M. Sarmış: Ahmet abi Milli Selamet Partisi kurulunca sizin de çeşitli görevler aldığınızı biliyorum.
Ahmet Apaydın: Evet, sizinle yaptığımız önceki röportajda söylemiştim. Bir defa haberim olmadan beni partiye üye yaptılar. Yine haberim olmadan belediye meclis üyeliğine aday gösterdiler.
M. Sarmış: Kimler?
Ahmet Apaydın: Asım Gültekin… Hasan Paşa Camisi'nin imamı Kemalettin Hoca'nın kardeşi. Suudi'den, Mısır'dan ve Şam'dan üç diploma sahibi bir zat. Hanımı Suriyeli idi. O gidip il başkanı Kemal Kayacan'a, belediye meclis üyelerini esnaftan seçin demiş. Benim ismimi de o vermiş. Sonra gelip bana söyledi. İşim kârım çok, daha önce size anlattığım gibi yüküm ağır filan dediysem de ısrar etti. Bu arada dedim ki "Kardeşim partinin gençlik kolu başkanı, onun etkisi de olabilir, ama karşı çıkanlar da olabilir." Kemal Kayacan il başkanı, Remzi Küçük ilçe başkanı… O ısrara devam edince "İyi" dedim ve kabul etmek zorunda kaldım. Bir gün belediye hoparlöründe Milli Selamet'in meclis azalarının isimlerini yayınlıyorlar. Komşum, Allah rahmet etsin, o da öldü, geldi dedi ki "Yahu sen "Selametçi mi oldun?" Dedim "He. Niye sordun?" Dedi "Belediyenin hoparlöründen adını duydum." "Olabilir." dedim. Neyse sonunda seçildim. Tabii yeni görevime uymak için eski düzenimi büyük ölçüde bozmak zorunda kaldım.
Mahmut Apaydın: Onu encümen azası yapan esas benim. Bir şeyden haberi yok. Hatta benim partici olmama da sinirleniyordu. Hatırlıyor musun, bilmiyorum. Bir gün dükkâna geldi; yanımda da iki tane arkadaş vardı. Kızdı. "İşini kârını bırakmışsın. Partiyle uğraşıyorsun. Biz esnafız. Bizim partiyle ne işimiz olabilir?" O zaman Mehmet Oymak buna dedi ki "Ahmet abi, sen Milli Selamet Partisinin nasıl bir parti olduğunu bilsen kardeşine çatmazsın" Dedi "Parti partidir. Hepsi aynıdır. Milli Selamet nedir? Bilmem ne nedir?"
M. Sarmış: Mehmet Oymak o sırada orada yani. Duyunca müdahale ediyor.
Ahmet Apaydın: Evet. Koluma geçti, beni biraz öteye götürdü. Biraz öfkeli bir şekilde "Kimdir bu hoca?" dedim. Dedi "Sesini çıkarma. Bizim hocamız şu anda Müslümanların reisi. Ben kefilim." Dedim "Sen kefilsen ben de kabul ediyorum."
Mahmut Apaydın: Ama bana epey hakaret etti, çekti gitti… Sonraki bir gün partide encümen azalarının listesini yapıyoruz. Birinci sıra için "Ahmet Apaydın" dedim. Sonra başka isimler söylediler, her biri üste yazıldı, yazıldı, Ahmet Apaydın aşağı indi. Dedim "Ben vazgeçtim, Ahmet Apaydın'ı aza yapmayacağım. Ben encümen azası olacağım." Adımı başa yazdırdım. Diğer isimler adımın altına yazılıyor. Listenin yarısına gelince "Ben vazgeçtim, benim yerime Ahmet Apaydın'ın ismi yazılsın." dedim. Yazdılar.
Ahmet Apaydın: Ben listenin beşinci sırasındaydım.
