M. Sarmış: Üniversiteye girişiniz nasıl oldu?

C. Kürkçüoğlu: O yıllarda üniversite sınavları Ankara, İzmir, İstanbul, Erzurum gibi büyük şehirlerde oluyordu. Ben mezun olduğum sene İstanbul'da sınava girdim. O dönemde sosyal ve fen soruları aynı oturumda soruluyordu. Şans mı diyeyim, ne diyeyim bilemiyorum. Kafa yormadan cevapladığım fen sorularından aldığım puanla Erzurum İktisat, İstanbul Matematik bölümlerine rahatlıkla girebiliyordum. Ancak Matematik bölümünü asla başaramayacağım kesindi. Matematik ağırlıklı olduğu için İktisat fakültesini de başaramazdım. Sosyal puanım da herhangi bir bölüme girmeme yetmiyordu.

Böylece bir yıl sonra yani 1968-1969 öğretim yılında test kitapları alarak evde gelecek yılın sınavlarına hazırlanmaya başladım. O yıllarda lise mezunlarına 6 fark dersini vermeleri halinde ilkokul öğretmenliği hakkı tanınıyordu. O yüzden bu arada Öğretmen Okulunun fark derslerine de çalışıyordum. 1969 yılının yaz aylarında hem öğretmen okulunun sınavlarına, hem de üniversite sınavlarına girdim. Öğretmen okulunun sınavlarını başarı ile verdim ve diplomamı aldım. 

Üniversite sınavlarında yine önce salim kafayla sosyal soruları çözdüm. Fen sorularını fazla uğraşmadan kafama göre cevapladım. Sosyal puanım Türk Dili Edebiyatı bölümü ile Sanat Tarihi bölümünü tutuyordu. İki bölüm arasında gidip geldim. Ancak tercihimi Sanat Tarihi'nden yana kullandım ve bu bölüme kaydımı yaptırdım. 

M. Sarmış: İlkokul Öğretmenliği diplomanız öylece durdu yani. Öğretmenlik yapmadınız mı hiç?

C. Kürkçüoğlu: Yapmadım.

M. Sarmış: Üniversite yıllarınız nasıl geçti?

C. Kürkçüoğlu: Üniversite birinci sınıfa 1969-1970 öğretim yılında başladım. Ord. Prof. Mazhar Şevket İpşiroğlu Avrupa Resim Sanatı, Prof. Dr. Semavi Eyice Bizans Sanatı, Prof. Dr. Oktay Aslanapa Türk Sanatı, Doç. Dr. Şerare Yetkin İslam Sanatı ve Mimari Süsleme, Doç. Dr. Nurhan Atasoy İslam Resim ve Minyatür Sanatı ve Kumaş Sanatı gibi derslerimize gelirdi. Ayrıca yardımcı sertifika dersleri vardı. Yardımcı sertifika olarak Tarih Bölümü'nden Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'ndan iki yıl Umumi Türk Tarihi çerçevesinde Bozkır Kültürü, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları derslerini, Prof. Dr. Tayyip Gökbilgin'den Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi dersini aldım. Bu hocalarımızın hepsi yeri doldurulamayacak gerçek bilim insanlarıydı. Mesleklerinin duayenleri idiler. 

Bölümdeki derslerimizden birini esas sertifika olarak seçmek zorundaydık. Esas Sertifika olarak Türk ve İslam Sanatını seçtim. Ayrıca üç de yardımcı sertifika seçme zorunluluğumuz vardı. Yardımcı sertifikalardan birini kendi bölümümden Bizans Sanatı, diğer ikisini tarih bölümünden Umumi Türk Tarihi ve Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti tarihi olarak seçtim. 

Esas Sertifika dersi dört yıl devam ederdi. Dördüncü yılın sonunda sözlü olurdunuz. Türk-İslam Sanatını esas sertifika olarak seçenlerin bir de Osmanlıca dersi almaları zorunluluğu vardı. Bu nedenle Prof. Dr. Muharrem Ergin hocadan Osmanlıca dersleri aldık. Yardımcı sertifika dersleri iki yıl sürer ve ara sınavlar dışında bitirme sınavları ikinci yılın sonunda yazılı olarak yapılırdı.

