M. Sarmış: Şimdi gelelim sizin kültürel ve folklorik çalışmalarınıza… Çok geniş bir yelpazesi var. Az önce çocukluğunuzda bunların alt yapısının nasıl oluştuğuna dair açıklamalar yaptınız. Şimdi onlarla ilgili detaylara gireceğiz. Her birine nasıl başladınız, nasıl geliştirdiniz ve bugüne kadar neler yaptınız? İlk olarak halk oyunları ile mi başlayalım, müzikle mi başlayalım?
A. Akbıyık: Şimdi bunları birbirinden ayırmak mümkün değil. Hepsi birbiriyle ilgili ve iç içe geçmiş durumda. O işleri sevdiğimiz için herhangi bir yerde bir şey gördük mü, duyduk mu dikkatimizi çekiyor, öğrenmeye, mümkünse içine girmeye çalışıyoruz. Aynı meraktaki yaşıtlarımızla yakınlaşıyoruz, arkadaş oluyoruz. İlkokulda, ortaokulda, lisede böyle böyle gelişerek devam ediyor. Tabii çok amatörce… Zamanla başkalarının da dikkatini çekiyor bütün bunlar. Mesela az önce de dediğim gibi Celal Aşar hocanın lisede kurmuş olduğu sanat müziği korosuna katılıyoruz. Abdullah Balak hocamızdan ayrıca söz etmeme gerek yok, Urfa'nın en önemli isimlerinden biri. Yine halk oyunları ekiplerine katılıyoruz. Sene sonu programlarında görev alıyoruz. Sıra geziyoruz, orada saz çalan, okuyan arkadaşlarımız var. Mesela Mehmet Kendirci, Bakır Karadağlı, Halil Sezgin, Akif Çekirge, Mehmet Ali Yılan, Musa Kaldı, Süleyman Cengiz…
İbrahim Tezölmez: Mehmet Nacak da yok mu?
Abuzer Akbıyık: Yok, o bizim ekibimizde değil, ayrı.
M. Sarmış: Siz de çalıyor musunuz?
A. Akbıyık: Lise yıllarında bağlama çalmıyorum, ama çok meraklıyım. Öğrenmek istiyorum, fakat babam dinî ve ahlakî gerekçelerle istemiyor, karşı çıkıyor. Çünkü geçmişte Urfa'da müzikle ilgilenen kimselerin bir kısmı içki içiyor, dağda-bağda eğleniyor, yine içkili düğünler var, esbap gecelerinde içki içiliyor. Babam da, çocuğumuz o ortamlara girer, onlardan etkilenir, onlara benzer diye endişe ediyor. O zaman sadece benim babam değil, babaların çoğu çocuklarının müzikle ilgilenmesini istemezdi. Hele saz çalmama babam çok karşı çıkardı. Ama arkadaş çevremde müzikle ilgilenen, saz çalan çok. Bir araya geldiğimiz zaman diyelim biraz ders çalışıyoruz; sonra bir arkadaş bağlamasını eline alıyor, çalıp söylüyoruz. Bir teybimiz var; babam hacdan getirmişti, onunla ses kaydı yapıyoruz. Yani öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız hep müzikle haşır neşir. Bulunduğumuz ortamlar da müzikle iç içe. Bunların çoğu kahvehane… Ben Asfalt Yol'da yedek parçacılık yapıyorum. Karşımızda Dostlar Kahvesi'nde sabahtan akşama kadar İbrahim Tatlıses'in, İsmail Badıllı'nın, o günün diğer sanatçılarının plakları çalınıyor. Biz de dinliyoruz. O zaman hemen hemen her kahvehanede kasnak teypler vardı. Sürekli çalınırdı.
M. Sarmış: Dostlar Kahvesi Urfa Lisesi'nin aşağısında marangozların olduğu çarşıdaki kahve değil mi?
A. Akbıyık: Evet evet. Her yeni plak çıktığında orada çalınırdı. Hemen aşağımızda Atlas Sineması'nın yanında Atlas Kahvesi, yukarıda, şimdiki Cevahir Hanı'n berisindeki köşede eski ismi "Şarlo" olan Çardaklı Kahve, eski belediyenin berisinde Teksas Kahvesi… Hepsinde müzik ön planda.
M. Sarmış: Şarlo, Teksas gibi isimler dikkat çekici. Amerikan sinema ve televizyon kültürü o dönemlerde de etkiliymiş. Şarlo, malum, sessiz film döneminin meşhur komedyeni Charlie Chaplin'in tiplemesi; Teksas da kovboy filmlerinde çok geçen Amerikan eyaleti; aynı zamanda çocukluğumuzda çok okuduğumuz Amerikan çizgi romanlarından birinin adı.
A. Akbıyık: Muhtemelen onların etkisiyle konulmuş isimler. Teksas Kahvesi çok uzun yıllar sürdü ve o dönemde çok meşhurdu.