Mahmut Apaydın: Evet. Sonra Ahmet Apaydın yine aşağı düşmeye başladı. Ben yine "Vazgeçtim, kendi adımı yazdıracağım." dedim. Hatta Mehmet Ali Olgun beni düelloya davet etti. Kavga edecektik. Ben kendisinden önce dışarı fırladım. Dedim "Lan buraya bak. Bir değil bin Mahmut Apaydın bu dava uğrunda ölmeye hazırdır." Güya beni dövmeye gelmişti, sonra çekti gitti. Ahmet Apaydın beşinci sırada iken liste tamamlandı. Nasılsa beş tane çıkarırız diye artık itiraz etmedim. Çıktı da…
Ahmet Apaydın: Belediye başkan adayımız da Selim Görgün… Partimizin içinde olup da aleyhimizde çalışanlar da vardı. Mesela ben filanca kişinin seçim sandığının başında başka bir adayı tavsiye ettiğini bizzat kulaklarımla duydum. İl Başkanı Kemal Kayacan'ın yanına gidip durumu söyledim. "Boş ver." dedi.
M. Sarmış: Sebep?
Ahmet Apaydın: Selim Görgün için, "Çok sinirli, kimseyi dinlemez." filan diyorlardı. Kazanamadı tabii. Kadri Barut bağımsızdan kazandı. Sene 1973. Kadri Barut'u destekleyenler kim? Osman Ağan, Hasan Demirkol, İmam Aslan, Sami Barlas… Erbakan Hocanın 1969'da Anzılha'da yaptığı toplantıya katılan Ticaret Odası üyeleri… Kadri Barut da Hasan Demirkol'un muhasebecisiydi. O başkan olarak seçildi. Ben de aza seçildim.
Mahmut Apaydın: O nasıl seçildi? Ben hani esnaf toplantıları yaptım ya, o da aynısını, ama herkese zarfın içinde mektup göndererek yaptı. Yani beni taklit etti.
Ahmet Apaydın: Artık Kadri Barut'la beraber çalışmaya başladık. Senede bir ay meclis üyeleri bütçe çalışmaları yapıyor. Ali Güner de meclis azası. İşletme müdüründen bir önerge geldi. Müdürün adını hatırlamıyorum, soyadı Hamevioğlu. Önergeyi okudu. İşletme zarar ediyor; elektriğe zam yapın." deniliyor. O zaman elektriği belediye satıyordu. Bir de camilerin çoğunda elektrik saati yok. Olanlardan da ücret alınmıyor. Önergede bütün camilere saat taktırılması ve elektrik ücretlerinin alınması isteniliyor. O zaman Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi azaları mecliste bir çeşit koalisyon yapmışlar. Onlar iktidar. Biz de MSP olarak muhalefetteyiz. Her partinin 11 azası var. Önerge okununca Ali Güner'e dedim ki, "Ali Abi, önerge hakkında konuşmak istiyorum; reisten bizim için bir beş dakika süre iste." Ali Güner abimize hürmet ediyoruz tabii. Önce "Ya onlar koalisyon yapmışlar, bizim sözümüzü hiç dinlerler mi?" dedi. Sonra ben ısrar edince "Ne yaparsa yap." dedi. Başkâtip Abdurrahman Alkan'ın odasına gittik. Yazı işleri müdürü. Meclis tutanaklarını da o yazıyor. Meclise döndük. Kadri Barut yönetiyor. "Önerge hakkında söz isteyen var mı?" diye sordu. Önce CHP'li Fethi Çankaya söz aldı. Bahçelievler'de mağazaları olan biri. Kökleri itibariyle Kırcovalı'dır. Tabii önergenin lehinde konuştu. Sonra ben söz istedim. Kadri Barut "Lehte mi, aleyhte mi konuşacaksın?" diye sordu. Dedim "Ben konuşmayı yapayım, lehteyse lehe kaydet, aleyhteyse aleyhe kaydet." Önce önergede ismi olan CHP'li ve AP'li isimleri saydım. Sonra "Biz de 11 kişi Milli Selamet Partisinin üyeleriyiz." dedim. Ve devam ettim. "Ecdadımız bize emsali olmayan, şimdi devlet ve millet olarak yapmaya gücümüzün yetmediği eserler bağışlamış. Biz, biz bu eserlerin