Mahmut Apaydın: Zannedersem 1973 yılıydı. Milli Gazete'den telefon ettiler. "Hicret Takvimi basacağız. Urfa'da satabilir misin?" "Satarım." dedim." "Kaç tane?" dediler. Kafamdan bir hesap ettim; dedim "Sekiz bin tane gönderin." Dediler "Sekiz bin tane çok." Dedim "Satsam da satmasam da parasını almayacak mısınız?" Dediler "Alacağız." Dedim "O zaman gönderin." Sekiz bin takvim geldi. Her birini 60 kuruştan gönderdiler. Bana 67 buçuk kuruşa mal oldu. Ben o sekiz bin takvimi toptan 60 kuruşa, yani 7 buçuk kuruş zararına verdim. Perakende olarak da 65 kuruştan sattım. Yani 2 buçuk kuruş zararına. Kâr amacıyla yapmadım. Aradan beş on gün geçti, mahkemeden bir kâğıt geldi, "Gel, ifadeni ver." Gittim. 

Allah doğrunun yardımcıdır ya! Şuradan buradan 700 tane Hicret Takvimi toplamışlar. Polis toplamış. Hâkim "Ne iş yapıyorsun?" dedi. Dedim "Şekerciyim." Dedi "Niye takvim satıyorsun?" Dedim "Ticaret." "Kaça alıyorsun?" "60 kuruşa." "Kaça satıyorsun?" "65 kuruşa." Zarardan bahsetmiyorum. Dedi "Beş kuruş az değil mi?" Dedim ben "Kanaatkâr adamım, bana beş kuruş yeter." Dedi "Kaç tane getirttin?" Dedim "Bin tane." "İyi" dedi, "çoğunu yakalamışız. 300 tane satmışsın." Dedim "Evet, 300 tane satmışım." Hâlbuki 7300 tane satmıştım. Dedi "Bu 300 taneyi nasıl yakalayacağız?" Dedim "Yakalayamazsınız." Dedi "Niye?" Dedim hepsini köylüler aldı, 300 köyü dolaşmanız lazım." "Tamam, gidebilirsin." dedi. Gittim, hemen sonra geri döndüm. Dedim "Takvimi niye topladınız?" Dedi ki "10 Kasım'da Atatürk'ün ölüm tarihini yazmamışlar. Dedim "Ya ne yazmışlar?" Dedi "Çürük iple kuyuya inilmez." yazmışlar." Dedim "Ne güzel! Çürük iple kuyuya inen, kuyunun içinde kalır." "Dedi "Söz güzel de Atatürk'ün ölümünü yazmamışlar." Dedim "Atatürk ölmedi ki, kalbimizde yaşıyor. Onun için yazmamışlar." "Tamam, tamam!" deyip sepetledi beni.

M. Sarmış: Oldukça keskin görüşleriniz ve tavırlarınız var. 

Mahmut Apaydın: Yapım böyle, elimde değil. Doğrusunun da o olduğuna inanıyorum.

M. Sarmış: Peki, artık siyasi konulara geçebiliriz. 1942 yılında doğdunuz. Çocukluğunuzun ilk yıllarında CHP iktidarı var. Tek Parti dönemi. 1950'de Demokrat Parti iktidara geliyor. Çok partili hayat başlıyor. Sonra 1960 ihtilali. Adalet Partisi iktidarı… Siz küçük yaşlardan itibaren namaz kılıyorsunuz. Dindarsınız. Fakat her namaz kılan sizin gibi değil. Siz aynı zamanda siyasi bir bilince sahipsiniz.

Mahmut Apaydın: Elhamdülillah!

M. Sarmış: Sizin esas kendinizi vakfettiğiniz siyasi hareket 1970'te Milli Nizam Partisi ile ortaya çıkıyor. O sırada 28 yaşındasınız. Ondan önce Demokrat Parti ve Adalet Partisine karşı tavrınız nasıldı? Bu siyasi işlere nasıl başladınız?

Mahmut Apaydın: Rahmetlik Erbakan daha piyasaya çıkmadan önce de ben İslami faaliyetlerin içindeydim. İslam'a nasıl hizmet edilir? Şeriat nasıl tesis edilir? O konularda çalışmalarım vardı. Hatta bir öğretmen vardı; Melahat Armağan. Devlet ona yanlış yapmıştı. Başörtüsünden dolayı görevden atılmıştı. Ben o zaman matbaaya gittim, devletin ona karşı yaptığı haksızlığı anlatan uzunca bir yazı yazdım; bin adet bastırdım ve Urfa'ya dağıttım. 

Mahmut Apaydın: Ben de bin adet bastırıp dağıttım.

M. Sarmış: Elinizde örneği var mı o bildirinin?

Mahmut Apaydın: Yok maalesef.

M. Sarmış: Peki ne vardı yazıda?

Mahmut Apaydın: Hepsini hatırlamıyorum. Ama özetle Müslüman bir ülkede olduğumuz, Müslüman bir kadının inancı gereği başını örttüğü, demokrasi varsa buna kimsenin müdahale etmemesi gerektiği, devletin Melahat Hanıma müdahale etmekle yanlış yaptığı gibi hususlar… Madem demokrasiyle idare ediliyoruz, dünyada nasıl uygulanıyorsa bizde de öyle uygulanması lazım. 

