M. Sarmış: Başka bir şey sorayım; Urfa yetmezmiş gibi Adıyaman üzerine de bir kitabınız var: "Adıyaman Türküleri ve Oyun Havaları". Hem kitap hem CD. O nasıl oldu? Adıyaman'la alakanız nedir?
A. Akbıyık: Biz Ankara'ya gittikten sonra, orada da müzikle ilgilenmeye devam ettik. Tabii oradaki müzik çevresiyle de irtibatımız oldu. Onlardan biri de Salih Turhan. Kendisi Elazığlı. Kültür Bakanlığında ses sanatçısı. Aynı zamanda araştırmacı. 60-70 tane kitabı var. Müzik alanında Türkiye'deki en yetkin isimlerden biri. Bizim de kendisiyle samimiyetimiz oldu. "Sadece Urfa olmasın; değişik yörelerle ilgili olarak da çalışma yapalım." dedik. Şu an elinizde olan "Yemen Türküleri" kitabı da bunun bir sonucudur. Biliyorsunuz, hangi meclise gidersek gidelim, Urfalılığımız öne çıkar, illa müzik, illa sıra gecesi konusu açılır. Askere bile gitseniz "Hele bir türkü söyle, hele bize bir çiğköfte yap." derler. "Bilmiyorum." deseniz, "Yav sen nasıl Urfalısın? Nasıl bilmezsin." derler. Adıyaman işi de öyle oldu. Bir gün, Ankara'daki bir toplantıda o zamanki Adıyaman belediye başkanı (M. Necip Büyükaslan) ile karşılaştık. Sağdan soldan konuşurken söz yine müziğe geldi. Başkan "Yav niye bizim Adıyaman ile ilgili bir çalışma yapmıyorsunuz?" dedi. Olur mu olmaz mı diye konuşmaya başladık. Aramızda Mehmet İmir adlı Adıyamanlı bir arkadaşımız da var. Hem derlemeci, hem bestekâr… Başkan onu da teşvik etti. O da "Başım üstüne, gelin, bize ne düşüyorsa memnuniyetle yaparız." dedi. Gittik. Hem o kitabı hazırladık hem CD'sini yaptık.

M. Sarmış: Şimdi başka bir alana geçebiliriz: Halk oyunları… Küçük yaşlardan beri ilgi alanlarınızdan biri. Anlatmıştınız; dayınızın arkadaşı Mustafa Şahin geldiği zaman size çeşitli figürler gösteriyor, o zaman başlayan ilginiz giderek gelişiyor, oynamakla kalmayıp eğiticiliğini de yapıyorsunuz. O süreci anlatır mısınız?