M. Sarmış: Çok ilginç bir sistem. Şimdikinden çok farklı.

C. Kürkçüoğlu: Evet hocam. 12 Eylül'den sonra YÖK'ün kurulmasıyla bu sistem değiştirildi.

M. Sarmış: O yıllarda üniversitelerde sağ-sol çatışmaları, öğrenci olayları yoğunluktaydı. Sizin hayatınızı da etkilemedi mi?

C. Kürkçüoğlu: Etkilemez olur mu? Sol grubu, daha doğrusu komünizmi destekleyen öğrenciler Dev-Genç, milliyetçi öğrenciler Ülkü Ocakları, İslamcı öğrenciler Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında örgütlenmişlerdi. Esas çatışmalar solcu gençler ile ülkücü gençler arasında oluyordu. Her fakülte bir grubun hâkimiyetinde idi. Öğrenci yurtları da aynı durumda idi. Buraları ele geçiren grup diğer grubu okula ve yurda sokmuyordu. Ölümle sonuçlanan çatışmalar, boykotlar oluyordu.

Babam zengin biri değildi. Elinin emeği ile geçiniyordu. Oturduğumuz ev dışında başka mülkümüz yoktu. Urfa'nın en ünlü kunduracısı idi, ama o yıllarda hazır ayakkabılar çıkmış, kimse ayakkabı diktirmiyordu. Böyle olunca dükkânı kapatmak zorunda kalmıştı. Sosyal bir güvencesi de yoktu. Dostları vasıtasıyla belediyeye işçi kadrosu ile girmişti. Kendisine Balıklıgöl'de bekçilik görevi vermişlerdi. Annem okumamızı tamamlayabilmemiz ve babama destek olmak için evimizin bir odasında kadın çamaşırları satmaya başlamıştı. 

Ailemin boğazından keserek gönderdiği para ile İstanbul'da geçiniyordum. Öğrenci olaylarına bulaşırsam mezun olmam gecikecek, belki de imkânsız olacaktı. Bir an önce okulumu bitirip maaşa geçmek, hayatımı kurtarmak, ailemin fedakârlığına layık olmak zorundaydım. Bu nedenle olaylardan hep uzak durmaya çalıştım. Derslerimi hiç ihmal etmedim. İşte bu kargaşa içinde dört yılı başarı ile tamamlayabildim. 

Tarih sertifikaları dışında Türk ve İslam Sanatı ile Bizans Sanatı derslerimiz fotoğraf ağırlıklı idi. Bu derslerimizin kitapları yoktu. Hocalar slaytlarla dersi anlatırlardı. Bizler hızlıca not tutardık. Daha sonra kütüphaneye gidip gördüğümüz konularla ilgili yayınlar bulup bu yayınlardan notlarımızı genişletirdik. Bölümdeki Turgut Cimcoz adlı arkadaşımız derslerde gördüğümüz fotoğrafların kopyalarını kitaplardan çekerek kart halinde tab eder bize satardı. Ben bu fotoğrafların tümünü satın almış olan bir arkadaşımdan ödünç aldırdım. Ortaokuldan fotoğrafçı arkadaşım Urfalı Mehmet Anahtar'ın İstanbul'da fotoğraf stüdyosu vardı. Oraya gider, bunların kopyalarını çekip tab ederek çok ucuza mal ederdim. Vefat etmiş olan o arkadaşımı rahmetle anıyorum. Hem bu fotoğraflardan, hem notlarımızdan, çalışarak sınava hazırlanırdık. Fotoğrafları deste deste cebimde taşır, otobüste, dolmuşta onlara bakarak çalışır, tanıyamadığım fotoğrafı ayrı cebime koyar sonradan bakardım. 

Bizans Sanatının iki yıl süren derslerinde yüzlerce fotoğraf görmüştük. Hoca iki yıl içinde yaptığı ara sınavlarda ve en son sınavda her öğrencinin zarfına derslerde gösterdiği fotoğraflardan rastgele 10 adedini koyar ve bunları yazılı olarak anlatmamızı isterdi. Her öğrencinin zarfında farklı fotoğraflar olurdu. Bizans Sanatı dersinden bütün fotoğrafları tanımama rağmen, anlatımımda eksiklikler olmalı ki o zaman puan yoktu, "iyi" alarak geçtim. Bu aslında "pekiyi" demekti. Çünkü Bizans Sanatının dünyadaki duayenlerinden Semavi Hoca kolay kolay kimseye pekiyi vermezdi.

