M. Sarmış: Pekâlâ şimdi derleme konusuna geçelim. Sizin arkadaşlarınızla yaptığınız geniş çaplı derleme çalışmaları var. Böyle bir fikir sizde nasıl oluştu?

A. Akbıyık: Şimdi bir defa derleme çok mühim iş. Türkülerimiz, hoyratlarımız, çiftelerimiz kültürümüzün ana kaynaklarından… Halkın bağrından çıkmış, halkın sadece zevkine değil, özel ve sosyal hayatına dair de önemli ipuçları veriyor. Tarihimizi, gelenek ve göreneklerimizi, duygu ve düşüncelerimizi de öğretiyor. Milleti tanımak için sadece müziğini ve türkülerini bilmek bile yeterli olabilir. Şimdi bu gibi değerlere "somut olmayan kültürel miras" diyorlar.
Biz müzikle ciddi şekilde uğraşıyorduk. İşin ustalarıyla tanışıyor, aynı cemaatlerde oturup kalkıyorduk. Araştırdıkça, doğru dürüst yazılı bir kaynak olmadığının farkında vardık. Var, ama çok az. Oysa zaman geçiyor. Geçtikçe de o müziği bilenler, o türküleri yakanlar, besteleyenler vefat edip gidiyor. Zaten çoğu gitmiş. Biz hiç olmazsa mevcudu kayıt altına alalım dedik ve Sabri Kürkçüoğlu ile beraber planlı programlı bir şekilde derleme yapmaya karar verdik. 80'li yılların başları… O günden sonra kaynak kişileri ziyaret etmeye, ses kaydı almaya başladık.
O sıralarda ben Hizmet Gazetesinde köşe yazıları yazıyorum. Kaynak Kişi Tenekeci Mahmut Güzelgöz de Halk Kütüphanesinde personel olarak çalışıyor. Hafta sonları kütüphane açık. Ben de müsaidim. Yanına gidiyorum. Yanında bulunan daktiloya kağıt takıyorum. O bir yandan kütüphaneye gelen çocuklarla ilgileniyor, kartlarını alıp veriyor, bir yandan da bana anlatıyor. Mıkım Tahir, Kel Hamza, Bekçi Bakır, yok Damburacı Derviş, yok falan, yok filan… O bunların hepsiyle oturup kalkmış, hepsini tanıyor, hayatlarını biliyor. O anlattıkça ben yazıyorum. Ondan sonra kaybolmasın diye götürüp Hizmet Gazetesine veriyorum. Orada, Abuzer Akbıyık ve Sabri Kürkçüoğlu adına "Folklorumuz" diye bir sayfa açmışız. Her birimiz toparladıklarımızı götürüp orada yayınlıyoruz. Uzunca bir süre böyle devam etti.  Bazen de önüne teyp kasetini koyup mesela "Urfa makam geleneğini anlat." diyoruz. "Hicaz nedir? Uşşak nedir? Hüzzam nedir? Geçişleri nasıl olur? Bir mecliste hangi makamdan başlanır, nasıl devam ettirilir, nasıl sonlandırılır?" O da anlatıyor.

M. Sarmış: Yine kütüphanede mi oluyor?

A. Akbıyık: Yok bu sefer evde. Bizim evde, onların evinde, odamızda, başka evlerde… Tabii bu dediğim 6-7 senelik bir süreç.

M. Sarmış: Kimler var?

A. Akbıyık: Sabri'nin (Kürkçüoğlu) adını söyledim. Oğlu Osman Güzelgöz var. Bazı derlemelerde başka arkadaşlar da var. Mesela Salih İlhan var,  Mustafa Çıkkan var, fotoğraf çekiyorlar, İzzet Özdemir var, ses kaydı yapıyor.
M. Sarmış: Kamera yok mu?
A. Akbıyık: O sonra oldu. 1985 yılı olması lazım. Samimiyetimiz çok ilerlemişti. Bir gün dedim ki "Mahmut amca artık sizi bir kameraya çekelim." "Olur." dedi. O ara rahatsızlandı. Aylarca bekledik. Müsait olunca onların evinde buluşup çekim yapmaya karar verdik. En önemli bantlardan biridir o. Kazancı Bedih de var. Bedih amca Tenekeci Mahmut'un çırağıdır. İşte de yanında çalışmış. Ama o zamana kadar hiç bir arada söylememişler. Usta-çırak meselesinden dolayı… Yani ustasının yanında okumak istemiyor. Ama artık kendisi de usta olmuş, meşhur olmuş, başka meclislerde söylüyor, ama ustasının yanında okumamış. Fakat ben böyle bir çekim yapacağız diye kendisinden rica edince tamam dedi, kabul etti. Filanca gün, filanca saatte Tenekeci Mahmut'un evinde buluşacağız. Ev Eyyübiye'de, çok uzak. Fakat bizim hiçbirimizin aracı yok. O sırada İbrahim Halil Çelik belediye başkanı. Ona müracaat ettik. "Bize bir araç verin, bu arkadaşları hem toplasın, hem de sonra evlerine dağıtsın." "Tamam" dediler, bir minibüs tahsis ettiler. O gün geldi ama hava müthiş! Nasıl bir yağmur yağıyor? Sanki gök delindi. Her tarafı sel bastı. Karakoyun'un kenarındaki bazı evlerde insanlar mahsur kalmış. Onları kurtarmak için Anzılha'daki kayıkları götürmüşler. O yüzden belediyenin tahsis ettiği araba gelmedi. Arabaların hepsi selden adam kurtarmaya gitmiş. Neyse, biz o sabah bir şekilde Eyyübiye'ye ulaştık. Tenekeci Mahmut'un evini bilir misiniz?
M. Sarmış: Bizzat görmedim, ama yerini biliyorum. Oğlu Osman Güzelgöz anlatmıştı. Miskinler Camii'ne yakın bir yerdeymiş. Daha sonra belediye o sokağa Tenekeci Mahmut'un adını vermiş.
A. Akbıyık: Evet. Eskiden Kötüler Mahallesi denirdi. Mahmut Amca bir sohbetinde bu mahallenin ismi "Kötüler" değil; esas ismi tarihte buralarda yaşamış  "Gutiler"den gelir derdi. Neyse… Biz bir şekilde oraya gittik. Hemen hemen herkes gelmiş. Osman Güzelgöz var, küçük kardeşi Mehmet Güzelgöz var, Sabri (Kürkçüoğlu) var, Müslüm Öncel var, Mahmut Yeşildağ var; bunların hepsi bana yardımcı oluyorlar. Ayrıca Bakır Karadağlı, Arif Çelik, Mustafa Savaş var. O günün genç sanatçıları Halil Sezgin var, Mehmet Delioğlu var, Bahattin Balyemez var. Çetin Özden var, onun abisi kanun çalan Yaşar Özden var. Halil Yücetepe var. Bedih amcanın oğlu Naci Yoluk var.

