YEDİNCİ BÖLÜM

M. Sarmış: Televizyon ve internetin etkisiyle yerel, hatta ulusal özellikler zayıflıyor, ülkeler arasında kültürel alışverişler artıyor. Takı piyasasında da böyle bir şeylerin olduğu anlaşılıyor. Nitekim Hindistan'a mahsus madonna Türkiye'de ve Urfa'da rağbet görüyor. Az önce Urfa'da en çok rağbet gören ürünleri saydınız. İşte, önceden akıtma, frenk bağı ve kordondu; son zamanlarda kordonun yerini halat, frenk bağının yerini madonna almaya başlamış. Bunların dışında, diğer şehirlerin ürünlerini de getiriyor musunuz?

A. Ayoğlu: Getiriyoruz. Rağbet oldukça çeşit olarak getiriyoruz.

M. Sarmış: Ülkemizde kuyumculuk konusunda hangi şehirler öne çıkıyor?

A. Ayoğlu: İstanbul her konuda olduğu gibi kuyumculukta da merkez. Onun dışında öne çıkan üç şehir var: Maraş, Adana ve az da olsa Mersin.

M. Sarmış: Bir de Trabzon'u duyuyoruz.

A. Ayoğlu: Trabzon öyle değil. Tek çeşit üzerine gider; yüzük, küpe ve bilhassa bilezik… Takım olarak öne çıkıyor yani.

M. Sarmış: İstanbul tamam. Peki diğer illeri öne çıkaran nedir?

A. Ayoğlu: Bu illerdeki ustalar kendini daha çok geliştirmiş. Arz talep durumuna göre daha seri üretime geçmişler. Emek vermişler, çalışmışlar. Bir de çok önemli bir husus, branşlaşmışlar. Her biri bir takının bir modelini yapıyor. Biri yüzüğün, bir diğeri bileziğin, başka biri kolyenin bir modelinde uzmanlaşmış. Biz kendi atölyemizde onların modellerinin ancak yüzde beşini çıkarabiliyoruz.

M. Sarmış: Peki ustalarınız yepyeni modeller üretemiyor mu? Her alanda sürekli yeni tasarımlar yapılıyor. Elbise, ayakkabı, hatta ev eşyasında, mobilyada sürekli yeni model ürünler piyasaya çıkıyor. Takılarda da olmuyor mu? Olmaz mı?

A. Ayoğlu: Olur tabii. Biz kendi ustalarımızı çok teşvik ediyoruz. Atölyecilerimiz aslında çok sanatkâr. Fakat değişime karşı biraz dirençliler, dışarı açılmaya korkuyorlar. Çok kapalı bir sistemdeler. Yani diyorlar ki "yoğurt olmaktansa ayranımız devamlı olsun." Şu sebeple biraz haklılık payları da var. Bizim işimiz başka işlere benzemiyor. Denemesi bedava değil. Altından söz ediyoruz. Yeni modeller tutulmazsa zararı büyük olur. Bu yüzden kendilerini yenileyemiyorlar. Ama mesela Maraş öyle değil. Onlar sürekli kendilerini yeniliyorlar. Sık sık İtalya'ya gidiyorlar.

Bu işin babası İtalya. Makineler Türkiye'ye oradan geliyor. Birinci sınıf işçilikler İtalya'da… Maraşlı kuyumcular orada gördüklerini Türkiye'ye transfer ediyorlar ya da uyarlıyorlar. Düşünün, Maraş'ta "Kuyumcukent" olarak da anılan küçük sanayi sitesi var; "Altınşehir Kuyumculuk İhtisas Küçük Sanayi Sitesi". Tam 450 atölyeden oluşuyor. Yetmediği için oranın etrafında da binalar kiralamaya başladılar. Tonlarca altın işleniyor, takıya dönüştürülüyor ve Türkiye'ye, hatta dünyaya pazarlanıyor. Bizde ise ancak 10 atölyeden bahsediyoruz. Yani kırkta bir bile değil. Yani Maraş bizden çok ileri. Antep'in gölgesinde kalmış diye kendini ispatlayamıyor. Şunu söyleyeyim; Ziyaeddin Akbulut döneminde (1990-1996) Urfa'da hiçbir fabrika yoktu. Organize Sanayi kurulduğunda gitti Maraş Ticaret Odası başkanını, Maraşlı sanayicileri Urfa'ya davet etti, sıramıza getirdi. "Urfalılara anlatın, öğretin, fabrika kursunlar." dedi. Maraş'ın bir Mado'su dünya markası. Antep olmasa Maraş çok çok öne çıkacak. Adamlara gidiyorsun, mal alacaksın, eğer kendi ürettikleri ürün değilse, hemen "Bunu o yapar, şunu diğeri yapar." diye birbirlerine yönlendiriyorlar. Yani birbirlerini çok da destekliyorlar. Bu şekilde bütün Türkiye'ye altın satıyorlar. Çantacıları Urfa'ya da geliyor. Pazarlamacılar Cuma günü Maraş'a gidip otellerde kalır, cumartesi günleri atölyelere dadanırlar adeta. Herkes alacağı altını seçip çantasına doldurur; bir hafta boyunca Türkiye'ye dağılır, satar, ertesi hafta tekrar gelir.

