Müdürü de liseden arkadaşım Fevzi Gencer idi. Hemen ertesi gün işe başladık. Resmin modelini ve araziyi karelere bölüp kareleme sistemi ile çalışmam gerekiyordu. Sağ olsun Fevzi Gencer bana bu konuda çok yardımcı oldu. Yeterli miktarda kazık ve ip aldılar. Araziyi iplerle karelere böldüm. İşçilerle tepeye torbalarla kireç çıkartıp işe koyuldum. Birinci gün araziyi iplerle kareledim. ikinci gün de model fotoğrafa bakıp avuçlarımla kireç dökerek resmin kontürlerini tamamladım. 

Arazi o kadar büyüktü ki döktüğüm kireçlerin oluşturduğu görüntüyü yakından algılamam mümkün değildi. Büyük bir heyecanla karşı kıyıya geçtik ve resmi seyrettik. Gerçekten çok mükemmel olmuştu. Sanıyorum Atatürk'ün 100 metre boyunda bu güne kadarki en büyük resmini yapmayı başarmıştım. Vali Bey bu resmi gördüğünde büyük bir heyecanla beni tebrik etti. O günlerde bu resmin fotoğrafını çekip saklamadığım için halen çok üzülürüm.

Resim sanatı yanında, grafik sanatına da büyük ilgi duyuyordum. Harran Üniversitesi'nin logosu başta olmak üzere birçok kurumun logolarını çizdim. Harran Üniversitesi için çizdiğim logo açılan yarışmada birinci seçilmişti. 

Üniversite son sınıfta iken İstanbul'da bir mağaza gazetelere "Part time çalışacak grafiker aranıyor." ilanı vermişti. Hemen başvurdum. Yazdığım yazı örneklerini bir dosya halinde sundum. İçlerinde Güzel Sanatlar Akademisi öğrencileri dâhil onarca kişi başvurmuştu. 

Benim yazılarımı ve akademiden bir öğrencinin yazılarını beğenmişlerdi. Hemen ikimizi işe başlattılar. Mağazanın etiketlerini, pankartlarını, bez yazılarını yazıyordum. Ben on iş bitirirken diğer arkadaş ancak bir iki iş bitirebiliyordu. Patron baktı bütün işleri ben yapıyorum, diğer arkadaşın işine son verdi. Aylık 600 lira alıyordum. O zaman öğrenci bursları ya 300 ya 350 liraydı. Yani aylık, hem de part time, 600 lira çok iyi paraydı. Ancak iki ay çalıştım. Patronun kal diye çok ısrar etmesine rağmen derslere çalışamam, mezuniyetim gecikir korkusuyla işi bırakmak zorunda kaldım.

M. Sarmış: Edebiyat merakınızı anlatmıştınız. Yazdıklarınızı yayımlama merakı nasıl oluştu?

C. Kürkçüoğlu: Urfa müzesinde göreve başlayışımın ikinci yılı olan 1979 yılında İbrahim Halil Çelik, Mehmet Oymak, Adil Saraç, Mahmut Karakaş, M. Emin Ergin gibi arkadaşlarımın gayretleriyle "Harran Kültür ve Folklor Dergisi" çıkarmaya başladık. Kısa aralıklarla da ola 62 sayı çıkan bu dergi ben başta olmak üzere Urfa'da bugün eli kalem tutan arkadaşlarımıza makale yazma sevgisi kazandırdı. Araştırma ve yazarlık yolundaki ilk adımlarımızı bu dergide atmaya başladık. 

Ama benim gözüm ulusal dergilerde idi. Urfalı hattat Behçet Arabi'nin hayatı ve eserleri üzerine araştırmaya başlamıştım. "Mahalli Bir Hattat Urfalı Behçet" başlıklı bir makale hazırlayarak Akbank'ın "Türkiyemiz" dergisine gönderdim. Bu makalem 1984 yılında derginin 42. sayısında yayımlandı. Ulusal bir kültür sanat dergisinde ilk olarak bir makalem yayınlanıyordu. Bu beni çok mutlu etmişti. Bu derginin 44. sayısında "Urfa Evleri", 53. sayısında "Şanlıurfa El Sanatlarından Keçecilik" makalelerimi yazdım. 