A. Akbıyık: Evet, dediğiniz gibi küçük yaşlarda o şekilde başlayan merakım giderek arttı. Kalaboynu ve Harrankapı başta olmak üzere pek çok mahallede yapılan düğünlerde, dörtlü değnek ve diğer halay oyunlarını oynayan ustaları seyrettim. Eskiden, nahit taşından inşa edilmiş hayatlı evlerde yapılan mahalli düğünlere ünlü oyuncular davet edilirdi. Düğün öncesi oyuncular için kırmızı-beyaz mendil ve değenek (değnek) yaptırılırdı. Oyuncular gelince hürmet edilir, üst başta onlara yer verilirdi. Dörtlü oyun başladığında herkes pür dikkat onları izlerdi. Dörtlü oyunun bir bölümünde, sesi güzel olan biri oturur, başına mendil konur ve o kişi zurna eşliğinde yakıcı sesi ile hoyrat okur. Ardından hareketli müzik başlar ve oyuncular oynamaya başlar.  Onlar değenekle bir biriyle çarpışırken, damdan onları seyreden kadınlar da zılgıt çalarak onları galeyana getirir. Rahmetli bestekâr Abdulkadir Algın bir türküsünde bu sahneyi şöyle kaleme almış: 
"Damlarda zılğıt sesi
Heyatta hoyrat sesi
Dedim kapida kulam
Dügünün koptu sesi" 
İlkokul, ortaokul ve lisede müzik çalışmalarına paralel olarak halk oyunları çalışmalarına da katıldım. Kurslara devam ettim. Çeşitli programlarda hem müzik hem halk oyunları gösterilerine katıldım. Üniversite yıllarında da hem bağlama kursu hem halkoyunları kursuna katıldığımı söylemiştim. Fakat esas profesyonel çalışmalara askerden geldikten sonra başladım. 80'lerin başlarında… Mehmet Dörtkardeş diye ünlü bir oyuncu vardır; şimdi İstanbul'da, o sıralar Urfa'da Kapalı Spor Salonunda halkoyunları kursu veriyor. Ben de katıldım. Urfa yöresi oyunlarını biraz biliyordum, ama o kursta detaylarıyla öğrendim. O vesileyle halkoyunları oynayan pek çok arkadaşla tanıştım.  Bir halk oyunları ekibi oluştu. Kimler var? Yusuf Çirkin, Fahri Mekik, Ziya Yetim, Mehmet Çoban…  Şimdi isimlerini hatırlayamadığım birkaç arkadaş daha vardı. Zaten Cemal Akbaş, Mehmet Direkli ve Mehmet Erdoğan, Sanat Okulu ekibinde oynayan ve Türkiye birincilikleri olan arkadaşlardı. Kurs hocamız Mehmet Dörtkardeş de hakeza… Ülkemizi ve Urfa'mızı temsilen yurt dışına da gitmişler.

M. Sarmış: Bir dernek de kurmuşsunuz.

A. Akbıyık: Evet, adı geçen arkadaşlarla daha sonra ŞURHOY Derneğini kurduk. Yani "Şanlıurfa Halk Oyunları Derneği"… Bu dernek adına kurslar açtık. Kurslarımıza çok ilgi vardı. Her bir kursumuza 100'ün üzerinde, hatta bazen 200-250 civarında kursiyer katılırdı. Başlangıçta kurs için uygun yerimiz yoktu. O zamanki Kültür Müdürü ile görüştük, bize çok yardımcı oldu. Halk Kütüphanesinde kurs açtık. Kurs başlamadan önce ortadaki masaları, sandalyeleri sağa sola çekip oynanacak yeri oluştururduk. Oranın müstahdemi Mehmet abi de, sağ olsun, siler süpürürdü, biz de kendisine yardımcı olurduk. O kadar idealisttik yani. İki saatlik kurstan sonra salonu yeniden eski düzenine getirip öyle çıkardık. Yer olmadığı için bir müddet o şekilde devam ettik. 1990'da ŞURKAV kurulduktan sonra kurslara o çatı altında devam ettik. Orada aramıza genç arkadaşlarımızdan Şükrü Üzümcü de katıldı. Başka arkadaşlar da katıldı. Şartlarımız iyileşti. Ticaret Lisesinin spor salonunda çalışmaya başladık. Bir müddet de belediyeye ait Şair Nabi Kültür Merkezinde kurs verdik. Bu şekilde kurslarımız yıllarca devam etti.

