M. Sarmış: Urfa'ya nasıl geldiniz?
C. Kürkçüoğlu: Evlenmiştim, ama rahmetli babam halen Urfa'ya gelmem için çabalıyordu. Fakat yaptığımız girişimler sonuç vermiyordu. Foto-Film şubesinde Emir Çapraz adında sosyal demokrat, sevdiğim arkeolog bir arkadaşım vardı. Emir tüm girişimlerimin sonuçsuz kaldığını görüyor ve üzüldüğüme şahit oluyordu. 1978 yılıydı. Bir gün bana; "Sen Urfa Müzesi'ne gitmek ister misin?" diye sordu. "Nasıl gitmem, hem de seve, seve… " dedim. "Öyleyse kalk gidelim." dedi. O zaman Müzeler Kültür Bakanlığı'ına bağlıydı. Kültür Bakanı CHP'li Ahmet Taner Kışlalı idi. Beni Müzeler Genel Müdürü'ne götürdü. Kendisinin yakın arkadaşıymış. Mesleğini seven, başarılı bir sanat tarihçisi olduğumu ve Urfa Müzesi'ne atanmak istediğimi söyledi. Meğer Urfa Müzesinde sanat tarihçisine ihtiyaçları varmış. Genel Müdür hemen önüme bir kâğıt koydu ve dilekçe yazmamı istedi. Aradan kısa bir süre geçti. Turizm Bakanlığı'ndan muvafakatim istendi. Mecburi hizmetim Kültür Bakanlığı'na devredildi ve atamam 24 Temmuz 1978 tarihinde bana tebliğ edildi.

M. Sarmış:  Muvafakat işleri öyle kolay olmaz diye biliyorum. 

C. Kürkçüoğlu: Olmadı zaten. Resmi olmasa da Foto-Film şubesinin müdürü pozisyonundaydım. Şubenin bütün yükü sırtımdaydı. Birçok müdürden başarılıydım. Müsteşar, Müsteşar Yardımcıları, Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcıları, Daire Başkanım benden çok memnundu ve çok seviliyordum. Bakanlığın Tanıtma Genel Müdürlüğü'ne bağlıydık. Tanıtıcı Yayınlar Dairesi Başkanı muvafakat verdi. Genel Müdürün de vermesi gerekiyordu. Genel Müdürümüz Paris'te yıllarca Turizm Ataşeliği yapmış Nevin Menemencioğlu idi. Nevin hanımın makamına çıktım ve muvafakat vermesi talebinde bulundum. Hiç unutmuyorum, Nevin hanım hemen ayağa kalkarak; "Nereye gidiyorsun, imkânsız, seni bırakmam. Şimdi Müsteşar beye çıkıyorum, senin Foto-Film Şubesine Müdür olarak asaleten atanmanı isteyeceğim." dedi. Ben de, babamın çok arzu ettiğini, yılardır çok uğraştığını, gitmezsem çok üzüleceğini söyledim. Nevin Hanım çok üzüleceğimi anlayınca istemeyerek de olsa muvafakatimi verdi.

Nerede ise çalışkan olmamın cezasını görecektim. Bir defasında da görmüştüm zaten.