Böylece başlayan yazma aşkı Edessa, ŞURKAV Şanlıurfa, GAP Gezgini, Yöre, Ticaret ve Sanayi Odası Şanlıurfa, İş Bankası Kültür ve Sanat, Vakıflar Dergisi, İmage Of Turkey gibi yerel ve ulusal birçok dergide devam etti. Yazılarım Urfa'nın ören yerleri, mimari ve kültürel değerleri ile ilgili araştırma ve incelemelerden oluşuyordu. Urfa'da yayınlanmakta olan Urfa Hizmet, Halkın Sesi ve Olay gazetelerinde köşe yazıları yazdım. Güneydoğu gazetesine bazı makalelerimi verdim.

Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi'ne "Şanlıurfa Mimarisi" ve "Serdap" maddelerini yazmak nasip oldu.

M. Sarmış: Facebook'ta çoğu kez müzik sanatıyla, Urfalı musikişinaslarla ilgili paylaşımlarınızı görüyoruz. Bu merakınız ne zaman başladı.

C. Kürkçüoğlu: İlkokuldan beri müziğe meraklı idim. Bizim zamanımızda resmi bayramlarda okulların trampet takımlarının yanında kaval takımları da vardı. İlkokul ikinci sınıfta iken arkadaşım Mahmut Gözoğlu okulun kaval takımındaydı. Ben de merak sardım. Attar Pazarı'ndan bir kaval aldım ve çalmayı öğrendim. Ayrıca türkü söylemeyi çok seviyordum. Hiç unutmuyorum, ilkokul üçüncü sınıfta idim. Müzik dersinde "Eğdim söğüt dalını, saydım yapraklarını, yârim hamamdan çıkmış, öptüm yanaklarını" türküsünü okudum. Yarin yanaklarını öpmek sözleri öğretmenime ters gelmiş olacak ki, beni susturdu ve bana; "Bir daha böyle ayıp türküler söyleme" diye uyarıda bulundu. Çok utanmıştım.

Babam da müziği çok severdi. Teyzesi oğlu kunduracı Nabi Usta'larla bir hafta bizde, bir hafta onlarda ailece sıra gezerdik. Nabi amcanın o yıllarda lisede okuyan çocukları rahmetli Ömer abi ve kardeşi Lütfü abi ud çalardı. Gezmelerimizde onların udu eşliğinde rahmetli Nabi amca ve babam Türk Sanat Müziği okurlardı. Arada bir bana da türkü okuturlardı.

Lise yıllarımda radyolarda söylenen türkülerin sözlerini acelece yazardım. Böylece yazdığım 2000'den fazla türkünün sözlerini yörelerine ve alfabetik sıraya göre tasnif edip üç cilt defter halinde toparlamıştım. Yine o yıllarda radyoların kısa dalgasında Irak Radyosu Türkmence kısmını dinlerdik. Irak Türkmenleri Kerküklü sanatçıların o radyoda okudukları türküleri hem ağız, hem yorum olarak Urfa'ya yakın bulduğum için çok severdim. Halen de öyleyim.

M. Sarmış: Türkü sözlerini yazdığınız defterler halen duruyor mu?

C. Kürkçüoğlu: Ortaokuldan beri arkadaşım olan Mehmet Delioğlu o yıllarda müzikle profesyonelce ilgileniyordu. Diğer Urfalı sanatçılar gibi sadece Urfa türküleri okumuyor, yurdun dört bir yöresinden türküler okuyordu. Bu defterlerin en çok onun işine yarayacağını düşündüm ve defterleri ona hediye ettim.