“Orta Doğu'da neler olduğunu açıklamak için kelimeleri tükettim.”

“Gazze’de yaklaşık 44 bin kişi öldü. Öldürülenlerin %70'i kadın veya çocuk; en fazla can verenler 9 yaş altı çocuklar. Bu savaş değil soykırım. Gerçekleri inkar edemezsiniz."

"Almanya evet, geçmişte Yahudiler’e yaptıklarından dolayı kendini suçlu hissediyor olabilir. Ancak Filistinliler bundan sorumlu değil ki. Tarihinizle ilgili bir sorununuz varsa, çözmeye çalışın ancak bunun bedelini başkalarına ödetmeyin. Bunu bu kadar açık bir şekilde söylediğim için üzgünüm ancak olan biten çok dramatik. Olan biten çok korkunç."

Ağzına sağlık Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell.

İyi ki Avrupa’da Josep Borrell’ler, Thomas Gould’lar, Pedro Sanchez’ler, Stefano Apuzzo’lar, Danilo Della Valle’ler, Marc Botenga’lar ve Nabil Boukili’ler var.

Yine Borrell’e kulak verelim:

“AB üyesi ülkeler, ICC tarafından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında verilen tutuklama emirlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Roma sözleşmesini imzalayan devletler mahkemenin kararını uygulamakla yükümlüdür. Bu isteğe bağlı değildir"

“Uluslararası toplumun tüm üyelerine ve özellikle Avrupa Birliği üyelerine bir çağrı yapmak istiyorum. Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni baltalayamayız.”

"Küresel adalete sahip olmanın tek yolu bu. Hesap verebilirliği uygulamanın tek yolu bu. Avrupalılar uluslararası mahkemeyi geciktirmeden tam olarak desteklemezlerse, uluslararası ceza mahkemesi işe yaramayacaktır."

İşte adamlık bu. Adam gibi adam Josep Borrell..

Almanya bu süreçte kötü bir sınav verdi. Avrupa Birliği’nin en önde gelen ülkesi duruşuyla Gazze Soykırımı’na tepki vermek bir yana katile cesaret verdi ve uzatılan mikrofonlara mütemadiyen resmi devlet ağzıyla “İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyerek maalesef bir anlamda kendi ayağı sayılan Avrupa Birliği’nin ayağına kurşun sıktı. Almanya ne zamana kadar İsrail’e karşı mahcubiyet yaşayacak? ABD, Hiroshima, Nagazaki, Vietnam ve Irak trajedileri hiç yaşanmamış gibi mahcubiyet bir yana kendini dünyaya barışın garantörü olarak pişkin pişkin boy gösterirken tarihin gördüğü en zalim katillerden biri olan “Hitler’in Ülkesi” bir türlü kendine gelememiştir. Gazze Trajedisinin Almanya’ya düşen izdüşümü maalesef budur. Üstelik, Yahudi soykırımının failinin halkın iradesiyle seçilmiş bir başkan değil bir faşist diktatör olmasının yanı sıra kuşaklar değişmesine ve aradan üçü çeyrek asır geçmesine rağmen “Hitler’in ülkesi” söyleminin halen altından kalkamamıştır Almanya. Gazze Soykırımı‘ndaki tavrını “ İsrail’in kendini savunma hakkı” olarak belirleyen Almanya küçülmüş de küçülmüştür. Girdiği iki cihan Savaşı’nı da kaybeden Avrupa Birliği’nin motoru yokuşta arıza vermiştir.

Japon çocuklarını anında kömüre çeviren Truman, Vietnam çocuklarını Napalm bombası ile dağlayan Johnson ve 11 Eylül Katliamı’nın faturasını 1 milyon masum Iraklı’ya kesen Bush’un ABD’si değil mi? Gazze kasabının sırtını sıvazlayan Biden‘ın Amerika'sı değil mi? ve “Biden yerine ben olsam beceriksiz Netanyahu işi çabuk

bitirirdi” diyen, ABD Mahkemesi’nde hüküm yiyen sarı üniformayı giyen başkan Trump değil mi?

Cesur yürek Josep Borrell bakın ne diyor: “ABD, artık Obama dönemindeki ABD değil. Örneğin Franco yönetimindeki İspanya da , Gonzalez dönemindeki İspanya’dan farklıydı.” ve “Trump bir dikatördür. Trump ile diktatör Franco arasındaki fark ABD Başkanı’nın halk tarafından seçilmesidir.”

Trump‘ın ABD’ye başkanı olması Bekri Mustafa’nın küçük Ayasofya Camisi’ne imam olması olayını anımsatıyor:

Bekri Mustafa olayı

Türk edebiyatının meşhur hikayelerinden biridir. Yaşanmıştır ve gerçektir.

1593-1634 yıllarında yaşayan Yorgancı Ahmet Ağa’nın oğlu Bekri Mustafa 18 yaşındayken annesinin de vefatıyla yalnız kalarak genç yaşında yorgancı bazı arkadaşlarının da ısrarı ile bu dönemde içkiye başlar ve medrese eğitimini ve dükkânı da bırakarak Kumkapı’da Agop’un Meyhanesinin başlıca müdavimleri arasına karışır. Çok geçmeden gece gündüz meyhanede içki içmekle vaktini geçirir. Bit gün Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede Küçük Ayasofya Camii'nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırmasını söylerler.

Bekri Mustafa, "yok, ben hoca değilim” dese de, hiç kimse dinlemez ve zorla onu öne geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder.

Bekri Mustafa gülerek cevaplar: “Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya Camisi’ne imam oldu dersin. Onlar durumu anlar.” der.

Evet Bekri Mustafa’lar ABD’de işbaşında.

Son söz: sevgili okurlar, güney sınırlarımızda cereyan eden son gelişmelerin arka planını düşünmek zorundayız. Suriye’de çok zor olan barış ve huzurun tesisi yolunda olumlu bir süreç işlemeye başlamışken kazanın yeniden kaynatılması İsrail ve ABD’nin işine gelir ve klasik bir deyimdir: “Bir çatışma veya savaş kimin işine yarıyorsa fitili ateşleyen odur.”

“Neden Gazze?” diye soran okurlarıma: Bir hekim münhasıran çocuk hekimi öncelikle çocukları yaşatmak, sadece yaşatmak değil acısız, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşatmak için vardır. O halde komşumuzda yaşanmakta olan çocuk katliamını yazmak hekimliğin doğasındandır. Anadolu’nun ücra bir köşesinde bir çocuğu ısıran köpeğin yaşam hakkını savunan hayvanseverlerin duyarlığını düşünün. Bizim, insanın ve çocukların bırakınız mutlu yaşamını sadece yaşam hakkını savunmamız ve duyarlığımız ne kadar az. Değil mi?