Bir insan acı duyuyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyuyorsa insandır (Tolstoy). 

İnsan bu kadar mı güzel tarif edilir ustaların ustası. “Savaş ve Barış” ve “Anna Karenina” romanlarının ünlü yazarı, dünya tarihinin ençok okunan  edebiyatçı ve düşünürlerinden biri belki de birincisi,   Lev Nikolayeviç Tolstoy  (1828-1910) ya da kısaca Tolstoy insanı böyle tarif ediyor. Yoksul  Rus köylülerinin haline üzülerek tüm mal varlığını köylülere dağıtması ve para ödülü söz konusu olduğu için kendisine nobel ödülü verilmesine engel olması bu edebiyat dehasının  insanlığını kanıtlayan yaşamından sadece iki kesit. Tolstoy, bir Kafkas gerçeğini kaleme aldığı son romanı olan “Hacı Murat’ta” ünlü Çeçen Komutan’ı Hacı Murat’ın yüksek ahlakını, cesaretini, kahramanlığını, zekasını bihakkın teslim ederken Çar, Rus komutanlar ve Rus askerlerinin  tabiri caizse ipliğini pazara çıkarır.  Tolstoy’un erdemsiz, nefisperest ve dürüstlükten yoksun insanlara tahammülü yoktur ve onları bozuk paraya benzetir.  “Moneta (Rusça’da bozuk para) insanın cebini deler, bozuk insan da kalbini. Bu yüzden ikisini de harcayın gitsin.” der. İşte bu nedenle olsa gerek “Hacı Murat” romanında Çar’ı  ve Rus askerlerini bozuk para gibi harcamıştır. 

Bu dev adam 1910 yılının bir Ekim sabahı, 82 yaşında iken   “Nereye olursa olsun uzaklara, Bulgaristan’a, Kafkasya’ya, yabancı ülkelere, insanların, şan ve ünün artık kendisine ulaşamayacağı, sonunda yalnız kalabileceğim, kendimi ve Tanrı’yı bulacağım yerlere gitmek istiyorum.” diyerek yola çıkar. Ne var ki bu O’nun son yolculuğu olur. Ardında paha biçilmez bir hazine bırakarak dağların arasındaki Astapovo tren istasyonunda başka âlemlere kanatlanır. 

Gizli çağrı

Tarihin sayfalarına altın harflerle yazılmayı hak eden şu mükemmel tanım  gizli bir çağrı içeriyor aslında. Herkesi başkalarının acılarına duyarlı olma çağrısı bu. Ve bunu insan olmanın olmazsa olmazı sayan bir çağrı. 

Öldürmekten zevk alan sadistler, soykırımcılar ve zalim katiller

Tolstoy,  insan olmanın asgari şartını   “başkasının acısını duyma” hissinin var olması olarak tanımlar. Bu tanıma göre  tüm insan topluluğunu “insanlar” ve “canlılar” olarak ikiye ayırabiliriz.  Canlılar topluluğuna baktığımızda aralarında başkalarının acılarına duyarsız vurdum duymazlar, egoistler ve benciller yanında sadece başkalarına duyarsız olanlar değil  daha da kötüsü  insanlara acı çektirmekten hatta en kötüsü insan öldürmekten zevk alan sadistler, soykırımcılar ve zalim katiller de var. Var oğlu var. İnsan katarından çıkmış bu son örnekleri diğerleri ile örneğin akmaz kokmaz, sırf kendine çalışan sarmaşık gibi vurdum duymaz canlılar ile aynı kefeye koymak vicdana sığmaz.  Ya da örneğin komşusunun açlığına, susuzluğuna ve acısına duyarsız “canlı” ile komşusunun ekmeğini çalan, suyunu kesen, malını gasp eden ve hayatına kasteden “canlı” da var. O halde insan vasfını yitirmiş olanları birbirinden ayrı iki kategoride görmek gerekir: “Sadece kendi acısını duyanlar” ve “kendi acısını duymakla birlikte başkasına acı vermekten zevk alanlar”. İnsanlığın asıl yüzkaraları kendi acısını duymakla birlikte başkasına ızdırap vermekten zevk duyanlar değil mi? 