M. Sarmış: Devam edelim, o kahvelerden gelen müzikleri dinliyorsunuz, tamam, peki ayrıca oralara gidiyor musunuz?
A. Akbıyık: Tabii, ortaokulda, lisede gidiyoruz. Ama mesele o değil. Demek istediğim sürekli müzikle iç içesiniz, müziğin tesiri altındasınız. İsteseniz de istemeseniz de duyuyorsunuz. Özel olarak dinlemeseniz bile beyninizin arka planında sürekli bir müzik var. Ders çalışmak için gittiğimiz Anzeliha'da, Emirgan Çay Bahçesinde sürekli müzik çalıyor. Yine, Balıklıgöl ile Aynzeliha arasındaki Göl Gazinosunda ve Emirgan Çay bahçesinde mahalli sanatçılar program yapıyor.
İbrahim Tezölmez: Maruz kalıyorsunuz.
M. Sarmış: Zaten çocukluktan gelen bir aşinalığınız var; bunlar da üstüne geliyor.
A. Akbıyık: Tabii. Aklıma şimdi geldi; ortaokulda, lisede bir defterim vardı; duyduğum türkülerin sözlerini yazıyordum. Belki derleme çalışmalarının başlangıcı olarak bunu saymak gerekir.
M. Sarmış: Türkü sözlerini yazdığınıza göre söylüyor da olmanız lazım.
A. Akbıyık: Profesyonel bir şekilde olmazsa da kendi aramızda çalıp söylüyoruz. İşte koro çalışmalarına katılıyoruz. Ama öyle sahneye çıkma, söyleme yok.
M. Sarmış: Üniversitede iken müzik konusunda bir çalışmanız yok mu?
A. Akbıyık: Olmaz mı? İyi hatırlattınız. Üniversiteye başlamak üzere İstanbul'dan Afyon'a giderken ilk yaptığım şeylerden biri de Şemsi Yastıman'dan bir saz almak oldu. Şemsi Yastıman, meşhur bir bağlama üstadı ve halk müziği sanatçısıdır. Beşiktaş'ta bir saz evi vardı; imal ettikleri sazları da çok meşhurdu. Sazı öğrenmeyi o kadar çok istiyorum ki! Hani lise yıllarımda engellemişler beni. Nerede saz öğrenmeyle ilgili bir şey duysam, oraya gidiyorum. Afyon Musiki Cemiyeti var; oraya gidiyorum. Afyon Halk eğitim merkezine gidiyorum.
M. Sarmış: Babanız karışmıyor mu artık?
A. Akbıyık: Babam orada yok ki! Afyon'dayım, Urfa'dan uzaktayım. Artık bana karışamıyor. Bir hatıramı da anlatayım: O sırada halk eğitim merkezinde bir bağlama kursu açılmış. Sabah saat 09.00'da başlayacak. Cumartesi ve Pazar günleri… Kursun ilk günü. Mevsim kış. Kar diz boyu. Afyon çok soğuk olur, çok kar yağar. Ben saat 07.00'de gitmişim. Bina kapalı. Elimde saz bekliyorum. Saat 08.00 filan oldu, bir görevli gelip kapıyı açtı. Baktı, ben tir tir titriyorum. "Oğlum ne bekliyorsun?" diye sordu. "Kursa geldim." dedim. Adam şaşırdı; "Yatamadın mı?" dedi. "Valla haklısınız, yatamadım." dedim. Çok heyecanlıyım. Adam beni içeri aldı, sıcak bir yerde beklemeye başladım. Saat 09.00'da hocamız geldi, kurs başladı. Başkalarının altı ayda öğreneceğini ben bir ayda öğrendim. Altı ay sonunda odamızda arkadaşlarıma konser vermeye başladık. Beraber kaldığımız bir arkadaşımız daha vardı, Celal Ay, Anamurlu… O zamanlar ninem rahmetli "Sigara içmeyene ben erkek demem." derdi. Kendisi tütün sarar, ben de içerdim. Urfa'dan gideceğim zaman benim için sardığı sigaraları beraber götürürdüm. Tütün geldiği zaman odamız şen olurdu. Urfalılar, Mardinliler filan gelirdi. Saz var, sigara var, kaçak çay var. Keyfediyoruz anlayacağınız. Yıllar sonra sigaradan ciğerlerim rahatsızlandı, sigaradan çok zarar gördüm, çok şükür yaklaşık 25 senedir bıraktım, o illetten kurtuldum. Allah herkese nasip etsin.
M. Sarmış: Amin! Çiğköfte de yok mu?
A. Akbıyık: Tabii. O da olur zaman zaman. Yurtta kaldığımız zaman da öyleydi. Yurt bizim hâkimiyetimizde idi. Kimse karışmazdı bize. Afyon'da "Ayran Şölenleri" olurdu, onlara katıldım. Musiki Cemiyetinde sazımla birkaç konsere çıktım. Ondan sonra halk oyunları grubu kurduk; halk oyunları öğreniyoruz.