M. Sarmış: Ekip olarak siz veya kurs verdiğiniz gençlerle yurt içi yurt dışı yarışmalara katıldınız mı?

A. Akbıyık: Evet, tabii. Mesela Romanya'ya gittik, Bükreş'te, Timişora'da (Timisoara, Osmanlı zamanında Temeşvar) düzenlenen bir festivale katıldık. Yurt içinde de birkaç televizyon programına katıldık. Mesela, hemşerimiz Nuri Sesigüzel'in Urfa'ya gelip yaptığı bir programda ben de ekiple beraber oynadım.
M. Sarmış: O zamanlar ilkokuldan liseye kadar Urfa'daki okullarda halk oyunları ekipleri olurdu; bunlar arasında çok iddialı yarışmalar düzenlenirdi. Şimdi o ekipler de yok, öyle yarışmalar da yapılmıyor. Bu konuda ne diyorsunuz?
A. Akbıyık: Çok haklısınız. 80'li 90'lı yıllarda okulların çoğunun halk oyunları ekibi vardı. Hepsi büyük bir titizlikle çalışırdı. Yapılan yarışmalara çok sayıda ekip katılırdı. 40, 50, 60, bazen daha fazla… Sonraları sayı 15-16'lara kadar düştü. Biz durumu 2005 yılında ŞURKAV adına devrin valisi Şemsettin Uzun'a ilettik. O dönemde vali beyle beraber ŞURKAV'ın mütevelli heyet üyeleri arasında her ay sıra gezilirdi. Biz de üye olduğumuz için katılırdık. İşte o sıraların birinde Vali Beye bu konuyu açtık; yarışmalara ilginin çok düştüğünü, kursların azaldığını, bu gidişle gençlerimizin halk oyunlarından iyice kopacağını söyledik. Vali Bey "Ne yapalım?" dedi. "Her okula bir ekip çıkarma mecburiyeti getirelim." dedik. "Okullar niçin katılmıyorlar, ne gibi sorunları var?" diye sordu. Biz de anlattık: Okullarda halk oyunları eğitmeni yok. Okulların bütçeleri yok. Aynı sebeple davulcu zurnacı tutamıyorlar. Kıyafetlerin de belli bir maliyeti var." "Ne yapabiliriz?" diye sordu. Biz de bütün bunlara çözüm olarak "Siz Halk Eğitim Merkezine birkaç davulcu ve zurnacı alın. Bir program dâhilinde okullara gidip çalsınlar. Elbise alamayan okulların ekipleri gerekirse eşofmanla oynasınlar. Yeter ki bu kurslar verilsin, bu yarışmalar düzenlensin." Benim bir tezim vardır; eğlenerek spor… Çeşitli yerlerde yazmışım bunu. Diyorum ki, çocuklarımıza manasız beden eğitimi hareketleri yerine halk oyunlarının figürlerini öğretelim, eğlenerek spor yaptıralım. Hem spor olsun, hem geleneğimiz yaşasın. Şu anda da benim savunduğum düşünce budur. Milli Eğitim'in müfredatına girse bütün çocuklara halk oyunlarını öğretmiş oluruz. Böylece hem spor yaparlar hem ritim duygusunu öğrenirler hem de kültürlerini yaşatmış olurlar. Vali Bey "olabilir" deyince ben ve Şükrü Üzümcü, teklifimizi vali yardımcısı üzerinden bir dilekçe ile Milli Eğitim Müdürlüğüne ilettik. Hatta ekinde sunulmak üzere bir rapor da yazdık. O zamanki Milli Eğitim Müdürü Mehmet Küçük, kültürel işlere bakan şube müdürü de Nihat Yıldırım'dı; benim de okul arkadaşımdır. Milli Eğitim Müdürü her okul bir halk oyunları ekibi çıkaracak diye bütün okullara bir yazı yazdı. Bundan dolayı bazı okul müdürleri, bu teklifin bizden geldiğini bildikleri için bize sitem de ettiler. Olsun… Şükrü Bey okulların beden eğitimi hocalarına halk oyunları kursu açtı. Davul zurna işi de dediğimiz şekilde yapıldı. Neticede o yılki yarışmalara katılan okulların sayısı, önceki yıla göre en az üç kat arttı.

M. Sarmış: Sizin ilk kitabınız da "Şanlıurfa Halk Oyunları" kitabı.
A. Akbıyık: Evet, 1989 yılında basıldı. İşin içine o kadar girince yazayım dedim. O kitapta Şanlıurfa folkloru, evlenme törenleri ve gelenekleri var. Halk oyunları, oyunlardaki hareketler var. Oyunların hikâyeleri var. Meşhur oyuncular var. Kıyafetler var…