(Sözün burasında "Size bahçeyi göstereceğim." diyerek ayağa kalktı. Oturduğumuz salonun doğu duvarındaki ara kapıdan tabir caizse evin harem kısmına geçtik. Oranın koridorunun devamında da birkaç basamak merdivenle en doğudaki bahçe kısmına çıktık. Çeşitli ağaçların bulunduğu bahçenin kuzey doğu köşesine gittik. Konuşmaya başladı:)

Burası eskiden halı gibi çimenlikti. Dedem uygun mevsimlerde çulunu serdirip burada otururdu. Her ikindi namazından sonra en yakın dostları gelirdi. Mesela Nebolar'ın oğlu Hac İsmail Amca (İsmail Elçi) gelirdi. Her gün gelmesine rağmen dedem "Hac İsmail nerede kaldın?" derdi. Ona illa takılırdı, latife ederdi. Müdavim olanlar arasında aklıma gelenleri sayacak olursam; Hac Hüseyin Yetkin, Hacı Mehemet Yetkin, Hac 'Ali İban, Boze 'Emmi'nin oğlu Helil Hafız (Halil Uzungöl), kardeşi Ahmet Uzungöl… "Şıhım, buraya geldik, evi de unuttuk, çoluk çocuğu da unuttuk, her şeyi unuttuk." derlerdi. Bunlar bayramlarda mutlaka gelirlerdi, onun dışında da sık sık gelirlerdi. Memurlar mesai sonrasında gelirdi. Ta akşam ezanına kadar sohbet, muhabbet... Ayranlarını da içip giderlerdi. Bazen akşam da kalıp yemeği yer öyle giderlerdi. Hakikaten dedemi çok severlerdi. 

Rahmetli Abdurrahman Yetkin de aynı. Dedemle yaşıttılar. Çocuklarıyla hâlâ merhabalaşırız. "Şıh Berces! Şıh Berces!" der, dedemi dilinden düşürmezdi. "Siz Urfa'ya geldiniz, bir izar gibiydiniz, izar beyaz bezdir malumunuz, şu anda da izar gibi duruyorsunuz, en ufak bir leke yok." derdi. Hakikaten dedem helâle harama çok dikkat ederdi. En fazla dikkat ettiği hususlardan biri de dostluklardı. Dostlarını katiyetle unutmaz, ihmal etmez, hal hatırlarını sorardı.

 Mesela "Bahçacı 'Ali Emmi" vardı; âmi (sıradan, okumamış) bir adamdı, ama dedem onu çok severdi, sayardı, sonuna kadar onunla arkadaşlığını bırakmadı. Gerçekten farklı bir insandı.  Yine mesela ben yetişmedim, ama geçmişte mağaralara yatıya giderlermiş. O yatı arkadaşlarından Hac Celal Saatçi vardı, sonradan evimize gelirdi. "Şıh Berces!" derdi. "Lo mal vardı, mülk vardı, hiçbir şey aklımıza gelmezdi. 

Gelirdim, "Hade şıhım gidah." derdim. Hemen tükeni (dükkanı) kilitlerdi, eve gider kimin yatiya giderdıh. Orada sebehlere keder (kadar) def çalırdıh, sölerdih." Sonradan başka dostlarından da duydum. "Ne zaman gitsek hemen dükkânını kapatırdı. Önce Dergah'a gidip ikindi namazını kılardık, ondan sonra da mağaraya giderdik. Gözünde dünya yoktu." diyorlar. 

M. Sarmış: Müsaadenizle araya gireceğim. Dedenizin sesinin çok güzel olduğunu ve çok güzel def çaldığını söylediniz. Az önce bahsetmiştim; Fehmi Gayberi ile taziyede karşılaştıkları sırada onun babası ile ilgili olarak demiş: "Baban bazen bizde (Yedikuyu'da) kalırdı. Bir beyit defteri vardı. İkimiz de genciz. Sabaha kadar beyit okurduk. Uyumak yok."

Tasavvufi çevrelerde kasideler okumak, ilahiler söylemek çok yaygın. İşte yatıya gittikleri zaman da sabahlara kadar def çalıp söylemişler. O konudan biraz bahsedelim. Kendisi de söylüyor mu?

A. Aydın: Tabii. Her zaman. Yatıya gittikleri yer de "Dedenin Serinci" denilen mağara. Orada sabahlara kadar def çalıp zikrediyorlar, ilahiler, gazeller, kasideler okuyorlar. Dedem de çalıp söylüyor tabii. Sade orada değil, başka yerde de aynı. Mesela bu oturduğumuz evin bir bodrumu vardı. İlk zamanlarda henüz mahallemizde cami olmadığı için o bodrum mescit görevi yapıyordu. Rahmetli dedem Ramazanlarda cemaate teravih namazını kıldırırdı. Çevredeki insanlar çamurlu ayaklarıyla gelirdi. Uzaktan da sırf dedem için gelenler olurdu. Osman Öncel Hocamız, onun abisi Abdülkadir Hocamız, Cevheriler, ta Emirgan taraflarından kalkıp gelirdi. Bakkal Eyyüp Biner'i bilirsiniz, o gelirdi. Teravihten sonra dedem sohbet ediyordu. İlahiler söylüyordu. Ben de hatırlıyorum. Daha sonra evimiz bitirilince odalarda zikretmeye başladılar. Vefat edinceye kadar da devam etti.

