M. Sarmış: İbrahim Hakkı Hazretlerinin Erzurum'dan Tillo'ya gelmesi nasıl oluyor?

A. Aydın: Babası Derviş Osman, Türkistan Horasan'ından Erzurum'a göç eden bir ailenin çocuğu. Hasankale'de yaşıyor. İbrahim Hakkı Hazretleri de orada doğuyor. Daha sonra Erzurum'a göçüyorlar. İlim irfan sahibi bir zat, ama hep huzursuz. 1700'lerin başları… Mehemmed-i Sohranî isimli bir arkadaşıyla beraber Hasankale'den (Pasinler) kalkıp güneye doğru inmeye başlıyorlar. 

Hem kalplerini tedavi edecek bir mürşid arıyorlar hem de devamında hac yapmak istiyorlar. Niyetleri bu. Hasankale'den Erzurum'a, oradan Hınıs'a geçiyorlar. Varto, Norşin derken Siirt'e ve Tillo'ya geliyorlar. O zaman orada Fakirullah Hazretleri postnişin. Sağı solu irşad eden büyük bir zat. Allah'ın sevgili kulu. Evliyaullah'tan. Orada bir gece kalıyorlar. 

Fakirullah Hazretlerini görünce, Molla Osman "Ben aradığımı buldum." diyor. Fakirullah Hazretleri de kendisine "Artık sen bizim evladımızsın, burada kal." diyor. Bunun üzerine arkadaşı Sohranî'ye diyor ki "Senin yolun açık olsun." Sohranî ona "Hani bu yolculuğu beraber yapacaktık, hacca gidecektik. Niye böyle oldu?" deyince "Valla ben beni manevi tedavi edecek zatı buldum, artık buradan ayrılamam." diyor. Bunun üzerine Sohranî yoluna devam ederken kendisi kalıyor.

O sırada İbrahim Hakkı Hazretleri annesiyle beraber Hasankale'de ve henüz yedi yaşında. Annesini kaybediyor. Babasının isteği üzerine amcası Ali kendisini alıp Tillo'ya getiriyor. O da henüz küçük bir çocuk olduğu halde, babası gibi Fakirullah Hazretlerini görünce ona hayran kalıyor. Derken eğitime başlıyor ve ilk Kur'an eğitimini ondan alıyor. Zaten çok zeki bir çocuk. Eğitim de alınca kısa zamanda çok terakki ediyor. Bu arada belirteyim babası seyyid, annesi seyyide. Böyle de temiz bir soya mensup. 

M. Sarmış: Bir medrese eğitimi var, bir de tasavvufi eğitim var.

A. Aydın: Evet. O da babasının yolundan gidip Fakirullah Hazretlerine intisap ediyor, onun manevi terbiyesine giriyor. Bir gün nasip olur siz de Tillo'yu ziyaret ederseniz, caminin yanında Fakirullah Hazretlerinin hankâhı/riyazethanesi var. İbrahim Hakkı Hazretlerinin ve babasının eğitim gördüğü mekânları da görmüş olursunuz.

M. Sarmış: İnternette araştırma yaparken fotoğraflarını görmüştüm, inşallah bir gün bizzat da görürüm.

A. Aydın: Dediğim gibi İbrahim Hakkı Hazretleri İsmail Fakirullah'ın terbiyesinde büyüyor; Cenab-ı Hakk'ın lütfuyla hem ilimde hem fazilette her bakımdan çok iyi yetişiyor. Hatta Fakirullah Hazretlerine diyorlar ki "Sen niye eser vermedin?" Yani bir kitap yazmadın? Diyor "Benim en büyük eserim İbrahim Hakkı'dır. Bende ne varsa o almıştır." İbrahim Hakkı Hazretleri de aynı ifadeyi kullanıyor: "Ben ne aldıysam ondan aldım."

İbrahim Hakkı Hazretleri, bir ara Erzurum'a gidip orada sekiz yıl kaldıktan tekrar Tillo'ya dönüyor. Babasının kaldığı hücreye yerleşip kendini tamamen tasavvufi hayata veriyor. Öte yandan bilime çok meraklı, sürekli araştırmak, öğrenmek istiyor. Bu yüzden bir süre sonra İstanbul'a gidiyor. Sultan Birinci Mahmut zamanı. (1730-1754) Padişahla görüşüp Fakirullah Hazretlerinin selamını iletiyor. Onun da Fakirullah Hazretlerine büyük hürmeti var. 

Diyor ki "İstanbul'daki bütün kütüphaneler emrinde, istediğin kütüphaneye gidebilirsin." İbrahim Hakkı Hazretleri İstanbul'da kaldığı süre içinde sonradan adı "Galatasaray Kütüphanesi" olan Galata Sarayı kütüphanesinde ve Sultan Ahmet Kütüphanesinde başta astronomi olmak üzere fizik, kimya gibi bilimleri tahsil ediyor. 

Bir hocadan değil, okuyarak tahsil ediyor. Ama gerek Erzurum'a, gerekse İstanbul'a gidişlerinde içerisinde hep bir ateş var, duramıyor, kalamıyor. Tekrar Tillo'ya dönüyor. Erzurum kendi memleketi, orada evleniyor, ama yine Tillo'ya dönüyor. İstanbul payitaht, padişahtan büyük hürmet görüyor, ama orada da duramıyor, yine Tillo'ya dönüyor. Erzurumlular bile bilmezler; Erzurumlu derler, türbesinin Hasankale'de olduğunu sanırlar, hâlbuki son sekiz yılını Tillo'da geçirmiştir. Şeyhi İsmail Fakirullah Hazretlerinin hemen yanındadır. 1780 senesinde vefat etmiş.

