Cihat Hocayla ne zaman, nerede tanıştık, hatırlamıyorum. Değişik yerlerde karşılaşıp selamlaşır, belki bir iki cümle konuşurduk, o kadar. Yazık olmuş, o fırsatların kıymetini bilememiş, Urfa’da iken daha yakından tanımadığım ve kendisinden istifade edemediğim için yazık etmişim.

2020 yılında başladığım Eski Urfa yürüyüşlerimle ilgili olarak sosyal medyada yaptığım paylaşımlara yaptığı uzun yorumlar üzerine kendisini keşfettiğimi söyleyebilirim. Ondan sonrası kendiliğinden geldi. Bazen WhatsApp üzerinden yazışarak, bazen telefonda uzun uzun konuşarak görüştük; daha çok ben sordum, o hiç yüksünmeden cevap verdi, doküman gönderdi. Bu arada kitaplarıyla da tanıştım; bazıları bizzat geçti elime, bazılarının PDF formatlarına ulaştım. Hâsılı o uzun yürüyüş yazılarımda kitaplarından ve kendisinden çok istifade ettim.

Bir ara başladığım ve ancak birkaç isimle sınırlı kalan biyografi yazılarımdan birinin konusu da kendisi oldu. Unutmuyorum; o yazıda, Urfa’ya bu kadar hizmeti geçtiği için isminin bir yerlere verilmesini teklif etmiştim. Okur okumaz arayıp o kısmın çıkarılmasını istemişti.

Sonra kısa biyografiler yerine bu uzun röportajlara başladım. O konuda da çok desteği oldu. Birçok isimle yapacağım röportajın ön hazırlıklarında kendisinden bilgi aldım. Bazı isimlerle röportaj yapmamı da o tavsiye etti.

Tabii kendisi de röportaj listemin başlarındaki yerini almıştı. Fakat Ankara’da idi, hep yolunun Urfa’ya düşmesini bekledim. Bu arada, yine Urfa kültür ve sanatına büyük hizmetleri geçmiş olan abisi Ressam Nihat Kürkçüoğlu ve bir küçük kardeşi çok yönlü sanatçı Fuat Kürkçüoğlu ile de röportaj yapmıştım.

Aradan çok zaman geçip de gelmediğini görünce, röportajımızı hiç olmazsa telefonla yapalım diye aradım. Önce tamam dedi, sonra gönderdiği mesajda “Sesli kayıt benim için zor. Sorularınızı gönderin yazılı olarak cevap vereyim. Umarım bana pozitif bir ayrımcılık yaparsınız.” dedi. Ben, aslında röportajlarımın yüz yüze veya telefonda da olsa doğal olmasını tercih ediyorum. Ama Cihat Bey çok titiz olduğu için vereceği cevaplarda hiçbir şeyin yanlış veya eksik olmasını istemiyor. Ne diyeyim? Kabul ettim tabii.

Ben sorularımı yazıp gönderdim; o da cevaplarını yazıp gönderdi. Sonra bir iki sefer telefonla görüşerek ufak tefek bazı değişiklikler yaptık. Nihayet son şeklini aldı. Sağ olsun, böylece bana pek iş bırakmamış oldu.

Bence ortaya güzel bir röportaj çıktı.

***

M. Sarmış: Sevgili hocam! Önce mensubu olduğunuz Kürkçüoğlu ailesinin geçmişi ve önemli şahsiyetleri hakkında bilgi almak isterim?

C. Kürkçüoğlu: Büyüklerimizin kuşaktan kuşağa bizlere anlattığına göre ailemizin bilinen en eski ferdi “Koçak Osman” da denilen Osman Koca imiş. Osman Koca geniş çevresiyle birlikte Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran seferine katılmış, sefer dönüşünde oğlu Mahmut Koca bilinmeyen bir sebeple idam edilerek Pötürge’ye gömülmüştür. Gözden düşüp İstanbul’a götürülen Osman Koca bir süre

sonra affa mazhar olup Urfa bölgesine “Kal’a Ağası” olarak gönderilmiştir. Dediğim gibi bu bilgiler sadece kuşaktan kuşa aktarılan ve belgelere dayanmayan rivayetlerdir.

