M. Sarmış: Derleme yaptığınız isimlerden biri de Kazancı Bedih. Onu derleme için zor ikna ettiğinizi okumuştum.
A. Akbıyık: Tabii. Derleme öyle kolay bir şey değil. Eline teybi al, git kayıt al. Öyle olmuyor. Yöreyi tanımak gerekiyor, tecrübe gerekiyor, bilgi gerekiyor, sabır gerekiyor. Ayrıca insanları tanımak, ünsiyet kurmak, güven vermek, ikna etmek gerekiyor. Tanımadığınız biriyle hemen röportaj yapamazsınız, yoldan geçen birini tutup türkü okutamazsınız.
Kazancı Bedih az konuşan biriydi. Daha önceki röportaj girişimleri başarılı olmamıştı. Benim de önceden fazla samimiyetim yoktu; tanıyordum ama samimi değildim. Röportaj yapmayı düşündüğümde çevremdekiler "Seni de kırabilir." dediler. Ben de öyle bir durumla karşılaşmamak için çok temkinli davrandım. Onun Aşağı Çarşı'da bir iş yeri vardı. Ucuzluk Pazarı'nın orada. Küçücük bir yer, bir metre eninde ancak…
M. Sarmış: Kazancı dükkânı mı?
A. Akbıyık: Benim gittiğim dönemde artık kazancılık yapmıyordu. Demlik ve benzeri ufak tefek ev eşyalarının tamirini yapıyordu. Yaklaşık altı ay boyunca yanına gittim. "Selamün aleyküm" diyorum; "Otur." diyor, oturuyorum. Halini hatırını soruyorum. Çay söylüyor, içiyoruz. Haftaya bir daha gidiyorum. Konuya girmiyorum. Muhabbeti ilerletmeye çalışıyorum. Nihayet bir gün geldi, fark etti benim başka niyetlerim olduğunu. "Yeğen!" dedi, "Sen bir şey söyleyeceksin galiba, ama söyleyemiyorsun." Dedim "Dayı, söyleyeceğim, ama beni kırarsın diye korkuyorum." "Yav hele söyle." dedi. "Seninle bir röportaj yapmak istiyorum." dedim. Aslında daha önceden başka ortamlarda çok bulunmuşuz, kendisini dinlemişiz, beraber meşk yapmışız, televizyon çekimleri yapmışız… Ama böyle bire bir görüşmemişiz. Hep müzik yapmış, gazel okumuş, türkü söylemişiz, ama hiç hayatını konuşmamışız. Ben niyetimi söyleyince "Olur yeğen." dedi. "Niye kırayım seni?" Çok sevindim tabii. "Ne zaman?" dedim. Filan gün dedi. O gün biz yatsı namazından çıktık, bir konukevine gittik. Halil Binbaşıoğlu da kamerasını getirdi.
M. Sarmış: Halil Binbaşıoğlu kim?
A. Akbıyık: Eskiden YSE diye bir kurum vardı; "Yol, Su, Elektrik Kurumu"... Onun müdürü idi. Urfalı. Eski soyadı "Erkmen", sonradan değiştirmiş, "Binbaşıoğlu" yapmış. Müziği, kasetleri, bantları çok seven biri.  İcracı değil, araştırmacı. Hali vakti yerinde. Oğulbey Köyünde arazileri vardı. Kamerası var, kayıt alıyor. Birçok kaydımızı o aldı. Kazancı Bedih'ten başka, Abdurrahman Savaşan'ın, Yusuf Bilgin'in kamera kayıtlarını da o yaptı. İşin garip tarafı ben şu kadar sene bu işlerle uğraştım; son yıllara kadar ne kameram vardı, ne fotoğraf makinem. Hatta teybim de yoktu. Param olmadığından değil, çevremdeki dostlarımda olduğu için bana ihtiyaç hissettirmediler. Ne zaman rica etsem seve seve gelirlerdi. Fotoğrafları Sabri Kürkçüoğlu çekerdi, Salih İlhan çekerdi, benim teyzem oğlu (Mustafa Çıkkan) çekerdi. Ses kayıtlarını İzzet Özdemir yapardı. Kamera deyince yine Salih'i bulurduk, Halil Beyi bulurduk. Neyse işte, o gün Halil Bey de konukevine gelip kamerayı kurdu. Kazancı Bedih bir buçuk iki saatlik bir konuşma yaptı. Daha doğrusu biz sorduk, o konuştu. Hayatını anlattı.
