Sevgili okurlarım, sizi üç çeyrek asır geriye götürmek istiyorum. Alev ve dumanın Dünyanın dörtbir yanını sardığı yıllara, II. Dünya Savaşı yıllarına. O zaman ismi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olan Rusya esaretindeki Azerbaycan’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan 407 mültecinin büyük trajedisine. Neden mi? Oscar Wilde’nin De Profundis’de yazdığı gibi “Zamanın kendisi ilerlemez. Dönüyor, sanki acının bir merkezinin etrafında dönüyor”.  Yani acılar tekrar tekrar yaşanıyor.

Aralarında üç çeyrek asır olan iki büyük acıya farklı bir pencereden bir başka gözle bakmanın gerektiğine inanıyorum. Acılar ve trajediler yeniden yaşanmasın diye. Önce ilkine, canlarını kurtarmak için Ruslardan kaçarak Türkiye topraklarına girdiklerinde cennete kavuştuklarını düşünen 400 kadar insanın yürek yakan trajedisine gidelim.

Ordinaryus Profesör Dr. Reha Oğuz Türkkan

Ordinaryus Profesör Dr. Reha Oğuz Türkkan (1920-2010) bu faciayla ilgili anılarını 10 Mayıs 2009 günü Habertürk kanalında Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’ya anlatmıştı. Sözü rahmetli Reha Oğuz Türkkan Hocaya bırakalım.

"Yıl 1944. Ruslardan kaçıp Türkiye’ye iltica eden Azerbaycan Türkeri’nin Ruslara teslim edileceği hakkında haberler yazılıp çiziliyor ve ben bunu duyduğum için çıldırmış vaziyetteyim. Yaşım 23-24. Bir şeyler yapmak için Cumhurbaşkanı İnönü’yle görüşmek istedim.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, babam Halit Ziya Bey’in çok yakın arkadaşı Hasan Kemaleddin Gedeleç’e gittim “Sayın Paşamla (İsmet İnönü) görüşmek, tanışmak ve elini öpmek istiyorum” dedim. Aslında amacım içinde fırtınalar kopartan bu meseleyi birinci ağızdan İsmet Paşa’ya aktarmak ve muhtemel bir katliama engel olmaktı.

İnönü'ye gittim. "Paşam, Ruslardan kaçıp bize sığınan  Azerbaycan Türklerinin  Ruslara iade edileceğine dair rivayetler dolaşıyor. Herhalde size karşı büyük bir iftira bu” dedim. Büyük bir hiddetle “Bizim işimize karışma. Sen kim oluyorsun. Git kitabını oku“ dedi . 

“Efendim ben üniversiteyi bitirdim. Dergi çıkarıyorum makale yazıyorum” dedim. “Sen karışma bizim işimize” dedi. “Bu mültecileri iade edeceğiniz anlamına mı geliyor.” dedim. “Kemaleddin Bey bu genci niye getirdin” diyerek genel sekreter Kemaleddin Bey’e çıkıştı. Kemaleddin Bey’in yüzü kağıt gibi bembeyaz oldu.  Beni yaka paça dışarı attılar.

İnönü, bize sığınarak canlarını kurtardığını düşünen Azerbaycan Türkeri’ni Ruslara iade etti. Mülteciler Boraltan  Köprüsü’nü geçer geçmez kurşuna dizildiler. Osmanlı devrinde bile Sadrazam Tevfik Paşa, Rusya tehdit ettiği halde Osmanlı’ya sığınan Macar ve Polonyalı mültecileri iade etmedik. Harbi göze aldık. Sadrazam Tevfik Paşa İngiltere’ye gittiği zaman İngiliz üniversite gençleri siz büyük bir kahramanlık yaptınız diyerek Tevfik Paşa’ya büyük saygı gösterdiler ve Paşa’yı taşıyan atların dizginlerini tutarak refakat ettiler”.

Rahmetli Türkkan Hoca konuşmasına devamında şunları söylüyor: “Bu olaydan yıllar sonra Paris'te Sorbon  Üniversitesi’nde bir Azerbaycan Türkü ile tanıştım. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ruslardan kaçarak Amerikalılara sığınan 50 kişilik Azerbaycan Türkünden bahsetti. Rusya geri istiyor onları ve bastırıyor. ABD soydaşlarımızı  iade etmeye karar veriyor.  Mültecileri askerler eşliğinde yola çıkarıyorlar. Bir ormanlık arazide ABD'li komutan "Sizi Ruslara vereceğiz, onlar da öldürecek, en iyisi mi şu ormana doğru koşun. Ben de havaya ateş açayım. Sonra kaçarken öldürdük diye rapor edeyim" diyor.

Amerika’ya iltica eden 50 Azerbaycan Türk'ünü Rusya’ya vermiyor. Elin Amerikalısı Türkleri Ruslara teslim etmiyor ama Türkiye Cumhurbaşkanı İnönü kardeşlerimizi Rus’a teslim ediyor”.