Bu arada Umumi Türk Tarihi'nden iyi, Osmanlı Müesseseleri Tarihi'nden orta ile geçtim.

M. Sarmış: O dört yıl boyunca nerede kaldınız? Yurtta mı?

C. Kürkçüoğlu: Bazen evde, bazen değişik yurtlarda. Dışkapı'da Çorlulu Ali Paşa Camii avlusundaki medrese odaları İlim Yayma Cemiyeti tarafından ücretsiz öğrenci yurdu idi. Urfa'da abimin sınıf arkadaşlarından, benim de arkadaşlarım İbrahim Halil Çelik ve Abdülkadir Subaşı bu yurtta kalıyordu. İstanbul'a ilk gittiğimde sağ olsun bu arkadaşlar beni idareten yanlarına aldılar. Bir süre yanlarında kaldım. Bazen de Orman Fakültesi'nde okuyan çok sevdiğim arkadaşım Mehmet Yaşar'ın fakültelerinin hemen yanında kaldığı yurda giderdim. O da o gece yurda gelmeyen bir arkadaşının yatağında yatar, kendi yatağını bana verirdi. Daha sonra Reşit Yardımcı, Mehmet Avcılar, Abdurrahman Baltacı, Cemal Çuhadaroğlu arkadaşlarımla Aksaray semtinde bodrum katta bir ev kiraladık. Aksaray merkezi bir yer olduğu için gelen gidenimiz çoktu. Rahatça ders çalışamıyordum. Birinci sınıfı böyle geçirdim.

M. Sarmış: Burs ya da kredi almadınız mı?

C. Kürkçüoğlu: Evet, iyi hatırlattınız. Birinci sınıfın sonunda yaz tatilinde Urfa'ya gelmiştim. Arkadaşlarımdan Mehmet Bakır ve şimdi rahmetli olan Halil Altın Turizm Bakanlığı'ndan burs aldıklarını söylediler. O sırada Turizm Bakanı da Necmettin Cevheri idi. Kendisine babamın maddi durumunun iyi olmadığına, üniversitede maddi olarak sıkıntı yaşadığıma dair bir dilekçe yazdım.  Torpil falan yok. Bu nedenle hiç umudum da yok. İnanır mısınız? On beş gün sonra cevap geldi. O güzel insan, solcu muyum, sağcı mıyım, kendi partisinden miyim demeden dilekçeme olumlu cevap vermişti. Gelen yazıda, mezun olduktan sonra altı yıl bakanlıklarında mecburi hizmetli olarak çalışmam koşulu belirtiliyordu. Birtakım senet ve benzeri evraklar göndermişlerdi. Hemen belgeleri hazırlayıp gönderdik. Böylece 2, 3 ve 4. sınıfları Turizm ve Tanıtma Bakanlığı'nın bursu ile okudum. Bu çok iyi olmuştu. Çünkü ben ikinci sınıfta iken kardeşim Mustafa Kemal de İstanbul'da diş hekimliğinde üniversiteye başlamıştı. Babamın ikimize para göndermesi adeta imkânsızdı. Bu burs bize can simidi oldu. 

Merhum Necmettin Cevheri siyasette bulunduğu uzun süre boyunca dürüstlüğü, ilkeli davranışları ile tanınıp sevilen ve adı şaibeye bulaşmamış gerçek bir devlet adamıydı.  Yıllar sonra ŞURKAV'ın İstanbul'da düzenlediği Şanlıurfa Kültür Etkinlikleri kapsamında verdiğim bir konferansa teşrif etmişti. Konferanstan sonra yanına gittim, elini öptüm ve bursuyla okuduğumu söyledim. "Ya öylemi, hatırlamıyorum." demişti. Yaptığı iyiliği unutacak kadar tevazu sahibi idi. Rahmetle anıyorum.

Neyse, Aksaray'da kaldığımız evin geleni gideni çoktu demiştim. Ders çalışamıyordum. Eyyüp semtindeki Zal Mahmut Paşa Camii avlusundaki medrese odaları da İlim Yayma Cemiyeti tarafından ücretsiz yurt olarak kullanılıyordu. Bu yurtta Urfalı ülkücü arkadaşlar kalıyordu. İkinci sınıfta bu arkadaşlar yanlarında kalmama yardımcı oldular. İkinci sınıfı bu yurtta kalarak geçirdim.
Üçüncü sınıfta kardeşim Kemal ile birlikte Kredi Yurtlar Kurumu'nun Edirnekapı yurdunda kaldık.

