M. Sarmış: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat… Askeri darbe dönemleri. Bu dönemlerde Şeyh Feyzullah ve Şeyh Berces sağ ve faaliyetlerini sürdürüyorlar. Babanız da aynı şekilde… O askeri dönemlerde kendilerine yönelik herhangi bir müdahale olmuş mu?
A. Aydın: Şeyh Feyzullah amcamı bir iki defa nezarete götürüyorlar. Sorgu sual oluyor. Bakıyorlar ki cezbeli bir adam, fazla tutmayıp bırakıyorlar. Urfa'nın yerlileri de araya giriyor. Bu konuda dedemle ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum, hiç öyle yakalama sorgulama filan olmadı. Ama babamın bir aylık bir hapis hayatı var.
M. Sarmış: Ne zaman?
A. Aydın: 1960 olması lazım. Vali Alaaddin Kral.
M. Sarmış: O zaman ihtilal olmuş. Askeri dönem. Çünkü o valiyi 27 Mayıs Darbesini yapanlar atamış.
A. Aydın: Doğru.
M. Sarmış: Peki tutuklanmasının sebebi nedir?
A. Aydın: Bir mektup meselesi. Şöyle anlatayım: Babamın Ankara'da Sait Özdemir Abi var, Risale-i Nur talebesi. Babama bir mektup gönderiyor. Urfa'daki medreseyi soruyor, Risale derslerini soruyor. Bir de mektupta Eyyüp Karakeçili ve Yaşar Yayla'nın isimleri geçiyor. 
M. Sarmış: Ben de sormuş olayım; Kim bu isimler? 
A. Aydın: Eyyüp Karakeçili Urfa'da kitapevi sahibiydi. Yaşar Yayla da Urfalı. Sonradan resim öğretmeni oldu. Meşhur bir ressamdır. İstanbul'da yaşıyordu, vefat etti.
M. Sarmış: Onlar da Nurcu mu?
A. Aydın: Evet, aynı ekipten. Polisler bizim evimizde arama yaparken o mektubu görüyorlar. "Bu isimler kim?" diye soruyorlar.
M. Sarmış: Demek ki size öyle bir mektup geldiğini duymuşlar. Çünkü o dönemde Nurculara yönelik sıkı bir takip var.
A. Aydın: İşin iç yüzünü bilmiyorum. Babamı alıp götürdüler. Bir ay hapis yattı.

M. Sarmış: 28 Şubat döneminde bir şey olmadı mı?
A. Aydın: Yok, herhangi bir şey olmadı.
Yalnız şimdi aklıma gelen bir şey var; buraya uyar mı bilmiyorum, ama anlatayım. 1980'li yıllardaydı, Turgut Özal'ın başbakanlığı dönemi. Urfa'ya Amerikalı birisi geldi. Türkçe konuşuyordu. Müslüman olduğunu söylüyordu. Rızvaniye Medresesinin hücrelerinden birinde kalıyordu. Urfa'daki bütün şeyhleri meşayihleri ziyaret ediyor, onlara sorular soruyor. Çok bilgili bir insan. Hayat-ı Harranî'ye de gitmiş. Dedem Şeyh Berces'e de geliyor, buraya, bu eve… "Şeyhim!" diyor, "Siz Kadirîsiniz. Fakirullah Hazretlerinin torunlarındansınız." diyor, birçok sorular soruyor. Sonra da "Bana zikir olarak neyi tavsiye edersiniz?" diye soruyor. "Bu acize el verseniz" diyor. Dedem bakıyor ki sıradan bir adam değil, gayet bilgili, kültürlü biri. Ona diyor ki "Senin gibi bilgili bir insana tarikat vermeye gerek yok. Sana Kur'an yeter. Kur'an oku, en büyük zikir odur."
M. Sarmış: Yani onu güvenilir bulmadığı için mi öyle diyor, tabir caizse geçiştiriyor?
A. Aydın: Bilmiyorum. Daha sonra Urfa'nın bazı hocaları onun casus olabileceğine dair bir şeyler söylediler. Ben bilemiyorum. Adamın giyimi kuşamı, yemesi içmesi, hep zühd havasını gösteriyordu. Sarıklı cüppeli, Takvalı görünüyordu. Biliyorsunuz, bizim insanlarımız da bu gibi kimseleri sever. Ama her tarafa girip çıktı, o arada dedemi de ziyaret ediyor. Dedem diyor ki "Ben ona böyle söyleyince dedi ki: "Urfa'nın şeyhleri içerisinde bana bu cevabı veren olmadı. Baş bir yorum yapmadı, konuşmadı." Hem onu susturan bir tavsiye hem iyi bir tavsiye. Gerçekten de Kur'an bir zikirdir. Tasavvufun da içinden çıktığı bir kitaptır. Ben de adamı hayal meyal hatırlıyorum.
M. Sarmış: Peki, sonra ne olmuş o adama? Hemen ayrılmış mı Urfa'dan?
A. Aydın: Hayır, epeyce kalmış. Yedi sekiz yıl kadar… Sonradan gitmiş. Dergâh'a çok takılıyordu. Sabri Hoca (O zamanki Dergâh Camii imamı Sabri Yazar) çok tanıyordu kendisini. O da casus olabileceğini söylüyormuş. Ama kim bilir, belki de iyi bir Müslümandı.
M. Sarmış: Belki de adam sağlam bir kulpa sarılmak için araştırıyordur. Tahkiki iman idealdir demiyor muyuz?
A. Aydın: Bir anekdot daha anlatayım. Dedemle babam Hamurkesen Köyüne taziyeye gidiyorlar. O zamanın CHP il başkanı Eyyüp Sabri Öncel de orada. Yanında da CHP genel merkezinden gelmiş olan biri var. Dedem diyor ki Eyyüp Sabri Öncel ona dönüp bizim için dedi ki "Bunlar sıradan şeyh değiller. Bunlar kitaplı şeyhtir, ilim ve irfan ve sahibidirler, bölgemizde çok sevilen bir ailedirler." 
M. Sarmış: Ne zaman olmuş bu olay?
A. Aydın: Emin değilim, ama 1979-80 yılları olabilir. Dedemin daha dinamik olduğu yıllar.