M. Sarmış: O nasıl oldu, niçin, nasıl bir ceza aldınız?

C. Kürkçüoğlu: Şöyle oldu. Şimdi var mı bilmiyorum. O zamanlar Devlet Lisan Okulu diye bir okul vardı. Bakanlıklardan seçilen memurları bu okula gönderiyorlar ve yabancı dil öğrenmelerini sağlıyorlardı. Ben dil öğrenmeyi çok arzuluyordum. Çünkü Turizm Bakanlığı'nda dil bilmediğin takdirde üst görevlere gelmeniz pek mümkün değildi. Devlet Lisan Okulu gündüz ve gece eğitim veriyordu. Gündüz gidenler dokuz ay boyunca Bakanlıktan izinli sayılıyordu. Gece gidenler gündüz Bakanlıktaki işlerine geliyor, gece okula gidiyordu.
Çok çalışkandım ve seviliyordum. Mutlaka gönderileceğimi düşünüyordum. Dilekçemi yazdım ve muvafakat vermesi için Genel Müdür yardımcısına götürdüm. Dilekçemi okudu. "Cihat Bey, foto-film şubesinin tüm yükünü sen kaldırıyorsun. Bu kursa gündüz gidersen senin işlerini kim yapacak? İşler çok aksayacak. Bu nedenle seni gündüz eğitimine göndermemiz mümkün değil. İstersen gece eğitimine gönderebiliriz." diyerek beni çok üzen bir cevap verdi. Her ne kadar kendisine; "Efendim dil öğrenmeyi çok arzu ediyorum. Lise ve üniversite yıllarında öğrenme imkânım olmadı. Şayet bu dili öğrenirsem işimde daha çok yararlı olurum." dememe rağmen kendisini ikna edemedim. Okulun gece bölümüne gitmeyi de kabul etmedim.  Gece bölümü benim için çok zor olurdu. Yani akşam Bakanlıktaki işimden çıkıp okula gideceğim, orada gece saat 23'e kadar öğrenim göreceğim, eve döneceğim ve sabah tekrar işimin başında olacağım ve bu durum dokuz ay devam edecek. Ankara gibi büyük bir şehirde bu benim için imkânsız bir şeydi. 

O yıl, bizim daireden akşama kadar örgü ören, dedikodudan başka hiçbir iş yapmayan bir bayan gönderildi. Yani ben görevimi hakkıyla yaptığım için cezalandırılmıştım. Görevini hiç yapmayan biri ise ödüllendirilmişti.

Tabii çok üzülmüştüm. Ama şimdi düşündüğümde üzüntümün gereksiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kur'an-ı Kerim Bakara suresi 216. Ayette yüce Allah şöyle buyuruyor: "Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz."

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de meşhur şiirinde "Görelim Mevla neyler/Neylerse güzel eyler" diyor. Yani siz Allah'a teslim olursanız o hakkınızda her şeyi güzel eyler İnşallah. Gerçekten de öyle oldu. Urfa'ya gelmek bana daha hayırlı kapılar açtı.

M. Sarmış: Amenna! Hocam laf lafı açınca araya başka konular giriyor. Urfa Müzesi'ne atanmanızda kalmıştınız.

C. Kürkçüoğlu: Evet. 1978 yılında Urfa Müzesi'nde göreve başladım. Bir Sanat Tarihçi olarak benim için çok yararlı oldu. Ben Urfa Lisesi'ne öğretmen olmak isterken müzeye gelmem çok daha hayırlı oldu. Çünkü okulda aldığım eğitimin üzerine çok şey koyabildim. Müzeler okul gibidir. Okuldan daha fazla bilgi verir insana. Çünkü okulda belli dönemleri okursunuz. O dönemlere ait belli sayıdaki eseri sadece fotoğraflarından tanırsınız. Hatta Arkeoloji Bölümü profesörleri için de bu böyledir. Belli dönemler üzerine uzmanlaşmışlardır. Oysa müzelerde tarih öncesi çağlardan Osmanlı'ya kadar binlerce arkeolojik ve etnografik eseri görür, dokunur ve tanırsınız. Bizzat çeşitli dönem kazılarında bulunursunuz. İşte ben de müzede arkeolojiyi, çeşitli dönemlere ait arkeolojik eserleri, etnografik eserleri öğrendim. Birçok arkeolojik kazıda Bakanlık temsilcisi olarak çalıştım. Bazı kazıları müze adına kendim yürüttüm. Göbeklitepe Kazı Başkan Yardımcılığı görevinde bulundum. Kazılarda çıkarılan, müzede sergilenen, müze depolarında yer alan çeşitli dönemlere ait binlerce esere dokunma, onları tanıma fırsatım oldu. Görev icabı Urfa'nın tüm ören yerlerini, buralardaki tarihi yapıları tanıdım. Şehir merkezindeki tarihi yapıların ve evlerin tespit ve tescil çalışmalarında bulundum.

