M. Sarmış: Kurtuluş Savaşında adı geçen Kamil Parmaksız isimli biri var. Yedeksubay.  Az önce bahsettiğim "Urfa Milli Mücadele Albümü"nde hakkında şu bilgiler var: "Parmaksızzade Kâmil (Parmaksız) (Hacı Mehmet-Medine) (1899-1961): Fransız işgalinde yedeksubaylarla birlikte Mücadele'nin başından sonuna kadar hizmet etmiştir. Hizmetlerinden dolayı verilen S.14109 sayılı İstiklal Madalyasının sahibidir." (s.151) Neyiniz olur bu Kamil Parmaksız?
H. Parmaksız: Şıh Müslüm dedemin amcazadesi. Dediğiniz gibi Kurtuluş Savaşına katılmış, hizmet etmiş. O döneme ait bir resmi de var. Bir tarafında müzik öğretmeni Şeref Uslusoy'un babası, bir tarafında Ahmet Mestçi, kendisi ortada. ("Urfa Milli Mücadele Albümü"nde 39. sayfanın ortasında)
Onun eşi hakkında da bilgi vermek isterim; Hacı Zekiye Hala… Hacı Bekir Beyin kızı, Şıh Müslüm dedemin kız kardeşi. Ama dedemle anneleri ayrı. Hacı Zekiye Hanım, esmer, çok esmer, laf aramızda köle gibi. Ama çok ağır başlı, çok kültürlü, çok dindar bir hanım. Sadece ailede değil, bütün Urfa'da çok sevilen sayılan bir hanım. Ben ona yetiştim. Son zamanlarına… 12, 13, 14 yaşlarına kadar biliyorum. Çocuğu yoktu. Babamı çok severdi. Babam da onu tabii… Halası ya… Zaten bütün halaları babamı çok severdi. Babam Zekiye Hanıma derdi ki "Zekiye Hala! Sen bilir misin nesin? Senin anan köleymiş. Hacı Bekir Dedemin mutfağında çalışıyormuş. Çok güzel ve sevimliymiş. Dedem ona göz koymuş. Onunla evlenmiş, sen olmuşsun." Böyle takılırdı ona. O da güler geçerdi. Çok değerli bir hanımdı. Amcası oğlu Hacı Kâmil ile evlenmişti. Ona "Emmim oğlu" derdi. Evleri Yıldız Meydanı'nın güneydoğusundaki yoldan içeriye girince sağa giden bir yol var; Kıbrıs Tekkesine doğru, oralarda bir yerdeydi. Şunu da ekleyeyim. Kız kardeşim İclal yeni öğretmen olmuştu, 17 yaşında. Mithat Paşa İlkokuluna atandı. Yıldız Meydanındaki evimizden çıkıp çarşı içinden Haşimiye'ye, oradan da Attar Pazarından geçip okula gidecek.  Biliyorsun oralar çok kalabalık olur. İclal modern giyindiği için o kalabalığa girmeye utanırdı. O yüzden yolunu uzatmak pahasına, o bahsettiğim ara sokaklardan, Hacı Zekiye Hanımın evlerinin önünden geçip arka taraflardan döne dolaşa gitmeyi tercih ederdi.
O ev, iki üç katlı saray gibi bir şeydi. Bayramlarda gidip el öperdik, şeker alırdık, para toplardık. Zekiye Hala beni de çok severdi. Öğretmen Yusuf Uğurlu vardır, bilir misiniz? Yakup Uğurlu'nun kardeşi. Çocukları yok diye onu evlatlık gibi aldılar, besleyip büyüttüler. Hacı Kâmil amca Hacı Zekiye Haladan önce öldü sanıyorum. Zekiye Hala yeğeni Hacı Esat abiye (Parmaksız) rica etti. O evi ve beraberindeki bir iki dükkânı vakıf yaptı. Bir ara orada öğrenci de okudu.
M. Sarmış: Ne demek? Tek bir ev nasıl vakıf oluyor? Bir vakfa mı bağışladı?
H. Parmaksız: Geliri fakir fukaraya harcanmak üzere müstakil bir vakıf yaptı. Tabii kendisi öldükten sonra olmak üzere. Çocukları olmadığı için bırakacakları kimse de yok zaten.
Benim annemin de iki evi vardı. Ölmeden önce "Hikmet, gel oğlum, bunları bana vakıf yap." dedi. "Anne, kim uğraşacak vakıfla? Vakıflar Müdürlüğü ile uğraş, mahkeme, mütevelli, şu bu, boş ver." dedim. Urfa'da öyle bir adet vardı bir zaman. Küçük küçük vakıflar olurdu.
Hacı Kamil konusunu kapatmadan şunu da ilave edeyim. Dedem Şıh Müslüm'den sonra kardeşi Hacı Ahmet Hafız mütevelli oldu. Hacı Esat abinin babası… Hacı Ahmet Parmaksız, sofu bir adam, çok dindar. Vakıfla fazla ilgilenemiyor diye vekâletini Hacı Kamil Parmaksız'a veriyor. O da uzun yıllar vakfı vekâleten yönetti.