sularının muslukları bozulduğunda tamir etmekten bile aciziz. Daha değil ki elektrik masraflarını ödesinler. Buna rağmen biz burada elektrik parasını ödeyip ödememeleri konusunu tartışıyoruz. Ben şahsen utanıyorum. Sokak aydınlatması belediyeye ait değil mi?" Reiz dedi ki "Evet." Dedim ki "Sokaklarımız en az 10 saat aydınlatılıyor. Bakıyorum bir yeri beş tane projektör aydınlatıyor. Soruyorum "Nedir bu?" Heykel" diyorlar. Başka bir yerde yine aynı durum. "Tarihi eser" diyorlar. Bu, Kale, bu, bilmem ne? Hepsi birden çok projektörle aydınlatılıyor. Akşamdan sabaha kadar… Oysa camiler en fazla üç saat aydınlatılıyor. Akşam, yatsı ve sabah namazlarında. Gelin camilerin aydınlatılmasını da sokak aydınlatması fonundan ödeyelim." O zaman ısıtma ve soğutma yok. Yalnız aydınlatma var. Devam ettim. "Camilerin sularını da, yine cadde ve sokaklarda hayrat olarak yapılan musluklardan akan su mesabesinde sayalım, onlardan da ücret almayalım." Konuşmalar bitince başkan "İki tane teklif var." dedi. "CHP ve AP'nin teklifi; camilere elektrik saati takılsın ve ücreti alınsın. Diğeri de MSP'nin teklifi. Camilere saat takılsın, ama ücreti sokak aydınlatma fonundan ödensin. Aynı şey su için de geçerli." Birinci teklif onların olduğu için Başkan önce onu oylamaya sundu. İki kişi oy verdi. Sonra benim teklifimi sundu. 31 kişi oy verdi. Böylece benim teklifim kabul edilmiş oldu. Tutanağı tutmakta olan Yazı İşleri Müdürü Abdurrahman Alkan daktilonun başından kalktı, gelip beni öptü. "Sana ahiret için bu yeter." dedi.
Mahmut Apaydın: Abdurrahman Alkan babamızın da arkadaşıydı.
Ahmet Apaydın: Selamet'in CHP ile koalisyon yaptığı dönemde Kadri Barut Ankara'ya hemen hemen her gidişinde beni de götürüyor. Partimiz iktidar ortağı ya, ondan. Sene 1974. Bir keresinde yine Ankara'dayız. Dedi ki "Fehim Adak'ın yanına gideceğiz. Fehim Adak partimizin kontenjanından Ticaret Bakanı. Dedi ki "Gidince diyeceğim ki bana söz vermiştin; bakanlığınız parkından Urfa belediyesine greyder verecektiniz." Dedim "Öyle söylersen, seni mahcup eder. Der ki "Hangi gün, saat kaçta söz verdim?" Bu kadar hafızası güçlüdür. Gidelim, ben kendisine gerekeni söylerim." Dedi "Belediye başkanı olarak benim söylemem uygun olur." Dedim o zaman dersin ki "Ben Şekerci'yi beraber getirdim ki ihtiyacımızı karşılayasın." "Tamam." dedi. Gittik oturduk. Fehim Bey beni zaten tanıyor. Kadri Bey de kendi kendini tanıttı. Sonra dedi ki "Bizim iki tane greydere ihtiyacımız var. Şekerci'yi de ben o yüzden getirdim. Onun forsundan faydalanmak için." Fehim Bey dedi ki "O geldi ya, tamamdır." Bize araç parkından iki tane greyder verdi.
M. Sarmış: Forsunuz işe yarıyor yani.
Ahmet Apaydın: Tabii, memleket için. Fehim Beyle aramız çok iyiydi. Bir şey daha anlatmak istiyorum. Kadri Barut belediye başkanı daha. Bu sefer iktidarda Birinci Milliyetçi Cephe hükümeti var. Biz yine iktidar ortağıyız. Fehim Bey de Bayındırlık Bakanı. Yapı İşleri Genel Müdür Muavini de Hasan Kürkçüoğlu. Hemşerimiz. Bir gün yine Kadri Beyle Ankara'dayız. Hasan Bey bizi evine davet etti. Müfit Yetkin'in babası Mehmet Yetkin de bizimle beraber. Yönetim kurulu üyemiz. Hacı Haydar Yetkin de var.