Ben son 10 yılda yaptığım araştırmalarla ailenin şecere tablosunu hazırladım. Yerel tarih araştırmacısı ve Urfa’daki aileler üzerine araştırma ve makaleleri olan Avukat Müslüm Akalın da sağ olsun arşiv belgelerine dayanarak ailemiz ile ilgili geniş bir makale hazırladı. Bu makale ŞURKAV Şanlıurfa Dergisi’nin 42. Sayısında yayımlandı.

Belgelerde adı geçen en eski aile büyüğümüz Hacı Mehmet Ağa’dır. Aile büyüklerimizin anlattığına göre Hacı Mehmet Ağa, Osman Koca’nın tek oğludur. Yine belgelere dayanarak Hacı Mehmet Ağa’nın Hasan Ağa, Seyyid Halil (Halil Koca), Abdi Ağa ve Abdülbaki (Bakır) adlarında dört erkek evladı olduğunu biliyoruz. Bunlardan Abdurrahman ya da Hacı Baba olarak da bilinen Abdi ve Abdülbaki veya Baki olarak da bilinen Bakır’dan gelenler Birecik’e yerleşmiş ve Soyadı Kanunu çıkınca “Birecikli” soyadını almışlar. Hasan Ağa’dan gelenler bir süre “Urfa Kale Ağası” görevini yürütmüş ve sonradan “Caber”, “Kale Ağası”, “Çelikkol” soyadlarını almışlar. Halil Koca ise (Seyyid Halil) kürk ticareti ile uğraştığından dolayı soyundan gelenler “Kürkçü”, “Kürkçüzade” lakabı ile tanınmış ve Kürkçüoğlu soyadını almışlar.

Ayrıca, Seyid Halil’in torunlarından Mehmet Çavuş ve Hüseyin’den gelenler “Kürkçü”, Abdülkadir’den gelenlerin bir kısmı “Caymaz”, bir kısmı da “Kürkçü-Kürkçüoğlu” soyadını almış.

M. Sarmış: Anladığım kadarıyla bu değişik soyadlarını taşıyanların tümü Seyyid Halil’in torunları ve hepsi amca çocuğu oluyor.

C. Kürkçüoğlu: Evet hocam. Soyadlarımız değişik ama, hepimizin dedesi bir ve hepimiz özbeöz amca çocuklarıyız.

M. Sarmış: Peki hocam, bu Urfa Kale Ağalığı hakkında belgeler ulaşabildiniz mi, yoksa o da sadece rivayet mi?

C. Kürkçüoğlu: Hayır, rivayet değil. Bununla ilgili elimizde H.1253/M.1838 tarihli bir ferman var. Bu fermanda Padişah II. Mahmut’un “Ruha Kal’ası Enderun-u Azebân”ı Hasan oğlu Ali’nin vefat etmesi üzerine yerine Ali’nin oğlu Ebubekir’in tayin edildiği” belirtilmekte. “Hasan kimdir?” derseniz, Hacı Mehmet Ağa’nın yukarıda bahsettiğim dört oğlundan biridir ve Ali de onun oğludur. Yani bu fermanla Ali’nin oğlu Ebubekir’in Urfa Kale Ağalığı’na atandığı anlaşılıyor.

M. Sarmış: Kale Ağalığı görevi kime kadar devam etmiş?

C. Kürkçüoğlu: Son Kale Ağası’nın Ebubekir’in oğlu Maksud Ağa olduğunu ve 1915 yılında vefat ettiğinde Mevlid-i Halil Camii haziresine defnedildiğini biliyoruz. Mezarı halen duruyor.

M. Sarmış: Ailenizden siyasette, kültür ve sanatta isimleri öne çıkan çok isim var. Bildiğim kadarıyla hayır hasenatta bulunanlar, Osmanlı Meclis-i Mebusan üyeliği, Urfa Belediye Başkanlığı yapanlar, şairler, ressamlar, akademisyenler var. Bunlardan da kısaca bahseder misiniz?