M. Sarmış: Tekrar Şıh Müslüm Parmaksız'a dönelim. Kurtuluş Savaşı bittikten sonra daha uzun yıllar yaşamış.
H. Parmaksız: Evet. 1946 yılına kadar.
M. Sarmış: O zamana kadar, yani savaştan vefat edinceye kadar geçen hayatı hakkında neler söyleyeceksiniz. Urfa 1920'de kurtuldu. Türkiye Cumhuriyeti 1923'te kuruldu. İnkılaplar yapılmaya başlandı. İttihatçıların önde gelenleri ülkeyi terk etti. İttihatçılık demode oldu.
H. Parmaksız: Tabii. Çoğu Kuvvacı oldu, Milli Müdafaacı oldu.
M. Sarmış: İşte dedeniz o arada ne yaptı? Yani Cumhuriyet'in kuruluşundan vefat edinceye kadar… 23 yıl…
H. Parmaksız: Bir iş yapmasına gerek yok, çünkü ihtiyacı yok. Babası gibi ticaret yapmış diyeceğim, ama sanmıyorum. Zaten zengin, ağa. Vakıf mütevellisi. Gezip dolaşıyor, yiyip içiyor. O da babam gibi babasından kalanı tüketmiş. Aristokrat bir adam. Fotoğraflarından görüyorum. Evin içinde bile üzerinde takım elbise, beyaz gömlek, kravat var. Babam da öyleydi. Dedem ben doğmadan önce vefat ettiği için fazla bir şey bilmiyorum. Benim bildiklerim babamın söyledikleri... Rahmetli annemin söyledikleri… 
Annem Parmaksızları çok iyi bilirdi. Nüfus memuru gibi, kim kimin oğlu, kim kimin kızı, kim kimin nesi, hepsini bilirdi. Hanımlarıyla gidip görüşürdü. Bize de anlatırdı. Akrabalarınızı tanıyın diye. Babam akrabalarını zaten bilirdi. Bir de nüfus memuru olunca, sadece Parmaksızları değil, Urfa'nın yerlilerinin hepsini bilirdi. Soyunu, sopunu, geçmişini, hepsini… 
M. Sarmış: Dedenizi konuşuyorduk. Şahin abiniz onun Cumhuriyet dönemindeki hayatını bilmez mi?
H. Parmaksız: Şahin abim Ankara'da. 14-15 senedir rahatsız, felç durumunda. Hafızası yerinde ama rahatsız, yapamaz.
M. Sarmış: Babanıza geçmeden önce biraz Esat Parmaksız hakkında konuşalım. Urfa'da önemli bir isim. Nakşibendi Tarikatının Erenköy kolunun Urfa'daki temsilcisi… Uzun bir süre beraber yaşamışsınız, beraber Hacca gitmişsiniz. İyi tanıyor olmalısınız.
H. Parmaksız: Tabii, çok iyi tanıyorum. Bir defa Hacı Bekir Beyin torunu. Şıh Müslüm dedemin kardeşi Hacı Ahmet Hafız'ın oğlu. Mağazası evimizin yakınındaydı. İlk önce senin eniştenin saatçi dükkânının tam karşısındaydı, Haşimiye'ye inen yolun solunda. Sonra yol genişletme çalışmaları sırasında yıkıldı. Bizim evin altında bir ahır vardı; Esat abi babama söyledi; oranın önünü açıp dükkân yaptı. Mağazayı oraya taşıdı. İki üç sene orada kaldı. Sonra şimdiki yerine geçti. Karameydanı'ndan aşağıya doğru inerken sağda köşeyi dönmeden önceki yer. Orası da Bekir Nacarlar'ın eviydi. Onu ve arkasındaki evi satın aldılar. Hâlâ orada devam ediyorlar. Bir aile işletmesi gibi.
M. Sarmış: Yani baştan beri konfeksiyon işi mi yapıyordu?
H. Parmaksız: Evet, baştan beri o işi yapıyordu. O da, kardeşi Hacı Mehmet de…
Hacı Esat abinin adının "Esat" olması, bildiğim kadarıyla Nakşî şeyhi Esat Erbilî'den dolayıdır.
M. Sarmış: Esat Erbilî'yi biraz biliyorum. Osmanlı döneminin çok önemli bir ismi. Nakşibendi şeyhi. 19. asrın ortalarında, bugün Irak sınırları içinde kalan, o dönem Osmanlı toprağı olan Erbil'de doğmuş.  Sonra İstanbul'a gelip irşada başlamış. İkinci Abdülhamit kendisini Erbil'e sürmüş. Meşrutiyet'ten sonra yeniden İstanbul'a gelmiş. 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar tarikat çalışmalarını sürdürmüş. Ondan sonra da Erenköy'de inzivaya çekilmiş. Menemen olayı üzerine oğlu ile beraber İstiklal Mahkemesinde yargılanıp idama mahkûm edilmiş, ama yaşından dolayı cezası müebbede çevrilmiş, fakat oğlu idam edilmiş.