O da Milli Selamet'in üyesi. Ben de öyleyim. Bir de Hal Pazarı esnafından Mahmut Keşküş var. Yemekten sonra sohbet ediyoruz. Dedim "Hasan abi sen siyasi damgayı yedin. Yarın herhangi bir görev için Urfa'ya gelecek olursan, seni kim karşılayacak?" Babasını da amcasını da tanıyorum. Her ikisi de Şire Pazarında komisyonculuk yapardı. "Ne yapmak lazım?" dedi; kalktı, geldi yanımda oturdu. Dedim "Partimizde bir sürü genç var. Kimi çaycı, kimi fırıncı, kimi tablacı, tablada sebze meyve satıyor, kimi hizmetçi, kimi çeşitli yerlerde çırak. Hepsi gelişmiş çocuklar. Partimizin meydanlarını süsleyen, hoparlörden konuşan, afişlerimizi dağıtan, çay dağıtan, sandalye düzen, çalışkan çocuklar… Bunlara kadro ver." Dedi "Yarın bakanlıktaki odama gel." Ertesi gün gittim. Hasan Bey genel müdür muavini, üzerinde müdürü var ama yetkisi yok, Fehim Adak bütün yetkiyi kendisine, yani Hasan Beye vermiş. Dedi "Sana 40 tane kadro veriyorum, 1'i benim." "İyi" dedim. O biri de kendisinin eniştesiymiş. (İsmini söyledi, ama yazmayı uygun görmedim.) "Urfa'ya gidince bunların kimliklerini, fotoğraflarını, sicil kayıtlarını, adreslerini alacaksın. Bir dahaki gelişinde bana getireceksin." "Tamam" dedim. Bir ay sonra bir daha gittim. Listeyi ve istediği evrakları kendisine verdim. Listeye şöyle bir baktı. Dedi ki "Yav dedim ki bu Ahmet Apaydın, gider amcasını, dayısını, oğlunu, yeğenini, bütün akrabalarını yazar; ben de bir kere söz vermişim, mecburen yapacağım. Ama görüyorum ki listede bir tane "Apaydın" var." Dedim ki "Sen bir tane Kürkçüoğlu yazmışsın, ben de bir tane Apaydın yazdım. Hakkım yok mu?" O yazdığım akrabam Abdullah amcamın oğluydu, yetimdi. Hasan Bey zile bastı, gelen görevliye "Bunların evraklarını hazırla, yarın Urfa'ya tayinlerini çıkar." dedi.
M. Sarmış: Nereye? Hangi kuruma?
Ahmet Apaydın: Bayındırlık Müdürlüğüne. İşçi olarak. Hasan Bey dedi ki "Yarın Urfa'ya gidince bunların hepsini çağıracaksın. Bayındırlık Müdürlüğüne gitsinler. Göreve başlatacaklar, herkesin odalarını, sandalyelerini gösterecekler." "Tamam" dedim. Gelince herkese tebliğimi yaptım. Gidip göreve başladılar. Çoğu partimizin gençleri. Bir gün baktım bunlardan biri dükkâna yanıma geldi. Çay söyledim. Çayımızı içerken dedi "Hacı abi sana bir şey söyleyeceğim." "Söyle" dedim. Dedi "Çok yakın bir arkadaşım bana dedi ki "Allah aşkına! Dinine imanına! Ahmet abiye ne kadar para verdin?" Böyle söyleyince benim tüylerim diken diken oldu.
Dedim ki "Bana yaptırdığın o yemine nikâhımı da ekleyerek söylüyorum ki ben Ahmet Apaydın'a bir kuruş para vermemişim. Benden en ufak bir menfaat talep etmemiştir." Dedi "Ya öyle söylüyorlar işte!" Dedim Kim söylüyorsa yüzüne tükür." Başka bir gün de işe aldığımız başka biri gelip aynı şeyleri duyduğunu söyledi. Dedim "Sen ne söyledin?" Dedi ki "Vallahi resmen yüzüne tükürdüm."