C. Kürkçüoğlu: Haklısınız. Çok isim var; ben en çok bilinenler hakkında kısaca bilgi vereyim. Seyyid Halil’in beşi erkek (Bu erkeklerden biri babamın dedesi olan ve kardeşim Süleyman Sabri’nin adını aldığı Süleyman Efendi’dir), ikisi kız olan çocuklarından 1875 tarihinde vefat eden oğlu Hacı Osman Efendi’nin terekesinden çok zengin biri olduğunu anlıyoruz. Hacı Osman Efendi’nin oğlu Ahmet Bican’ın Kutbeddin Camii’ni tamir ettirdiğini, İkinci Abdülhamid zamanında Gaziantep ilinde doğan ve Suriye’den geçerek Fırat Nehri’ne dökülen Sacur Çayı üzerine bir köprü, Suruç İlçesinde kendi adıyla bir cami, Urfa’ya iki han yaptırdığını biliyoruz.

M. Sarmış: Suruç’taki camiyi biliyorum. Zannedersen bu camiye bir de vakfiye hazırlatmış. Urfa’da yaptırdığı hanlar duruyor mu?

C. Kürkçüoğlu: Suruç’ta yaptırdığı caminin vakfiyesini 28 Mayıs 1887 tarihinde Şer’i Mahkeme tescil ettirmiş. Camiyi yaptırıp vakfiyesini hazırladıktan sonra Hacca gitmiş ve 18 Ağustos 1887’de Mekke-i Mükerreme’de vefat etmiş. Oraya defnedilmiş. Üniversitemiz Tarih Bölümü’nden Doç.Dr.Yasin Yaş hocamız Ahmet Bican ve Suruç’taki Camii ile ilgili önemli bilgileri belgelere dayanarak bir makale halinde yayımladı.

M. Sarmış: Ahmet Bican’ın Urfa’da yaptırdığı hanları biliyorum. Onlardan da biraz bahseder misiniz?

C. Kürkçüoğlu: Biri Köprübaşı’nda, halk arasında “Ahmet Naci’nin Garajı” olarak bilinen han. Hâlâ duruyor, ama maalesef iyi durumda değil.

M. Sarmış: Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında içine giremesem de damına çıkıp incelemiştim. Güneye bakan kapısı ve üzerindeki kitabesi orijinal.

C. Kürkçüoğlu: Evet. Yalnız kesin inşa tarihini bilmiyoruz. Güney cephedeki hicri 1318 miladi 1900 tarihli kitabe ikinci kattaki misafirhane-otelin yapılış tarihi. Bican Ağa 1887 tarihinde vefat etmiş. Yani ikinci kat kendisinden sonra yapılmış. Bir ara çıkan bir yangında bu kat yanıp yıkılmış. Han sonraları Yemen Askeri Mustafa Ağa tarafından satın alınmış. 1960’lı yıllarda Ahmet Naci Türkmen tarafından yazlık Türkmen Sineması olarak işletilmiş. Bu yüzden han onların adıyla da anılır. Geçtiğimiz yıllarda turizm amaçlı restore edildi, bir ara restoran olarak kullanıldı. Zannedersem şimdi kullanılmıyor. Yazık oluyor.

M. Sarmış: Diğer han da Aşağı Çarşı’daymış. Ben onu niyeyse hatırlamıyorum.

C. Kürkçüoğlu: Evet, İsotçu Pazarı’ndaydı. 1886 tarihinde yaptırmış. Halk arasında Emniyet Oteli olarak bilinir. Üst katı bir ara karakol olarak kullanılmış. Ancak o han da 1980’li yıllarda yıktırılarak yerine Özdiker Kuyumcular Çarşısı olarak bilinen bina yaptırıldı. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz yıl o bina da yıkıldı ve yeri meydana dönüştürüldü. Bekliyoruz, bakalım yerine ne yapacaklar?