M. Sarmış: Okullar, yurtlar hep şu'cuların ya da bu'cuların elinde. Oralarda kaldığınıza ve siz de artık genç olduğunuza göre o düşüncelerden etkilenmediniz mi hiç?

C. Kürkçüoğlu: Eyüp'teki ve Edirnekapı'daki yurtlar ülkücülerin elindeydi. Ben de aileden ezan, vatan, bayrak sevgisi ile büyüdüğüm için sıkıntı yaşamadım. Birlik ve beraberliğimizi savunan, bölücü olmayan her görüşe saygı duydum. Halen de öyleyim. Size bir şey diyeyim mi? O dönemdeki solcu gençlerin de, ülkücü gençlerin de kavgası emperyalizme karşı direnmek içindi. Ülkenin kalkınması içindi. Bugün de öyle. Ama gelin görün ki emperyalistler iki grubu yıllarca çatıştırdılar. Ülkenin genç beyinleri kurşunlara hedef oldu. Sonraları aynı silahla hem soldan, hem ülkücülerden gençlerin öldürüldüğü ortaya çıktı, biliyorsunuzdur. 

Konumuza dönelim. Dördüncü sınıfta iken diş hekimliğinde okuyan Mustafa Atlı ve Tıp Fakültesinde okuyan Abdurrahman Baltacı arkadaşlarım Fındıkzade semtinde güzel bir evde kalıyorlardı. Diş hekimliğinde okuyan kardeşim Kemal ile onlarla birlikte kalmaya başladık. Bu evde çok güzel ve huzurlu günlerimiz geçti. 

M. Sarmış: Mezuniyetiniz nasıl oldu?

C. Kürkçüoğlu: Dördüncü sınıfın sonunda esas sertifika olarak seçtiğim Türk ve İslam Sanatı mezuniyet sınavı sözlü olarak yapılıyordu. Osmanlıca okumak baraj sorusu idi. Okuyamadığınız takdirde Sanat Tarihi sorularına geçilmiyor ve başarısız olarak sınavdan çıkarılıyordunuz. Osmanlıcayı okuyunca hocalar Sanat Tarihi sorularına geçtiler.  

Üç hoca büyük bir sehpanın üzerinde dört yılda gördüğümüz, ben diyeyim 5000, siz deyin 10000 fotoğraf koymuşlar. Türk ve İslam Sanatının çeşitli dallarına gelen Oktay Aslanapa, Şerare Yetkin ve Nurhan Atasoy hocalarım kendi dersleriyle ilgili beşer onar fotoğrafı iskambil kâğıdı gibi aradan çekip önüme attı. Toplam yirmi veya daha fazla olan fotoğrafları tanıyıp anlatmamı istediler. Fotoğraflar içinde bir yapının herhangi bir yerine ait detay bir süsleme, bir halı, bir çini deseni bile oluyordu. Bunları tanıyarak özelliklerini ve dönemlerini anlatmanız isteniyordu.

Benim hafızam çok güçlü değildir. Ama görsel hafızam, yani fotoğraf tanıma hafızam Allah vergisi olarak çok güçlüdür. İnanır mısınız, fotoğrafların hepsini tanıdım ve birer birer anlattım. Sınavdan çıktım ve elim yüreğimde idi. Tüm fotoğrafları tanıyıp anlatmıştım. Ama, Oktay hocanın bir prensibi vardı. Tüm fotoğrafları tanımış olsanız bile şayet çok önemli gördüğü bir fotoğrafı tanıyamadıysanız sizi başarısız görebiliyordu. Bu korku ile akşama kadar notların sınav kapısına asılmasını bekledim.

 Pekiyi aldığımı görünce havalara uçmuştum. Hiç unutmuyorum, koca sınıftan Aydın Karakaya adındaki bir arkadaşım ile ben pekiyi ile geçmiştik. Bölümde pekiyi ile mezun olmak çok nadir rastlanılan bir olaydı.

Dediğim gibi Sanat Tarihi'ni çok seviyorum. Bu bölümde okuduğum için bugüne kadar asla pişman olmadım. Hep, "İyi ki Sanat Tarihi okumuşum." dedim. Bugün de olsa aynı bölümü tercih ederim. Ama aynı duayen hocalarla tabii.