M. Sarmış: Yani adına "çantacı" dediğiniz, bu işte uzmanlaşmış bir kesim var.

A. Ayoğlu: Evet, tabii. Üreten adam satmaz. Kimisinin bu iş için adamı vardır, ama bu işi en çok yapanlar çantacılardır. Onlar bu işi meslek edinmiştir. Cumartesi gittiniz mi, Maraş onlarla doludur. Maraş haftanın altı günü çalışıp cumartesine mal yetiştirir. Dönme dolap gibi bir döngü devam eder. Urfa'da da çantacılık yapan birkaç kişi var. Gidip getirir, kuyumcuları dolaşıp gösterir, isteyene satar veya onun verdiği siparişi alır. Kimisi peşin alır, kimisi borca alır. Bize de gelirler.

M. Sarmış: Kuyumculuk, yani üretim işi zor olmalı. Hele eskiden üretim tamamen el işiydi.

A. Ayoğlu: Haklısınız, kuyumculuk zor bir zanaattır. Altın hem çok hassas, hem çok pahalı bir şey. Üretimi de dikkat ister, titizlik ister. Öyle "benim" diyen herkes yapamaz. Ustaların yanında yetişmek gerekir. Başta anlattım, ta Halep'ten Azra Usta'yı getiriyorlar. Babam yıllarca çıraklık yapıyor.

İrili ufaklı bir sürü alet edavatı vardır. Yukarıda örneklerini gördünüz. Altın eritilir, çubuk kalıplara dökülür, silindirlerden geçirilir, ince teller haline getirilir. Bu tel ve plakalar pürmüz ile tavlanır, istenilen biçimde kesilir, biçilir.

M. Sarmış: Şekil verme konusunda da değişik teknikler varmış.

A. Ayoğlu: Tabii, ben yapmadım, ama az çok biliyorum. Mesela altını delmek lazım olunca, delik işi derler; altının istenilen yerinde keserek veya oyarak delik açılır. Kabartma gerekiyorsa çekiçle veya kalıpla yapılır. Kalem işi vardır, çelik kalemlerle altının üzerine istenilen desenler derin bir şekilde çizilir. Telkari de çok yaygındır. Ayrı bir sanat olarak kabul edilir. Altın telleri çeşitli şekillerde birbirine bağlanır, lehim veya kaynak edilir. Gümüş telkâri de çok yaygındır. Burma tekniğinde bir veya birkaç tel bükülerek şekillendirilir. Burma bileziği mutlaka bilirsiniz. Çok meşhurdur. Kadınların en çok rağbet ettiği bilezik çeşitlerinden biridir. Döküm ve kaplamada ise bakır, bronz ve gümüşün üzeri altınla kaplanır. Uzatmayayım yaldızlama, habbeleme, hasır örme gibi başka teknikler de vardır. Mesela taşların yüzük, küpe ve kolyelerin üzerine takılmasına mıhlama denir. Parçaları birleştirmek için lehim veya kaynak yapılır. En son takı bitirilince üzeri eğe ve zımpara ile temizlenir, cilalanır. Gördüğünüz gibi çok uzun ve zahmetli bir iştir.

M. Sarmış: Gerçi arada makinalaşma bahsi de geçti, ama yine de sorayım. Dünyada her alanda çok hızlı bir makinalaşma ve dijitalleşme söz konusu. Kuyumculukta durum nedir?

A. Ayoğlu: Bizde de makinalaşma giderek artıyor. İtalyanlar zaten çok iyiler. Hindistan'da da öyle. Maraş, Adana, Mersin, tabii ki başta İstanbul, bizimkiler de kendilerini yüzde seksen yenilediler. El işi dediğimiz işlerin çoğunu makinalarla yapıyorlar artık. Yani bir taraftan ham altını veriyorlar, öbür taraftan işlenmiş olarak çıkıyor. Sonra da birbirine ekleniyor. Zaten makineler olmazsa bu kadar üretim olmaz. Talebe yetişemeyiz. Eskiden gerdanlığın bir yıldızını yapmak için dört tane çiftli burma tel sarılır, arkasına yuvarlak bir pul, önüne yıldız konulup birbirine kaynak edilirdi. Toplam altı parça.

Şimdi pres var, bastığınız zaman yüzlerce yıldız çıkarıyor. Üstelik kaynaksız. Ha el emeği kadar kullanışlı değil, ama idare ediyor işte! Eskiden bir akıtmayı bir haftada yaparlardı, şimdi bir haftada on akıtma yapılıyor. Bizde de öyle. Prese bir basıyoruz, yüzlerce parça bir anda çıkıyor. Atölye çalışanlarının görevi sadece presten çıkanları birbirine eklemek. Yorgunluk yok, kezzaba çekmek yok, eğelemek yok, mıknatıs yok, eski aletlerin çoğu yok…

M. Sarmış: El işi ile makine işi arasında değer farkı var mı? Mesela el dokuma halılar, fabrika halılarından daha değerlidir, daha pahalıya satılır.

A. Ayoğlu: Ah Hocam! Diyorlar ya, "bilen gelsin bu meydana". El işi hem daha sağlam, hem daha güzel. Fakat şimdi kimse o kadarına bakmıyor. Binde bir aile benimkisi el işi olsun diyor.