Oğluna onun adını verdiğine göre babası Hacı Ahmet Hafız da Nakşi tarikatına mı bağlı idi?
H. Parmaksız: İşte onu diyeceğim. Esas dindar olan, sofu olan, tarikatta olan Hacı Ahmet Hafız'dı. Zaten hafızdı da… Şeyhinin adını da oğluna vermişti. Hacı Esat abi de Erenköy cemaatine bağlıydı. O da şeyhi Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendinin adını oğlu Sami'ye verdi. Şimdiki vekil o. Hacı Esat abiden sonra yerine kardeşi Hacı Mehmet abi geçti; o vefat edince de Esat abinin oğlu Sami vekil oldu.
M. Sarmış: Esat Efendi, o kolun Urfa'daki ilk vekili sanıyorum.
H. Parmaksız: Ondan önce Yetkinler'den bir isim vardı sanıyorum. O ölüyor mu, çekiliyor mu, bilmiyorum, İstanbul'dan Hacı Esat abiye görev veriliyor.
M. Sarmış: Ben, nasip olursa merhumun oğulları ile kendisi hakkında ayrı bir röportaj yapmayı düşünüyorum. Burada sizin onunla ilişkinizi öğrenmek istiyorum hocam.

H. Parmaksız: Tabii. Dükkânı bizim eve çok yakın olduğu için sık sık görüşürdük. Babam onun büyüğü diye, bayramlarda kardeşi Hacı Mehmet'le beraber en başta gelip babamı ziyaret ederdi. Çok hürmetkârdı.
M. Sarmış: O çok dindar, babanız ise yaşayış itibariyle çok farklı; buna rağmen akrabalık ilişkisini sürdürüyorlar.
H. Parmaksız: Hem de nasıl? Tabii, tabii. Mesela babam vefat edince gelip üç gün boyunca taziyede en başta oturdu; yaşlı ve rahatsız olduğu halde geleni ayakta karşıladı, gideni ayakta uğurladı.
M. Sarmış: O ne zaman vefat etti?
H. Parmaksız: 1994 yılında vefat etti. 1929'da doğduğuna göre 65 yaşında olur. Hacca gitmişti. Mekke-Medine arasında trafik kazası geçirdi. Vefat etti ve oraya defnedildi.
Çok muhterem bir adamdı. Sessizdi sedasızdı, kibardı, çok kibardı. Ve o dindarlığının yanında çok da nüktedandı. Çok kibar, çok ince latifeler yapardı. Çok güzel kıssalar ve hikayeler anlatırdı.
Annesine karşı da çok iyiydi. Annesi çok yaşlıydı. Evleri Topçu Hanının köşesinde, şimdi galiba lokanta olan yerdeydi. Esat abi ona özenle bakardı. 
M. Sarmış: Beraber Hacca da gitmişsiniz.
H. Parmaksız: Evet. Rahmetli annem de vardı. Onun hanımı, çocukları, çocuklarının hanımları vardı. 1988 yılında, yine kara yoluyla. Ayrı otobüslerdeydik, ama aynı kafiledeydik. Irak üzerinden gittik. Oradaki ziyaret yerlerini dolaştık. Musul'a da uğradık. Orada Yunus Peygamber'in kabrine beraber gittik. Yol boyunca çoğu zaman namazı bize o kıldırdı. Arafat'ta da o bize refakat etti, vakfede ve namazda o imamlık etti. Çok hoş bir insandı.
Hacı Esat abi hemen hemen her sene Hacca giderdi. Senede bir iki defa umreye giderdi. Bir gün sordum; "Kaç sefer oldu?" "Hac yedi sekiz oldu, ama umreyi bilmiyorum." demişti.

Ben kendisini çok severdim, sayardım. Herhalde o da beni severdi. Yanına gittiğim zaman ayrı bir özen gösterirdi. Hacı Esat abi sadece Urfa'da değil, bütün Güneydoğu'da çok sevilen bir adamdı. Ben önceden o kadar sevildiğini bilmiyordum. Bir ara bel fıtığı olmuştum. 1989 falan… Diyarbakır'a, tomografi çektirmeye gideceğim. Esat abi duymuş. "Orada tanıdığın var mı Hikmet?" dedi. "İşte halam var, çocukları var." dedim. "Yok yok" dedi, "hastanede tanıdığın var mı?" "Yok" dedim.

 "Sana iki üç isim vereyim. Selamımı söyle, seninle ilgilensinler." dedi. İki üç profesörün ismini verdi. Gittim görüştüm. "Ooo, şeyhimizin amcası oğlu gelmiş." diyerek büyük alaka gösterdiler. İzzet ikram o biçim. Dediler ki "Hacı Esat Efendi, zaman zaman bütün Güneydoğu'yu dolaşır, tarikatından olanları ziyaret ve teftiş eder. Hal hatır sorar, dertleriyle sorunlarıyla yakından ilgilenir. " Anladım ki Esat abi göründüğünden çok daha fazla sevilen, sayılan, değer verilen bir adam. Allah gönlüne göre verdi, o mukaddes yerlerde kaldı. Allah rahmet eylesin.