M. Sarmış: O sırada derleme de yaptınız mı?
A. Akbıyık: Tabii tabii. Arada gazel okutuyorum, türkü okutuyorum. Hem röportaj hem derleme. Ben ayrıca notlar aldım. Sonra da o anlattıklarını bir makale haline getirip bir dergide yayınladım. O günden sonra artık Bedih amcayla konuşmak için Urfa'ya kim geldiyse diyordu ki "Abuzer Beyin yanına gidin. Her şeyi ona anlatmışım."
Daha sonra kendisini konser için birkaç defa İstanbul'a götürdük. O gitmelerden biriyle ilgili olarak şunu da anlatmak istiyorum. Sanat ve sanatçıya verilmesi gereken değeri belirtmek açısından önemli. İstanbul'da bir Urfa gecesi yapılacak. Dernekteki bazı Urfalı arkadaşlar organize ediyor. Bana dediler ki "Kazancı Bedih'i ve grubu ile sen konuş anlaş. Neyse yol masrafları ödeyeceğiz." O zamana kadar ekip, böyle programlara otobüsle gidiyor. Türkiye turuna minibüsle çıkıyor. Geceyi organize edenlere dedim ki "Kazancı Bedih uçakla gelecek. Bize ya uçak biletini göndereceksiniz ya da parasını…" "Grup otobüsle geliyor." filan dedilerse de "Arkadaş bu Kazancı Bedih." dedim.  "Ustaların ustası… Uçak olmazsa gelmez. Ayrıca ikinci bir şartım daha var. Gelince nerede kalacak? Ben de geliyorum. Öyle üçüncü sınıf bir otel kabul etmeyiz. Beş yıldızlı olmasa da en azından dört yıldızlı bir yerde ağırlayacaksınız. Sanatçıya hak ettiği kıymeti vereceksiniz." dedim. 
M. Sarmış: Ne oldu?
A. Akbıyık: Kabul ettiler tabii. Uçakla gittik. Bizi denize nazır bir misafirhanede ağırladılar. Ben de kendisiyle aynı odada kaldım. Çok da memnun kaldı. Ona kalsa "Ben otobüsle de giderim." diyordu. "Olmaz dayı!" dedim. "Mesele sadece senin şahsın değil. Sanata ve sanatçıya değer verilmesi meselesi. Sen önemli bir insansın. Bu senin en tabii hakkın."
Oradaki bir hatıramı da anlatayım. Hani kovboy filmlerinde ceplerinden şöyle ince ufak metal bir şey çıkarıp içki içerler ya! Programdan önceki akşam Bedih amca ile oturuyoruz; bir ara cebinden ona benzer bir şişe çıkardı, içiyor. Kafam karıştı. "Eskiden neyse de, bu adam artık hacı olmuş, ilahi okuyor. Yoksa hâlâ içki mi içiyor?" diyorum kendi kendime.  Bir şekilde sormam lazım; yoksa içim rahat etmeyecek. Bir punduna getirip sordum: "Dayı neydi o içtiğin?" Soru şeklimden "Acaba o içki mi?" diye sorduğumu anladı.  "Ben içki içmem yeğen." dedi.  "O içtiğim saf zeytinyağıdır." Anla, dinle, bak, meğer sesini açmak için zeytinyağı içiyormuş. "İyi ki sormuşum dayı. Yoksa, içki içtiğini zannedip günahını alacaktım." dedim. "Olur mu ya!" dedi. "Biz o işleri bırakmışız artık. Geldik İstanbul'a, sahneye çıkacağım. Hani mahcup olmayalım diye… Sesimizi korumamız lazım." Tabii bu da adamın sanatına ve dinleyicilerine duyduğu saygıyı gösteriyor.