M. Sarmış: Peki, şimdi kaldığımız yere dönelim. Babanızla annenizin evliliğine gelmiştik.
A. Aydın: Annem tek çocuk. O sırada artık genç kız. İyi bir eğitim almış, okuryazar. Dedem babam için talip oluyor, böylece evleniyorlar. Anlayacağınız babamla annemin birkaç göbek öncesine dayanan bir akrabalıkları var.

M. Sarmış: Bir şeyhin düğünü nasıl oluyor?
A. Aydın: (Gülüyor.) Duyduğuma göre esbab gecesi yapmışlar. Kirve belediye başkanı olduğu için o gece belediye bandosu gelmiş. Damadın giyinmesinden sonrasına kadar her şey bando eşliğinde yürümüş.

M. Sarmış: Ayrı bir eve mi çıkıyorlar?
A. Aydın: Yok yok, Bıçakçı Mahallesindeki evin bir odası kendilerine tahsis ediliyor. 
M. Sarmış: Babanız ne iş yapıyordu?
A. Aydın: O da manifaturacıydı. Bir ara dedemden ayrı olarak bakkaliye dükkânı vardı, Gümrük Hanı'nın içerisinde.
M. Sarmış: Hanın içerisinde…
A. Aydın: Evet, tabii, o zaman çarşıydı. Ben de hatırlıyorum. Sonra bıraktı, dedemin yanına geldi, manifaturacılık yapmaya başladı, tezgâhtarlık yaptı. Dedem bırakınca patron oldu. Dedem rahatsızlanınca o da işi bırakıp dedeme hizmet etmeye başladı. Hastalık döneminde epeyce bir yıl dedemin hizmetini o yaptı. Ta vefat edene kadar.
M. Sarmış: Kaç kardeşsiniz?
A. Aydın: Üçü erkek ikisi kız olmak üzere beş kardeşiz. Ben en büyükleriyim. Benim bir küçüğüm Nadir; onu tanıyorsunuz.
M. Sarmış: Evet, Şair Nabi İlköğretim Okulunda görev yaparken bizim velimizdi.
A. Aydın: Bir de Emin kardeşim var. Memduh diye bir kardeşimiz daha vardı, askerdeyken bir trafik kazasında vefat etti. 
M. Sarmış: Dedeniz de babanız da hacca gitmiştir, hatta belki birden fazla gitmişlerdir. O konuyla ilgili söyleyecekleriniz olur mu?
A. Aydın: Her ikisi de çok gitti. Dedem bir kere Akçakale'den Şam'a kara yoluyla, oradan da Mekke Medine'ye uçakla gitti. O zaman ninem de beraber gitmişti. Daha sonra hep Urfa'nın yerlileriyle, aşiret mensuplarıyla gitti. Bir keresinde Viranşehir'den kara yoluyla gitmişlerdi. O zaman ben de Viranşehir'e gidip yolculamıştım.
M. Sarmış: Niçin Viranşehir üzerinden gidiyorlar?
A. Aydın: O zaman Habur Kapısı üzerinden gidiliyordu. Irak, Bağdat üzerinden… Orada da ziyaret edilecek çok önemli yerler var. Dedemin anlattığı, orada geçen bir hatırasını da hatırlıyorum. Yanlarında Urfa'nın tanınmış insanları da vardı. Hacı Mehmet Yetkin, Hacı İsmail Elçi, Rafi Hafız… Daha başkaları… Dedem diyor ki "Bağdat'a gidince Şah-ı Geylanî'nin makamına vardık. Hepimizi bir cezbe aldı. Rafi Hafız'a 'Hadi bize bir Yasin-i Şerif oku!" dedim. Besmele çekip okumaya başladı. Bir baktım ağlamaya başladı, bir feryat figan tuttu. Kur'an okumayı bırakıp 'heylığa düştü', kendi kendini kaybetti. (Allah'ın Hay ismini çekerek titremek, sallanmak, kendinden geçmek)

M. Sarmış: Babanız da hacca çok gitmiştir.
A. Aydın: Babam rahmetlinin Tillo'dan bir grubu vardı; Hafız Taha, Taha Gültekin, çocukluk arkadaşı, hem de akrabamız, çok sevdiği biri. Bir de orada müderris,alim,fazıl ve irfan sahibi Molla Burhanettin var... Burhanettin Yıldırım, çok meşhur. Çevremizde talebeleri olan bir hoca. Bahattin Parlak'ın hocası, Abdüşşekur Aksan'ın hocası. Babamla Hafız Taha ve Molla Burhanettin üçlü bir gruptular. Altı ay içerisinde umreye giderler, o altı ay sonra hac dönemi gelir hacca giderler. Bir rivayette 37 defa gittikleri söyleniyor. 37 defa umreye ve hacca beraber gitmişler.