M. Sarmış: Müzeden sonra bir de Şanlıurfa Devlet Güzel Sanatlar Müdürlüğü yapmışsınız.

C. Kürkçüoğlu: Evet. 1984 yılı sonları idi. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nde Osman Nahya adında bir hemşerimiz vardı. Şimdi rahmetli olmuş. Genel Müdür Mehmet Özel'e Urfa'da Güzel Sanatlar Galerisi'nin açılması önerisinde bulunmuş. Genel Müdür de; "Oraya kimi atayacağız, hangi binada hizmet vereceğiz?" demiş. Osman Bey'de; "Hocam siz merak etmeyin, ben ayarlarım." diyerek genel müdürü ikna etmiş. Böylece Urfa'da Güzel Sanatlar Galerisi kurulması onayını Bakan Beyden almışlar. Osman Bey Urfa'ya geldi. Müzede görüştük. Galeriye müdür olup olamayacağımı sordu. Olur dedim. O sırada Müzeler Genel Müdürü hemşerimiz Nurettin Yardımcı Kara Meydan yakınındaki Hacı Hafızlar Evi'ni Bakanlık adına kamulaştırmıştı. Osman Bey bu evin ideal bir galeri binası olabileceğini söyledi ve benden müdür olmak istediğime dair dilekçemi aldı, Ankara'ya götürdü. Atamam yapıldı. Hacı Hafızlar Evi'nin Galeri binası olması konusunda Bakanlık onayı alındı. 2 Nisan 1985 tarihinde Müdürlük görevime başladım. Galeri binasının restorasyonu ile ilgilendim, bu arada Halk Eğitimi Merkezi'nde "Köylü Gençler Arası El sanatları", "Şanlıurfa Esnafları Geleneksel El Sanatları" sergilerini açtım.

M. Sarmış: Sanıyorum müdürlüğünüz fazla sürmemiş, üniversiteye geçmişsiniz.

C. Kürkçüoğlu: Doğru biliyorsunuz hocam. 1985 yılının Nisan ayı idi. Meslek Yüksek Okulu Müdürü Ahmet Ural hoca aradı. Dicle Üniversitesi Mimarlık-Mühendislik Fakültesi Mimarlık Bölümü dekanı, hocaları ve öğrencilerinin hafta sonu Urfa'ya geleceklerini söyledi. Kendisinden Urfa'nın mimari eserlerini gezdirip anlatabileceği birini önermesini rica etmişler. Ahmet Hoca "Sen yapabilir misin?" diye sordu, ben de "Olur." dedim.

Cumartesi günü geldiler. Kendilerine camilerimizi, hanlarımızı, tarihi evlerimizi sokaklarımızı gezdirdim. Her gezdirdiğim yapı hakkında mimarların ilgisini çekebilecek şekilde bir hoca gibi bilgiler verdim. Pazar günü Harran'a götürdüm. Harran'ı ve tarihi yapılarını detaylı anlattım. Akşam Diyarbakır'a dönerlerken Dekan Prof. Dr. Erkan Öngel bana; "Göreviniz nedir?" diye sordu. Ben de Sanat Tarihçisi ve Güzel Sanatlar Galerisi Müdürü olduğumu söyledim. "Galeride ne işiniz var? Sizin gibi bir hoca arıyorum. Kabul ederseniz sizi uzman olarak fakültemize alırım. Diyarbakır'daki mimarlık bölümümüzde ve Urfa'daki İnşaat Mühendisliği Bölümümüzde seçmeli güzel sanatlar, resim ve fotoğrafçılık dersleri verirsiniz" dedi. Ben, Galeri'ye yeni atandığımı, oradan ayrılmamın mümkün olamayacağını söyledim ve kibarca teşekkür ettim. "İyi düşün. Ama önümüzdeki yıl hiç olmazsa sana dışarıdan ders verelim. Buna ne dersin?" dedi. Ben de "Olur." dedim. Gerçekten de yaz tatili sonrası üniversiteler açılmadan bir hafta önce beni aradı; "Cihat Bey, haftaya okul açılıyor ve sana Urfa bölümüzde seçmeli güzel sanatlar dersi yazıyorum." dedi. Ben de kırmak ayıp olur diye kabul ettim. Böylece Galeri Müdürü olarak derslere ücretli olarak girmeye başladım.