Gaziantepli Bekir Doğan

Boraltan Köprüsü faciasının halen yaşayan şahitlerinden biri de o yıllarda vatani görevini yapmakta olan şimdi 100 yaşındaki Gaziantepli Bekir Doğan. Yıl 1945, Ağustos’un ilk günleri.  Bekir Doğan’ı çağıran komutanı  “Evladım bize verilen mühim bir görev var. Bir sevkiyat yapacağız” der ama ayrıntı vermez. Türkiye'ye sığınan Azerbaycan Türklerini geldikleri yere teslim etme görevidir bu.

Teslimata doğru yola çıkılır. Mülteciler perişan ve askerler ızdırap içindedir. Nereye varacaklarını ve ne olacağını hiç kimse tam olarak bilmemekte ama herkes kötü bir sonun yaklaşmakta olduğunu hissetmektedir. Mülteciler yol boyunca: "Bizi nereye götürüyorsunuz, Allah'tan korkmuyor musunuz, sizde vicdan yok mu?" diyerek askerleri ikna etmeye çalışırlar. Üsteğmen ağlaya ağlaya onlarla konuşur, telgraflar çeker  ama kimseyi ikna edemez. Ankara kararlıdır.

Sonunda Boraltan mevkisinde teslimat gerçekleşir. Aras’ın karşı sahilinde beklemekte olan Rus Askerleri tahta köprüyü isteme istemeye geçen mültecileri teslim alır. Bekir Doğan ve askerlerimizin biran olsun gözlerini ayırmadıkları kurbanlar, silah sesleri ile birlikte bir bir yere düşerler.

Olayın etkisinden kurtulamayan üsteğmen intihar eder. (AA, Bekir Doğan röportajı, Sefa Mutlu, 15.12.2020).

Saat, çakmak ve çakı

Mülteci Türklerin Sovyetlere teslim edilmek üzere Yozgat’taki mülteci kampından trenle sevkleri sırasında üzerlerindeki saat, çakmak, çakı, palto vesaireyi trenin pencerelerinden Kars halkına attıkları rivayet edilir.

….

Sözlerinde durmadılar

Güya bu bir esir değişimi idi ve mütekabiliyet esasına göre Ruslar elindeki üç Türk askeri Türkiye’ye iade edecek Türkiye 400 civarında mülteciyi Rusya’ya teslim edecekti. İlk aşamada 200 kadar mülteci Ruslara teslim edilir ve bunların tümü anında infaz edilir.

Ruslar ise kendilerindeki üç Türk esirin kaybolduğunu ve bulunamadığını ifade eder. Buna dayanarak Türkiye henüz Ruslara teslim etmediği elindeki kalan Azerbaycan Türkü mültecileri teslim etmekten vazgeçer.

….

Güneş Ne Zaman Doğacak?

Yıl 1977. Bu büyük trajedi 32 yıl sonra,  senaryosunu Tufan Güner’in yazdığı Mehmet Kılıç’ın yönettiği “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmi ile beyazperdeye aktarılır. İzlenme rekorları kıran filmde dönemin ünlü oyuncuları Cüneyt Arkın, Aydemir Akbaş, Turgut Özatay, Oya Aydoğan ve Kadir Savun rol alır.

Film, Mültecileri Ruslara teslim eden devrin yöneticilerine karşı çok büyük bir tepki oluşmasına yol açar. 19 Aralık 1978 günü Kahramanmaraş’ta film perdeye yansırken Çiçek Sineması’na bomba atılır. Bomba, Maraş Olayları’nın fitilini ateşler. Şehir savaş alanına döner. Yüzden fazla insanımız hayatını kaybeder.

Olayların ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Birçok kişiye göre yaşananlar, 12 Eylül darbesine gerekçe amacıyla hazırlanmış Sünni ile Alevileri birbirine kırdırmayı hedefleyen planlı tertiplerdir.

Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan

Boraltan Köprüsü Katliamı ilk kez hadiseden 6 yıl sonra  1951 yılında Demokrat Parti Tekirdağ milletvekili Şevket Mocan tarafından gündeme getirilmiştir. Nur içinde yatsın.

Türk tarihinde mültecilerin bu şekilde iade edildiği başka bir örnek yok

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi faciayla ilgili araştırmalar yapan Doç.Dr. İsmail Köse 2016 yılında yayınladığı "Boraltan Faciası: Türk Kökenli Sovyet Vatandaşı Mültecilerin Sovyetler Birliği'ne İadesi" başlıklı makalesinde 1945 yılındaki faciada Türkiye'ye sığınan Azerbaycan Türklerinin savaş hukukuna aykırı bir şekilde Sovyetler Birliği'ne iade edildiğini ve  193 kişinin sınırın karşı tarafına geçer geçmez kurşuna dizilerek katledildiğini belgeleri ile yazar.

Köse, Rusya’ya giderek Rus resmi kayıtlarını da incelediğini konuyla ilgili belgelerin Rusya devlet arşivlerinde bulunmadığını muhtemelen yok edildiğini tespit eder. Dr. Köse’nin tespitlerine göre Türk tarihinde mültecilerin bu şekilde iade edildiği başka bir örnek yok.