Sadece Cuma geceleri değil, sair günlerde de, Pazar olur, pazartesi olur, yakın dostlarının olduğu köylere giderdi. Oralarda da zikir halkası kurardı. Sabahlara kadar devam ettiği olurdu. Ben hatırlıyorum Külaflı Köyünün camisinde zikir bittikten sonra sabah ezanına kadar def çalıp söylerlerdi.  Sabah namazını kıldıktan sonra dağılırlardı. Bazen beni de götürdüğü için iyi hatırlıyorum.

Dedem kendisi söylediği gibi başkalarını dinlemeyi de severdi. Mesela Şevki Hafız… Ne zaman Şevki Hafız gelse burada dizüstü otururdu. Halil Çelik'in dediği gibi dedem onun sesini ve tilavetini çok severdi. Mutlaka "Hadi Hafız, bize bir aşır oku." derdi; mutlaka bir aşr-ı şerif okuturdu. Genellikle Yusuf Suresini okuturdu. Halil Çelik, belediye başkanı iken hemen her akşam dedemin yanına gelirdi. Özellikle kış günleri kısa olduğu için bir veya birkaç tırnaklı ekmeğini alıp gelirdi. "Şıh 'Emmi" dediği dedemin elini öperdi. Varsa yemek yerdi, yoksa evde peynir, şu, bu, ne varsa ekmeğine katık ederdi, duasını alır giderdi. Onun ve ailesinin bizimle bu içli dışlı olmasının sebebi, onların da Badıllı oluşudur. Muhabbetleri hâlâ da öyle devam eder. Biz de onları çok severiz. Halil Çelik dedemin son döneminde hemen hemen hep buradaydı. Çok severdi dedemi. Babamın zamanında ise milletvekili olduğu için uzaktaydı, sonra yurt dışına çıktı, eskisi gibi yapma imkânı yoktu. Anlayacağınız, rahmetli dedemin yeri bu köşeydi. (Sonra az geride masa ve sandalyelerin bulunduğu orta kısmı gösterip) Rahmetli babamın yeri de burasıydı, misafirlerini burada kabul ederdi.

 (Sonra içeriye geçtik. Sohbetimize orada kaldığımız yerden devam ettik.)
M. Sarmış: Dikkat ettim, dedenizden bahsederken sık sık baba dediniz. Bir dil sürçmesi mi yoksa bilinçli bir tercih mi?
A. Aydın: Biz dedemize baba, babamıza abi derdik. O yüzden.

M. Sarmış: İlginç. Ninesine anne, annesine bacı diyeni duymuştum, ama demek böylesi de varmış. Şimdi babanızın döneminden bahsedelim. Biliyorsunuz, Urfa'da gerek Tek Parti döneminde satılan camilerin geri alınıp camiye çevrilmesi, bakım ve onarımının yapılması, gerek ihtiyaç duyulan yerlerde yeni camilerin yapılması konusunda öne çıkan birkaç isim var. Bu işi ilk olarak başlatan Hafız Müslüm Efendi. Sonra bu görevi talebesi ve müridi Rafi Hafız'a devretmiş. Rafi Hafız'ın bu konudaki hizmetleri çok büyük; o yüzden kendisine "Camilerin Hizmetkârı" unvanı verilmiş. Onun hemen yanında kitapçı Abdülkadir Özen var, birçok çalışmayı beraber yürütmüşler. Şimdi öğreniyorum ki rahmetli babanız da bu konuda çok gayret göstermiş.

A. Aydın: Çok doğru. Rafi Hafız vefat edince sanki o vazifeyi babam aldı. Abdülkadir Özen amca ile beraber. Mesela babam, Abdülkadir Özen ve Hacı Bahattin Açıkyol Dergâh Derneğinin yönetimindeydiler. Üçü beraber Dergah'taki büyük camiyi (Yeni Mevlid-i Halil Camii) yaptırmak için gerekli olan kaynağın bir kısmını Urfa'dan temin ettiler, diğer kısmını da gidip Ankara'dan o günün idarecileriyle görüşüp temin ettiler.

M. Sarmış: Başka hangi camiler var?

A. Aydın: Büyük Yol'daki Selahattin Eyyubi Camii'nin yapımında çok emek verdiler. Akarbaşı'ndaki Narinciye Camii'nin yapımında çok gayretleri olmuş. Orası da satılan ve depo olarak kullanılan camilerden biridir. Daha adını bildiğimiz, bilmediğimiz birçok camide Abdülkadir Özen'le beraber emekleri var. 

Külaflı Köyünün camisinin başından sonuna kadar yapımına babam vesile oldu. Onun yakınındaki Hamurkesen Köyünün eski camisi ve taziye evini o yaptırdı. Şeyh Zeliha Köyünün camisini ve taziye evini yine o yaptırdı, o vesile oldu. Yedikuyu'daki camiyi yine o yaptırdı. Ama asıl büyük hizmeti Tillo'da yaptırdığı külliyedir. Sultan Memduh Hazretlerinin eşi için yaptırdığı "Meyme Hasya Hankahı"nın yanında büyük bir cami, konferans salonu, imam evi, taziye evi hepsi bir arada. Üstelik Urfa taşıyla yaptırdı. 

M. Sarmış: Nasıl yani?

A. Aydın: Urfa'dan tırlarla taş götürdü. Ayrıca Sultan Memduh Hazretlerinin hem camisini hem türbesini 1980'lerde babam yaptırdı.