Dekan Bey Diyarbakır'da oturuyordu ama her hafta Urfa'daki Mühendislik bölümüne geliyordu. Her geldiğinde beni fakülteye alma teklifini yineliyordu. Ancak ben hep Galeri'nin bana güvenilerek açıldığını, yapacak çok işim olduğunu söylüyordum.

Bir gün bölümdeki hocalardan Mehmet Gümüşçü bana; "Cihat Bey çok ayıp ediyorsun. Millet üniversite hocası olmak için can atıyor. Sen koskoca dekanın teklini reddediyorsun. Bence ayıp ediyorsun." dedi. Bunun üzerine kararımı değiştirdim, Erkan hocaya olumlu yanıt verdim. Bana kadro açıldı. Diyarbakır'da sınava girdim. O günlerde ulusal dergilerde makalelerim yayımlanmıştı. Sergiler açmıştım. Konferanslar vermiştim. Bunlarla ilgili belgeleri de İstanbul'dan gelen sınav jürisine sundum. Yazılıda sorulan soruları da cevapladım ve böylece sınavı kazandım.
Ancak göreve başlayabilmem için Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nden muvafakat almam gerekiyordu. Ankara'ya gittim. Osman Nahya ile Genel Müdür Mehmet Özel'e çıktık. Talebimi ilettim. Genel Müdür bana kızgın bir eda ile "Kürkçüoğlu, biz Urfa'da sana güvenerek Güzel Sanatlar Galerisi açtık. Sen daha bir yıl dolmadan ve galerinin açılışı yapılmadan bırakıp kaçıyorsun. Muvafakat vermiyorum." dedi. Üzülerek odasından çıktık. Adeta kovulmuştum.

O sırada ailece tanıştığımız sevgili Mehmet Özbek ağabeyim Kültür Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu Şefi idi. Korosu Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı idi. Mehmet Abi'ye gittim, durumu anlattım. Genel Müdürden benim için ricada bulunup bulunamayacağını sordum. "Olur." dedi. Ertesi gün Genel Müdürlükte Fonetik Sanatlar Daire Başkanı Yaşar Doruk'un odasında buluşmamızı söyledi. Ertesi gün Yaşar Doruk'un odasında Mehmet Abi'yi bekledim. O sırada bir telefon geldi ve Mehmet Abi işinin çıktığını, gelemeyeceğini Yaşar Doruk'a söyledi. Çok üzülmüştüm. Yaşar Bey üzüldüğümü görünce sebebini sordu. Anlattım. Kalktı ve odadan çıktı. Geri geldiğinde; "Hadi hayırlı olsun, muvafakatin verilecek" dedi. Genel Müdürü bir şekilde ikna etmiş. Ancak "Yerine birini teklif etsin." demiş. Sevinçle Urfa'ya döndüm. Atanacak kişinin ya Sanat Tarihçi olması ya da resim bölümü mezunu olması gerekiyordu. Urfa Lisesi'nde resim öğretmeni Nevin Güllüoğlu Hanım aklıma geldi. Ona gittim. Durumu anlattım. "Biraz düşüneyim, babama danışayım" dedi. İki gün sonra da olumlu yanıt verince dilekçesini gönderdik. Nevin Hanım Galeride ben de üniversitede göreve başladık.

Bu olay sonucunda, Nevin Hanım'la benim yaşam akışımız ve hizmet alanlarımız değişti. Ben Üniversite çatısı altında Urfa kültürüne bir şeyler kazandırıp kazandıramadığımı bilemiyorum. Ancak Nevin Hanım'ın Galeri Müdürlüğü ve peşinden yaptığı Şanlıurfa İl Kültür Müdürlüğü sırasında Urfa'mıza çok çok şeyler kazandırdığı kesin. Kendisine rahmet diliyorum.