Doğru sayın Köse. İyi ki ikincisi yok ve asla olmamalı. Boraltan ise hiç yaşanmamalıydı. Ancak yakın zamanda birincisinden çok daha büyük yeni bir Boraltan Faciasıyla burun buruna geldiğimizi hatta adeta direkten döndüğümüzü ifade etmek gerekir. Nasıl mı?

Eğer bir iktidar değişimi olsaydı Esad zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecileri, Öncüpınar  ve Cilvegözü’nden kravatlı teröriste teslim edecektik az kalsın. Olamaz ama az kalsın gerçekleşiyordu.

Bu yazı vesilesiyle tüm siyasi partilerin Suriyeli mültecilerin akıbeti hakkındaki görüşlerini, planlarını ve yaklaşımlarını gözden geçirdim. Maalesef muhalefet partilerinde “Suriyelileri geldikleri yere göndereceğiz” şeklinde özetlenebilen seçim vaatleri söz konusuydu. Kimisi “seçimi kazanır kazanmaz hemen”, bazısı “Esat’la görüşerek peyderpey” diğer bazıları da aşağı yukarı bu minvalde taahhütlerde bulundular.

Bunlar hayat pahalılığından bunalmış, üstüne üstlük sığınmacılarla ilişkili ekonomik ve sosyal sorunlardan hayli etkilenen Türk halkının önemli bir kısmında karşılık bulan vaatlerdi.

Bu devasa konuda tamamen farklı düşünen iktidar bıçak sırtı giden bir seçimi kaybetmekle yüz yüze idi. Kravatlı katil birtakım şartlar öne sürerek Türkiye ile masaya oturmaktan kaçıyor ve devasa sorun tam bir çıkmazdaydı. Eğer kurbanları kravatlı katile iade etseydik, kadınların Sednaya gardiyanlarına ve erkeklerin kravatlı katil’in aç aslanlarına yem olacağını biz bilmiyorduk ama geri gitmek istemeyen sığınmacılar biliyordu. Biliyordular da alemin gözleri kör kulakları sağırdı.  Seslerini duyan mı vardı?. Bugün geldiğimiz noktada Suriye’de olan bitenleri öğrendikçe tüylerimiz diken diken oluyor. Türkiye, yeni bir Boraltan faciası hem de ondan milyon kat daha trajik olması hemen hemen kesin bir faciayı  yaşamaktan çok şükür kurtuldu.

Eğer bize sığınan çaresiz insanları kendileri asla istemediği halde dünyanın kabul ettiği mülteci haklarından sarfı nazar eli kanlı kravatlı diktatörün ellerine  teslim etseydik, yüzümüzün karasını  çıkarmak için değil Aras, koca Fırat’ın suyu dahi yetmeyecek ihtimal başka bir  Murat çıkacak yürek yakan bir başka  ağıt yazacaktı. Kim bilir.

BORALTAN KÖPRÜSÜ

Boraltan bir köprü, 

Aşar geçer Aras’ı,

Yuğsan Aras suyuyla, 

Çıkmaz yüzün karası.

Karası, karası, 

Merhamet fukarası,

Karası, karası, 

Merhamet fukarası.

Düşman bekler karşıda, 

Önüne kattı beni,

Can alınan çarşıda, 

Kardeşim sattı beni.

Dönüp seslendim geri, 

Merhametsiz birine,

Beni siz vursaydınız, 

Şu gavurun yerine.

       Ağıt Şiir: Ümit Murat Darga (1960-2022)

Bu nefis şiirin yayınlanmamış son dörtlüğünü de biliyorum. Ancak şair bu dörtlüğü yayınlamadığı için doğal olarak buraya alamıyorum. Mekanı cennet olsun Ümit Murat Darga’yı ve şiiri notalara döken çok değerli sanatçı Esat Kabaklı’yı yürekten tebrik ediyorum.

Son söz

İktidarı kaybetme pahasına Suriyeli kardeşlerimizi “Onlar sığınmacı değil Ensar’dır” diyerek katile teslim etmeyen Reis-i Cumhur sağlam bir irade göstermiş, sınav başarıyla geçilmiş ve Türkiye kazanmıştır. Yıllardır süren bu büyük beladan akılda kalan pek çok trajik kareler olmakla birlikte büyük resmi Suriye’de can veren şimdi cennette olan şehitlerimiz çizmiştir. Bu yazımı Suriye’de can veren kahramanlarımıza armağan ediyorum. Keder de sevinç de 85 milyonun  tümünündür.

İnsanın gerçek gücü sıçrayışta değil, sarsılmaz duruştadır. (Tolstoy)

 Hamza El Hatip

Yıl 2011. 13 yaşındaki Dera’lı Hamza El Hatib'in işkence edilerek katledilmesi, Suriye iç savaşını başlatan protestoları tetiklemişti.