M. Sarmış: Halk oyunlarına Afyon'da mı başladınız?
A. Akbıyık: Yok, çocukken Urfa'da dayımdan biraz öğrendiğimi söylemiştim. Afyon'da daha profesyonelce oldu.
M. Sarmış: Urfa oyunları mı çalışıyordunuz?
A. Akbıyık: Hayır, Hatay bölgesini bilen biri vardı, o yörenin oyunlarını; bir de Ege bölgesi oyunlarını… Yani zeybek… Enteresan bir şey de söyleyeyim. Bir süre sonra ben zeybek ekibinden çıktım. Niye? Baktım ki onlar kısa pantolon giyiyor. "Potur" diyorlar, ancak dizlere kadar uzanıyor. Biz alışkın değiliz öyle şeylere. "Ben kısa pantolon giymem." dedim. Sadece Hatay ekibinde oynamaya devam ettim. Bende mikrofon eksik olmuyordu. Nerede bir gece olursa, bir program olursa ben oradaydım. Ayran Şölenleri'nde filan, biraz da Mustafa Dişli'nin tesiriyle hamasi şiirler okuyordum. "Anam sırtında su taşidi/Babam düşmanla yaka yaka savaşidi/O zaman Urfa Kurtuluş Savaşiydi/ İşte ben o ananın o babanın oğlıyam"… Bazen bağlama da çalardım. O dört yıl böyle böyle geçti. Sonra buraya geldiğimizde, buradaki arkadaşlarımızla aynı minval üzere devam ettik. Beraber sıra gezmeye başladık.
M. Sarmış: Sıra arkadaşlarınız kimler?
A. Akbıyık: Hangi birini söyleyeyim? Çok sıra gezdim. Çok sıra arkadaşım oldu. Bilirsiniz sıra işi böyledir; beraber gezdiğiniz arkadaşların bir kısmı zaman içinde ayrılır, başka memlekete gider, bazıları ölebilir, onların yerine başka birileri dahil olur. Biz sıra gezmeye 70'lerin sonunda başladık, zaman içinde ister istemez sıra ekibimizde değişiklikler oldu. Topçu Meydanı, Şehitlik ve Sarayönü'ndeki evlerde olmak üzere üç defa da oda kurduk. Sıra ve oda arkadaşlarımdan aklıma gelen isimleri sayabilirim: Mehmet Ali Yılan, Selahattin Üzümcü, Müslüm Helvacı, Ömer Akçimen Faruk Açar, Abdülkadir Akalın, Mehmet Aytar, Mehmet Özbek, Ali Bilsel, Durak Parlakçı, Hüseyin Saraç, Mahmut Yamandağ, Kemal Mermer, Mustafa Çıkkan, Mahmut Tahtasız, Orhan Yüksel, Ali Uluyardımcı, Çetin Özdemir, Bakır Karadağlı, Halil Sezgin, Hasan Basri Turan, Osman Güzelgöz, Sabri Kürkçüoğlu, İbrahim Tezölmez, Mehmet Veysi Dörtbudak, İzzet Özdemir, Mahmut Yeşildağ, Şıhmüslüm Öncel, Halil Anguşan, Mehmet Direkli, Haydar Büyükgürses, Semih Şilit, Necmettin Büyükkılıç, Hasan Açıkgöz, Cemal Akbaş, Mehmet Erdem, Musa Kaldı, İsa Çıkay, Süleyman Cengiz, Abdülkadir Akıl… Bir de gündüz belirli bir ara ile yaptığımız sıralar oldu. Ömer İpek, Adil Saraç, Ali Kaşka, Sabri Kürkçüoğlu, başka zamanda Mehmet Faraç, Salih İlhan. Bir müddet de ŞURKAV vakfında vali, vali yardımcıları, vakıf mütevelli heyeti ve yönetim kurulu üyelerinin katıldığı sıra gezdik. Bu sıraya zaman zaman tugay komutanı ve devrin il müdürleri de katılırdı. Sıra arkadaşlarımın bazıları ile ilkokul, ortaokul veya liseden arkadaşız, bazıları mahalle arkadaşı, bazıları halk oyunlarından arkadaş, bazısı iş arkadaşı, bazısı bürokrasiden tanıdıklarımız. Yani sıra arkadaşı, frekanslarınızın uyuştuğu her kesimden olabiliyor.
M. Sarmış: Ankara'da da devam ediyor mu?
A. Akbıyık: Ediyor. Ankara'ya gittikten sonra orada da sıra gezmeye başladık. Şimdi sıramıza ayda bir olmak üzere, Osman Güzelgöz, Mehmet Kurdoğlu, Halil Anguşhan, Sabri Kürkçüoğlu, Necdet Seçkin, Kerküklü Şemsettin Kuzeci ve Elazığlı Salih Turhan ile devam ediyoruz.
İbrahim Tezölmez: Ben biraz geç katıldım aralarına. Rize'de öğretmendim. 1987'de tayinim Urfa'ya çıktı.
M. Sarmış: Peki, burada böyle bir ekibin varlığından nasıl haberdar oldunuz? Daha önce tanışıklığınız var mıydı?
İbrahim Tezölmez: Yok, daha önce tanışmıyorduk. Ben ortaokuldan sonra dışarıda yatılı okuduğum için burada lise döneminden arkadaşlarım olmadı. Nasıl tanıştığımızı da doğrusu şimdi tam hatırlayamadım. Ortak arkadaşlarımız vardı, onların vesilesiyle oldu. Mehmet Direkli, Hasan Açıkgöz gibi…