Doksanlı yılların sonunda tanışmıştım GAPGündemi'yle. Sağlıkla ilgili yazılarımın yayınlandığı sayfalarda yeniden görünmek hoş bir duygu. Yazarlık bir yana herşeyden önce 30 yıla yaklaşan bir okuruyum gazetenin.
"Gelen ağlar, giden ağlar" denilen, Mezopotamya'nın kalbinde, çok kültürlü ve medeniyetin beşiği er-Ruha (Urfa'nın tarihsel isimlerinden) yıllarım 1997 yılı sonbaharında başlar.
Tıpta yandal uzmanlık eğitimi nedeniyle 2,5 yıllık ayrılık dönemi hariç pek çok hatıraların şekillendirdiği iki bölümden oluşan on yılı aşkın bir süreçtir bu dönem. Bu dönemin benim açımdan başka bir değişle insan sağlığı açısından en etkileyici hadisesi Fırat Suyu'nun Urfa Tünelleri'nden akarak şehir merkezine ulaşmasıdır. Çünkü su ab-ı hayattır. Şifanın kendisi, hijyen ve temizliğin başıdır.
Bizzat şahit olduğum suya kavuşmanın insan sağlığına etkisini ele almadan önce Urfa yıllarının öne çıkan konu başlıklarına kısa kısa değinmek isterim. Tarım gözüyle bakıldığında en çarpıcı başlık Ferhat-Şirin benzetmesi yapıldığı Fırat'ın Harran'a kavuşmasıdır. Ferhat, Şirin'e kavuşmak için dağları delmiş. Fırat, Harran'a kavuşmak için devasa tüneller açmıştır. Turizmci gözüyle ise elbette Göbeklitepe'nin keşfi. Eğitimci gözüyle kesinlikle Harran Üniversitesi'nin kurulması.
Harran Üniversitesi doğup büyümekle kalmamış yıllar içinde Siirt Üniversitesi, Bingöl Üniversitesi ve Bitlis Üniversitesi'nin kurulmasında büyük pay sahibi olmuştur. Öte yandan yeni kurulan bir çok üniversitenin kadrolarında Harran Üniversitesi'nde lisans yüksek lisans ve doktora eğitim almış akademisyenler başarıyla görev almıştır. Ulaşım gözüyle öne çıkan başlık ise GAP Havalimanı ve otoyoldur.
Kendi mesleki alanıma yeniden dönecek olursak. Yıl 1997. Şehitlik Tepesi'ndeki HRÜ Araştırma ve Uygulama Hastanesi poliklinikleri'ne yeni adım atmıştım. Kanlı ishal ve ateş şikayetleri ile getirilen bebekler kapıda sıra sıra dizilmiş.
Dokuz yıllık çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanıyım. Böyle bir barsak hastalığı salgınına şahit olmamışım. Bir gün sonra açıklanacak gaita incelemesi sonucuna göre ilaç yazmak gerekiyor. Beklemek mümkün mü? Bölgede deneyim kazanmış arkadaşlarıma danıştım. "Hocam, labaratuvar sonucunu beklemeyin. Bu amipli dizanteridir. İlaçlara hemen başlayın" cevabını alır almaz reçeteleri yazdım. Peşinden labaratuvara indim. Amipleri mikroskopta bizzat gözlerimle gördüm. Biryandan göç bir yandan hızlı nüfus artışını karşılamaktan çok uzak yetersiz sağlıklı su arzı. Suların çok kısıtlı ulaştığı kenar mahallelerde sorun felaket. Ağız yoluyla bulaşan mide-barsak enfeksiyonları ve parazitleri inanılmaz sık. Şigella, tifo, paratifo, ekinokok, tenya, amip, giardia, çengelli kurtlar ve oksiyür v.d.'nin saymakla bitmez komplikasyonları.