M. Sarmış: Ne yaptınız o bildiriyi?

Mahmut Apaydın: Dükkânlara, vatandaşlara bizzat dağıttım.

M. Sarmış: Herhangi bir tepki almadınız mı? 

Mahmut Apaydın: Yok, yok. Kimse bir şey demedi. Devlet tarafından herhangi bir şey yapılmadı. Tebrik edenler oldu. Teşekkür edenler oldu.

Şimdi şunu da ifade etmek istiyorum. CHP döneminde ezan Türkçe okutuldu. Menderes tekrar Arapça aslına çevirince Demokrat Partiye karşı ister istemez bir sempati oluştu, sevgi oluştu.

Bir de bize bir hap yutturdular; solcular gavurdur, sağcılar Müslümandır diye. Aslında alakası yok. Her ikisinin de kökü Siyonizm'e bağlı. Ama bizi uyuttular. Menderes'in ezanı aslına çevirmesinin sebebi de milletin gazını almaktı.

Ben 18 yaşında Demokrat Partinin sandık müşaviri oldum. (1957 seçimleri olması lazım.) Beni bir köye gönderdiler. O zaman araba yok, bana bir at verdiler. Atla gittim. O gece yattık. Ertesi gün seçim oldu. Muhtar gelenlere eliyle işaret ediyor, yani CHP'ye oy ver diyor. Demokrat Partinin ambleminde de kırmızı bir yuvarlağın içinde DP yazılı. Ben de gelenlere onu işaret ediyordum. Muhtar "Niye öyle yapıyorsun?" dedi. Ben de "Sen niye öyle yapıyorsun?" dedim. Dedi "Ben hoş geldiniz, diyorum." Dedim "Ben de "Hoş geldiniz." diyorum." Sonra sandıkta hep CHP'ye oy çıktı. 18 yaşında olduğum için benim oy kullanma hakkım yoktu.

M. Sarmış: Yani o zaman siz Demokrat Partiyi destekliyordunuz…

Mahmut Apaydın: Evet, ama niye destekliyorduk? Ehven-i şer olduğu için… Şerre karşı ehven-i şer desteklenir. Diyelim bir Yahudi var. Bir de namaz kılmayan bir Müslüman var. Ne yapacaksın? Namaz kılmayan Müslüman'ı destekleyeceksin. O ehven-i şer oluyor.

Ne acayip bir durumdur ki Menderes Yassıada'da ne kadar sene, ne kadar gün kaldıysa, İhtilal'in başı olan Cemal Gürsel de cumhurbaşkanı iken girdiği komada o kadar süre kaldı. Yani o kadar süre bitkisel hayat yaşadı ve öldü. Allah'ın bir tokadıydı o ona.

M. Sarmış: Demokrat Parti'de hiç görev aldınız mı? Parti binasına gidip geldiniz mi?

Mahmut Apaydın: Yok, hiçbir görev almadım.

M. Sarmış: 27 Mayıs İhtilali ile Demokrat Parti iktidardan indirildi. Menderes ve arkadaşları asıldılar. Vatandaşların bir tepkisi oldu mu?

Mahmut Apaydın: Halk çok tepki gösterdi. Herkes "Kimse Menderes'i asamaz." dedi.  "Asılırsa iç harp çıkar." diyenler oldu. 

M. Sarmış: Kendi aralarında o tür konuşmalar olmuş olabilir, ama bizzat devlete ya da yönetime karşı herhangi bir şey olmamış galiba.

Mahmut Apaydın: Yok, öyle şeyler olmadı. Dediğim gibi kime asılacağına ihtimal vermiyordu. Zaten Müslüman ülkelerin tamamından, hatta gavur ülkelerinden bile asmayın diye çağrılar geliyordu. Gazeteler yazıyordu. Buna rağmen astılar.

M. Sarmış: 1960 İhtilalinden, Milli Nizam Partisinin kurulacağı 1970 yılına kadar değişik partiler kuruldu, iktidara geldi. Adalet Partisi ve onun genel başkanı Süleyman Demirel'in adı öne çıktı. Siz o dönem ne yaptınız?

Mahmut Apaydın: Adalet Partisine karşı sempati duymaya başladık. Niye? Sloganlarda, mitinglerde "Elinde Kur'an, göğsünde iman, geliyor Nurlu Süleyman!" derlerdi. Demirel Kur'an'ı masaya indirirdi, üzerine de fötr şapkasını indirirdi. İster istemez, sola karşı ona taraftar olduk. O kadar. Onlar için hiç çalışmadım. Niye? Hak parti değil. Sağ partidir diye Adalet Partisine sempati duyuyoruz. Yalnız ırkçılarla komünistler sürekli birbirleriyle çatışma durumundaydı. Biz iki taraftan da değiliz. İki tarafı da seyrediyoruz. İki tarafa da acıyoruz.

M. Sarmış: O zaman bazı dernekler var. Mesela "Komünizmle Mücadele Derneği", "İlim Yayma Cemiyeti" gibi. Bunlarla bir irtibatınız var mı? Gidip gelir miydiniz?

Mahmut Apaydın: Yok. Derneklerle hiç irtibatım olmadı.