M. Sarmış: Yani, Urfa ağzı ile söyleyeyim o "halla malla"ya rağmen gittiniz.

A. Akbıyık: Gittik tabii. Ama bir tek Kazancı Bedih yok. Bizi bekliyor olmalı, çünkü öyle anlaşmıştık. Evi Haşimiye'nin oralarda bir yerde. Kimsenin arabası yok ki gidip getirsin. Daha biz böyle düşünürken bir baktık ki Bedih amca cümbüşü elinde çıkıp geldi. Ama nasıl? Adeta "çömçe gelin" olmuş, sanki suya batıp çıkmış. Adam gelir gelmez bize iyi bir ders verdi. Biz daha, "Gelecektik, araç gelmedi." filan diye mazeret bildirmeye çalışırken o "Yeğen" dedi, "Biz söz vermişsek, ölümden farz geliriz. Gelmediysek bil ki ölmüşüzdür. Baktım ki siz gelmediniz, ben kalkıp geldim." Tabii biz çok mahcup olduk, ama artık yapacak bir şey yok. Usta haklı. 
İbrahim Tezölmez: Mehmet Akif (Ersoy) gibi ha! Hani arkadaşı Mithat Cemal Kuntay'ın evine gitmek için söz vermiş de, o gün İstanbul'a çok kar yağmış, her türlü ulaşım aracı durmuş, çalışmıyor, ama Akif o karda kıyamette yürüyerek gitmiş. Sözünde durmuş olmak için…
A. Akbıyık: Evet. Biz orada hem kamera kaydı yapalım, hem de ses kaydı yapalım diye düşünmüştük. Öyle de yaptık. O sıralar abimin asker arkadaşı Ali Basmacı'nın videobant kiralama işyeri vardı; kamerayı o getirdi. O sırada TRT'de çalışan Salih İlhan da kullandı. Müzik faslına geçmeden önce ben Tenekeci Mahmut ve Kazancı Bedih ile hayat hikâyeleri üzerine röportaj yaptım. Sonra da müzik faslı başladı. Türküler, hoyratlar, gazeller okudular. Çok güzel bir bant oldu. Daha sonra başına "Komodor" (Commodore) bilgisayardan bir jenerik de yaptık.
M. Sarmış: O yıllarda Urfa'da bilgisayar imkânı var mıydı?
A. Akbıyık: Vardı. Siyah beyaz tabii. Komodor çok meşhur bir modeldi o zaman. Ali Basmacı bandın bir kopyasını istedi, verdik. "Almanya'dan, Avrupa'nın diğer ülkelerinden gelen hemşerilerimiz istiyor, verelim mi?" diye sordu; "Verebilirsin." dedik. Böylece o bant yurtiçi, yurtdışında pek çok yere dağıldı. İzzet Özdemir de büyük kasnak teyple müzik faslını kaydetti. Daha sonra "Türkülerle Şanlıurfa-Tenekeci Mahmut-Kazancı Bedih Müzik Faslı" adıyla Özdemir Kasetçilik tarafından çoğaltılıp satıldı. Böylece çok geniş meraklı kitlesine ulaştı. Bu projenin yapımcısı benim. Fakat, ben ne çalıyorum, ne söylüyorum, ne teybim var, ne fotoğraf makinem var, ne kameram var hiçbir şeyim yok, ama organizasyonu ben yapıyorum. Herkes sağ olsun koşa koşa geliyor. Herkes gönüllü. Para pul kimsenin gündeminde yok. İşte ilk yapımlarımızdan biri Tenekeci Mahmut'un evinde yaptığımız bu videobant ve kasettir.
M. Sarmış: "Türkülerle Şanlıurfa" adıyla ŞURKAV tarafından çıkarılan bir kaset daha var.
A. Akbıyık: O başka. Biliyorsunuz, ŞURKAV 1990'da kuruldu. İlk sıra gecesi ekibi de resmi olarak ŞURKAV bünyesinde kuruldu. Aralarında Mehmet Nacak, Naci Yoluk gibilerin de bulunduğu ekip tarafından yapılan bir kasete de "Türkülerle Şanlıurfa" adı verildi.

M. Sarmış: Başka müzik kasetleri de hazırlamışsınız.

A. Akbıyık: Evet, tabii. Yine Özlem Kasetçilik'ten çıkan "Mehmet Delioğlu-Urfa ve Kerkük Türküleri" kaseti ile "Enstrümantal Urfa Ezgileri-Mehmet Nacak ve Arkadaşları" kaseti.