M. Sarmış: İsmail Fakirullah ondan çok önce vefat etmiş.

A. Aydın: Tabii. 1734'te vefat etmiş. 1657'de doğduğuna göre 77 yaşında demektir. İbrahim Hakkı Hazretleri kabrinin üstüne bir türbe yaptırıyor. Mimarisi muazzam bir türbe. Ama daha muazzam olan mimarideki düzenek. 40 × 40 santimlik bir penceresi vardır. Her sene 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde sabahleyin güneşin ışığı o pencereden giriyor, kubbesinde bulunan bir prizmadan geçiyor ve Fakirullah Hazretlerinin sandukasının baş tarafına düşüyor, beş dakika boyunca aydınlatıyor. Yapıldığı zaman öyleymiş. Şimdi o düzenek kalmamış, bozulmuş. Fakirullah Hazretlerinin bir takım şahsî eşyaları da orada muhafaza ediliyor. Yine İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından yaptırılan bir dergâh da var. Pek çok talebe o dergâhta eğitim görmüş, âlim olmuş, tasavvuf terbiyesi almış. O günlerden beri insanlar akın akın Fakirullah Hazretlerinin türbesini ziyaret ediyor. 

M. Sarmış: Fakirullah'tan sonrasına bakalım.

A. Aydın: Fakirullah Hazretlerinin ikisi kız, üçü erkek olmak üzere beş çocuğu olmuş. Şeyhlik makamı büyük oğlu Abdülkadir-i Sâni'den devam ediyor. O da çok büyük bir zattır. Niçin "Sâni", yani "ikinci" diyorlar? Şah-ı Geylanî Abdülkadir Hazretlerinden sonra aynı adı taşıyan büyük bir Allah dostu olduğu için çevresindeki insanlar kendisine o unvanı veriyor. Aynı zamanda İbrahim Hakkı Hazretlerinin kayınpederidir.
Ondan sonra onun oğlu Şeyh Abdurrahman, sonra da Sultan Memduh geliyor. (1760-1847) Sultan Memduh Hazretlerinin esas adı Mahmut olup Memduh ismini daha sonra hocası İbrahim Hakkı Hazretleri veriyor.

M. Sarmış: O konuyu biraz açar mısınız?

A. Aydın: İbrahim Hakkı Hazretleri, icazet sahibi iyi bir âlim ve mürşid olunca Fakirullah Hazretlerinin torunlarını da, torunlarının çocuklarını da okutmaya başlıyor. Şeyh Abdurrahman'ın torunlarından üçünün adı Mahmut, aynı isimli üç amcaoğlu. Üçü de İbrahim Hakkı Hazretlerinden ders alıyor. Sarf, nahiv gibi Arapça dersleri; tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî ilimler… Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri onlara bakarak gülümsüyor ve diyor ki "Sübhanallah! Üçünüzün adı da Mahmud. 

Üçünüz de amcalarınızın kızları ile evleneceksiniz. İçinizden birisi Allah'ın gayb ilminde "Memduh" (Övülmüş) olarak vasıflandırılmıştır. O kişi velayet makamına ulaşacak ve doğuda ve batıda büyük şöhret bulacak, insanların iltifatına mazhar olacaktır." Ama o kişinin kim olduğunu söylemiyor. Üç Mahmud da heyecanlanıyor ve kendi kendine diyor ki "O benim." O ümide kapılıyor yani. Sonra diğer iki Mahmud oradan ayrılıyor, bir tek Abdülkadir-i Sâni'nin torunu kalıyor. İbrahim Hakkı Hazretleri ona diyor ki "Mahmud! O ismi amcazadelerinin yanında ifşa etmedim; ama sana müjdeyi vereyim; o makama en kısa sürede varacak olan sensin. Ama ben sağ olduğum müddetçe bu sırrı  kimseye söyleme." Hakikaten de o, aldığı eğitim, ilim, tasavvuf terbiyesi ve liyakati ile diğerlerinden çok çok ileride.   

Ama İbrahim Hakkı Hazretleri de bunu kerametvari bir şekilde tespit ediyor. Hadisat da öyle gelişiyor. Mahmud, ileride çok büyük bir mürşid oluyor ve "Sultan Memduh" diye meşhur oluyor. Kendi döneminde çok büyük hizmetler yapıyor. Türkiye, Irak ve İran'da çok büyük irşadatta bulunuyor. Oralardan pek çok kimse Tillo'ya gelerek kendisine bağlanıyor, Kadirî zikrine dâhil oluyor. 

Rivayete göre, evlenirken babası kendisine bir ev yaptırıyor; ama zaman içinde müritleri o kadar çoğalıyor ki, ne o ev, ne kendisinin yaptırdığı zikirhane, misafirhane yetmiyor. Bunun üzerine her gelen aşiret veya ekip kendi çadırıyla geliyor. Köy tepelik bir yerde. 

O tepenin eteklerindeki meydan, kısa zamanda Sultan Memduh Hazretlerini ziyarete gelenlerin çadırlarıyla doluyor. Bayramlarda ve diğer mübarek günlerde binlerce kişi onu daha yakından görmek, tanımak, dinlemek için geliyor.