M. Sarmış: Tenekeci Mahmut ve Kazancı Bedih'ten başka kimlerden derleme yaptınız?
A. Akbıyık: "Mahmut Ağe" dediğimiz Mahmut Yetkin var. Karaköprülü İsmail Aksoy var. "Kurrik Mihe" var, Mehmet Sağlamkol; Naci Gençkol'un babasıdır; sanıyorum sonradan soyadlarını "Gençkol" olarak değiştirdiler. Yusuf Çavuş var (Kuşçuoğlu), Bekir Savaş'ın babası "Cincıh 'Abe" (Abdurrrahman Savaşan) var… "Urfalı Babe" diye meşhur Yılmaz Kayral var. Onunla görüşmek için ta Mersin'e gittim, üç dört gün kaldım. Araya çeşitli aracılar koyup ancak razı ettim. Yusuf Bilgin var. Yine Halil Binbaşıoğlu var.  Kısaslı Âşık Sefaî (Mehmet Acet) ve Âşık Celalî (Veli Göncü) var. Kamberiye Mahallesinden Abdülkadir Rızvanoğlu var. Fırıncı Şemsi Parmaksız, Mehmet Gözoğlu (Fırıncı Mahe), Culhe Mahmut Hafız, Şair Şükrü Algın, Tenekeci Mehmet (Karakaş)... Daha çok da, hepsini şimdi hatırlayamıyorum. Biz o çalışmalarda sadece türkü derlemedik; halk hikâyeleri, masallar, maniler gibi pek çok halk kültürü unsurlarını da derledik, kayıt altına aldık. Mesela, halk kahramanı Urfalı Nezif ile ilgili kız kardeşi ve yeğenleri Nezif ve  Kazım Güzeller ile röportaj yaptım, Urfa'nın kurtuluşu ile ilgili Kurtuluş Gazisi Ahmet Mesçi ile görüşme yaptım. 
İbrahim Tezölmez: Bazılarıyla görüşmeye ben de katıldım. Kısas'a gittim, Tülmen'e gittim. Kamberiye Mahallesinde Abdülkadir Rızvanoğlu ile yapılan görüşmede de vardım.
M. Sarmış: Kamberiye, bizim mahallemiz… Abdülkadir Rızvanoğlu'nu da bilirim, onunla da röportaj yaptım. Ama o ilahi okuyor, kaside okuyor diye biliyorum.
A. Akbıyık: Biz olaya sadece türkü ya da halk müziği olarak bakmadık. Gerektiğinde dini musiki de dinledik, derledik. Kaside, ilahi ya da Urfa'daki deyişle "çifte"… 
M. Sarmış: Derleme yapmak için nerelere gittiniz?
A. Akbıyık: Daha çok Urfa merkezde yaptık. Bazı ilçelerine de gittik. Kısas'a çok gittik. Orada Âşık Sefaî ile Âşık Celalî ile görüştük. Daha sonra Sabri (Kürkçüoğlu) ile beraber her ikisi için ayrı ayrı kitap hazırlayıp bastırdık. Başka bazı köylere de gittik. Tülmen'e gittik; orada Ahmet Gözühoş'la röportaj yaptık. Rahmetli hem bağlama çalardı, hem şairdi. Fuat Rasgeldi ile müzik üzerine görüşmeler yaptık. Zeki Coşkun ile Urfa kahramanları üzerine röportaj yaptık. 
M. Sarmış: Bugüne kadar kaç derleme yaptınız diye sorsam…
A. Akbıyık: Rakam vermem mümkün değil. Çok derleme yaptık. Hepsi kasette, kayıtları duruyor, ama hepsi notaya alınmadı. Mesela Tenekeci Mahmut'la yaptığımız pek çok kaset var. Bazılarında hikâye anlatmış, bazılarında türkü okumuş, bazılarında makam geleneğini anlatmış, bazılarında ünlü insanların hayatlarını, hikâyelerini anlatmış, bazılarında türkü hikâyelerini anlatmış… Yine mesela Yusuf Çavuş, iki kaset doldurmuş, en az on, on beş tane bilmediğimiz türküyü okumuş. Yine Yusuf Bilgin'in türkü, ilahi okuduğu bantlar var. Bütün bunların hepsi neticede derlemedir, ama biz hepsini notaya aldırıp, başka türkülerle karşılaştırıp, onaylansın diye bir yere sunmamışız. Onun için ancak TRT repertuvarına girenler resmiyet kazanıyor ve bizim derlememiz sayılıyor.