Söz buraya gelmişken başkasına izdirap vermekten zevk duyan “canlıların” somut örneklerini hatırlayabilir miyiz?  İnsanları canlı canlı kızgın ateşli fırınlarda yakan Hitler, beşiğinde uyumakta olan bebekleri bir anda kömüre çeviren Truman, köy çocuklarını aniden her yeri kaplayan  kızgın alevlerle  dağlayan Johnson, İkiz kulelerde binlerce masum insanı katleden 11 Eylül zalim teröristleri, bir milyon Iraklı’nın katili George Walker Bush, Hama halkını topyekün  yok eden Hafız Esad, kendi ülkesini mezbahaneye çeviren oğul Beşar Esad, Bosna Kasabı Ratko Mladic, Oslo Katliamının faili  Brevik ve bu satırlara sığmayacak kadar uzun bir katiller listesi. Bu listenin en başına yazılması gereken bir isim daha var ki tahmin edebileceğiniz gibi Israil’li Netanyahu. Buraya bir paragraf açmak gerekiyor. Bu “canlı”  belli ki özellikle çocukları ve kadınları öldürmekten sadistçe bir zevk alıyor. Okuduğum kaynaklar soykırımcı katillerin kurbanlarının özellikle çocuklar ve kadınlar olduğunu ve bunun da nedeninin çok açık olduğunu yazıyor. Bir zamanlar Arap Yarımadası çöllerinde yenidoğan kız çocuğunu toprağa canlı olarak gömen “insan” olmayan “babalar” peydahlanmıştı. Günümüz de ise yine bu coğrafyada çocuk kanı akıtmaktan zevk alan bir kasap var.

Arz-ı Mev’ud

Arz-ı Mev'ud (Vadedilmiş topraklar) bizimdir. Tevrat'ta Tanrı  Hz. İbrahim'e ve soyuna bu toprakları vadetmiştir” diyerek Gazze soykırımını meşrulaştıran başkasap Netanyahu! Kulaklarını dört aç! Mošeh (İbranice Musa) (A.S.) size “Arz-ı Mev'ud’a kavuşmak için kadın çocuk demeden öldürün” yetkisini tanımış olabilir mi? İnsanlığın medarı iftiharları Allah’ın elçilerinden biri olduğu Kur’an-ı Kerim’de geçen ve “ismet” sıfatına sahip bir peygamber Musa ( A.S.) mümkün müdür ki böyle en büyük ve en dehşet günaha onay versin. O halde bugün sen, geçmişte de Hz. İsa’yı ( A.S.) çarmıha geren ataların insan suretine bürünmüş şeytandan başkası değilsiniz. Sen,  Tanrı’nın  vadettiği kutsal toprakları çocuk ve kadınları öldürerek ele geçirmeyi böylece Tanrının rızasını kazanmayı ümit eden bir sapıksın. 

Ya bu sapığa alkış tutanlar? Onlar var ya onlar. Şeytanın yol arkadaşı olan “canlılar”. 

Dünyanın efesi ABD’nin henüz dümene geçmeyen başkanı da öyle. O ki Gazze’de katledilen 20.000’den fazla çocuğun adını ağzına almadan “20 Ocak‘ta işbaşı yapıyorum. Ben gelene kadar elinizdeki   İsrail askerlerini (en çok 100 kadar olduğu tahmin ediliyor) serbest bırakmazsanız orayı cehenneme çeviririm” diyerek  tehdit savuruyor. Dünyanın en dehşetli pedofili hükümlüsü “cezaevinde intihar eden” Epstein’in samimi arkadaşı yeni başkan, alnında sus payı davasının kesinleşmiş mahkeme kararı ile “başı dik” ve “ alnı açık” olarak kaybettiği geçen seçimden hemen sonra bastığı Beyazsaray‘a doğru böbürlene böbürlene yürüyor. Ne diyelim? Allah dünyayı korusun.

 

Suriye’ye bahar gelmiş Aylan!

Ama o görmeyecek. Bu yazımı minik bedeni önceden hiç görmediği Ege denizinin tuzlu sularında Bodrum’da sahile vuran üç yaşındaki (şimdi yaşasaydı 12 yaşında olacaktı) Aylan’a ithaf ediyorum. Suriye’deki baharı göremeyecek ama bulunduğu yerde en güzel baharları yaşıyor.