O yıllarda HRÜ'de görev yapan Hocalardan mide-barsak enfeksiyon ve parazitleri ile tanışmayan kesinlikle yoktur. Tifo'ya bağlı barsak delinmesi nedeniyle ölümün kıyısından dönen doçent hocamızın yaşadığı ızdırap ise asla unutulmaz. İstanbul'da öğrencilik yıllarımda bir uzmanlık tezi okumuştum.
Beşiktaş ilçesinde su sıkıntısı öncesi ve sonrası barsak parazitlerinin durumunun karşılaştırılmasını amaçlayan bir tez çalışmasıydı. Sonuç siyah ve beyaz kadar netti. Beşiktaş İlçesi'nde sağlıklı su sorunun çözülmesi barsağın paraziter hastalıklarını neredeyse sıfırlamıştı.
Şanlıurfa ölçeğinde bu gerçeği Fırat Suyu'nun şehre ulaşması ve arıtılarak dağıtılması ile bizzat yaşayarak gördüm. Temiz suya erişim yukarıda saydığım hastalıkları bıçakla keser gibi yoketmişti. Bir başka çok önemli sorun düşük aşılama oranlarıydı. Aşı konusunda yanlış inanışların etkisi azımsanmayacak kadar ciddiydi. Aşı ile korunabilir hastalık sıklığı doğal olarak Türkiye ortalamasının çok üstündeydi ve menenjit, tüberküloz ve kızamığa bağlı komplikasyonlar çok ciddi sorundu. Konuyla ilgili bu sayfalara sığmayacak kadar çok pek çok dramatik vaka ile karşılaştım.
Üçüncü bir sağlık sorunu özellikle şehrin kenar mahallelerinde ve kırsalda düşük gelir düzeyine bağlı protein ve enerji alımının yetersizligi tıbbi tabiriyle malnütrisyon ve vitamin eksikliklerinin hayret veren sıklığıydı. Bugün gelinen noktada halkın sağlığında özellikle bebek ve çocuk sağlığında ciddi iyileşmeleri büyük bir memnuniyetle görmekteyiz. Son olarak bölgede yüksek oranda gerçekleşen yakın akraba evliliklerinin kaçınılmaz sonucu genetik geçişli hastalıkların Türkiye ortalamasının çok üstündeki sıklığıdır.
Genetik geçişli metabolik hastalıkların teşhisinde Hacettepe Üniversitesi'nden kıymetli Prof. Dr. Turgay Coşkun Hocamın bilimsel desteğinden burada mutlaka bahsetmem gerekir (Bu bağlamda Hacettepe Üniversitesi'nin duayen hocaları Prof. Dr. Meral Topçu ve SSPE felaketinde yakın işbirliği yaptığımız Prof. Dr. Banu Anlar'a ayrıca mutlaka teşekkür etmek gerekir). Bu işbirliği sayesinde bir çok hasta çocuğu teşhis ettik. Bazılarını bilimsel dergilerde yayınladık.
Sonuç olarak ifade etmek isterim ki pek çok ciddi sorunun çözümünde önemli başarılara imza atılmış olmakla birlikte yakın akraba evlilikleri gibi çözümünde yol alınamayan sorunlara çözümü çok zor başka devasa dertler eklenmiştir: Bunların başında şüphesiz yüksek ivme ile eklenen sığınmacı sorununu yazmak gerekir.
Bu yazımda bardağın dolu kısmını nazara vermeyi tercih ettim. Bunun, insana enerji veren, motivasyon kazandıran ve güç toplamasını sağlayan doğru bir yöntem olduğuna inanıyorum. Bardağın sadece boş kısmını nazara vermek felaket tellallığı gibi bir şey. Aslında en doğru olanı bardağın hem boş hem dolu kısmını aynı gözle görebilmek olsa gerek.
Bu sayfalarda sağlık ve eğitim odaklı başka yazılarda buluşma ümidiyle kıymetli okurlarımın izniyle sözlerimi şimdilik noktalarken geçmişte ve şimdi bu sayfalarda yazmama imkan veren değerli gazeteci, bölgenin gözü kulağı Sn Veysel Polat beyefendiye çok teşekkür ediyorum.