M. Sarmış: Atatürk İlkokulunu 1950'lerin ortasında bitirdiniz. Sonra?
N. Yıldırım: Bir yıl da ortaokula gittim. Asfalt Yolda'ki Urfa Ortaokuluna. Zaten o zaman Urfa'da başka ortaokul da yoktu. Sabahtan öğlene kadar lise, öğlenden sonra da ortaokul. O zaman talebeler şapka takardı. Sanat Okulu'nun şapkasının etrafındaki kordon yeşildi, bizimki sarıydı. Bir şapkamız vardı. Abim liseye gittiği için sabah takardı. Öğlene doğru okula giderdim, abim yukarıdan atardı, öğlenden sonra da ben takardım.
M. Sarmış: Tek şapka…
N. Yıldırım: Evet. Babamızın parası mı vardı iki şapka almaya? Sadece şapka da değil. Hep abimin eskilerini giyerdim. Annem onun pantolonunu, ceketini keser, biçer, çevirir, bana uydururdu. 
M. Sarmış: Bilirim, eskiden hep öyleydi. Şimdiki gibi herkesin beş on çeşit giyeceği olmazdı. 
N. Yıldırım: Nerdeee? 
M. Sarmış: Bir yıl sonra ne oldu?
N. Yıldırım: Birinci dönem sonunda karnemdeki bütün derslerim zayıftı.  Sene sonunda da dört zayıfım vardı. Sınıfta kaldım. Karnemi alıp eve gittim. Babam "Buraya bak, sen bu okulu okumayacak mısın?" dedi. Dedim "Kızmak yok. Ben okuyamıyorum. Okulu sevmiyorum. Gitmiyorum." Bana iki tokat salladı. "S..r ol git, ne yapıyorsan yap." dedi. Evimizin çardaklı olduğunu söylemiştim ya, merdivenden çıktım. Damın etrafındaki cemel (duvar) kısaydı, oradan aşağıya atladım. 
M. Sarmış: Okul hayatınız da öylece bitti anlaşılan.
N. Yıldırım: Evet. Daha sonra annem "Dayının yanına git, berberlik yap." dedi.
M. Sarmış: Ondan önce, bir şey daha sorayım. O zaman çocukları hocaya da gönderirlerdi. Siz de gittiniz mi?
N. Yıldırım: Gittim. İlkokula giderken beni hocaya da gönderdiler. O sırada Mehemet dayım hocalık yapıyordu. Evi de Damat Süleyman Paşa Camii'nin karşısında, bizim evimizin yan tarafındaydı. Hâlâ orası evdir. Dayımın çok talebesi vardı.  Ben de gittim. Ama onu da istemiyorum, sürekli kaçıyorum. Dayımdır, belki o yüzden kaçıyorum diye bazı camilere de gönderdiler, yine kaçıyorum. Okumak bana göre değil, sevmiyorum o işleri. 
M. Sarmış: Kur'an'a geçmediniz mi?
N. Yıldırım: Yok, yok. Elifbe'yi zor bitirdim. Ha bu arada, madem tarihe meraklsınız, söyleyeyim, dayımın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.
M. Sarmış: Ne olmuş?
N. Yıldırım: Talebe okutuyor diye bir gece jandarma kapıyı çalmış, gel seninle işimiz var diye almışlar. Gözünü bağlamışlar, jipe bindirip götürmüşler. İki sene kayıp… Adam gözünü açıp bakmış Trabzon'da. İki sene orada sürgün yemiş. Ancak iki sene sonra Urfa'ya gelebilmiş.
M. Sarmış: Ne zaman olmuş o olay?
N. Yıldırım: Benden önce, 40'lı yıllarda. 
M. Sarmış: Tek Parti döneminde yani.
N. Yıldırım: Evet. Babasından çok ders almış. Dedem belki herkes tarafından tanınmıyor, ama büyük âlimmiş. "Değirmenci Kadir" amca vardı, İbrahim Tekok'un babası. Saçı sakalı sizinki gibi bembeyaz, tonton bir adamdı. Bir gün dükkânın önünde oturuyorduk. "Necdet sen kimin oğlısan? Kimlerdensen?" diye sordu. Anlattım. "Babam şu, dedem şu. Annemin babası şu, kardeşleri şunlar…" Dedi "Dur hele! Sen Na'man'ın torını mısan?"  Dedim "He ya!" Dedi "Vay! Vay! Vay! Seni dedey çoh böyik bi "alım"dı (alim). İslam kahramanıdı. Sen Rehme'nin mi oğlısan Fatma'nın mı?" Dedim "Ben Fatma'nın oğlıyam." Rahme (Rahime) teyzemin ismi. Kadir emmi de saz çalardı. Onunla da meşk yapardık. Müziği sevdiği için zaman zaman yanıma gelir, onunla da böyle gelmişten geçmişten uzun uzun konuşurduk. Hatta bir kere dedi ki "Vali 'Urfa'da kim var?' diye sormış. Demişler ki 'Degirmençi Kedir (Kadir) 'Emmi var, onı çağırah. Polis degirmene geldi.  Ben de un yapiyam. 'Seni Vali Beg çağıri.' dediler.  Dedim "Vali beni neye çağıri?" Dediler ki 'Çögüri al, gel.' (Çöğür, iri gövdeli, kısa saplı bir tür halk sazı.) Kedir 'Emmi hemen üstini başını silkelemiş, küllehini (küllah) endirmiş, çögirini alıp getmiş. Meger Vali Beyin misafiri gelmiş, onu eğlendirmek için çağırmış, biraz çalıp söylesin diye… Adam onu üstü başı un içinde görünce beğenmemiş galiba. "Bu mu bize çalıp söyleyecek?" demiş. Kadir Amca o sırada çok gençmiş. Bir Urfa ahengi yapmış, misafir hayran kalmış. Demiş "Urfa'nın değirmencisi böyle ise, acaba diğer sanatçıları nasıldır?"
M. Sarmış: Peki, şimdi artık berberlik konusuna geçebiliriz. Okula gitmeyeceğiniz anlaşıldı. Anneniz "Bari dayının yanına git de bir meslek öğren." dedi. Hangi dayınız?
N. Yıldırım: Ahmet Şenbahar. Hâlâ yaşıyor. Tabii çok yaşlı. Gözleri görmüyor
M. Sarmış: Dükkânı nerede?
N. Yıldırım: Vatan Çarşısında. 
M. Sarmış: Eski Vatan Okulu'nun güney tarafı.
N. Yıldırım: Evet. "Babo" dedikleri bir vali geldi Urfa'ya.
M. Sarmış: Kadri Eroğan.
N. Yıldırım: Hah! İlk olarak Urfa'ya o pasajı yaptı. Benim dayım da orada 62, 63 yıllarında dükkân açtı. Onun yanında çalışmaya başladım.
M. Sarmış: Sarayönü Caddesi üzerindeki Yetkin Pasajını kastetmiyorsunuz herhalde. O 1969'da yapılmış, Kadri Eroğan'dan çok sonra. 
N. Yıldırım: Tabii, orası değil. Yetkin Pasajı dediğiniz gibi çok sonra yapıldı. Yerinde de daha önce "Vahab'ın Kahvesi" vardı. Vahap Siverekli biriydi. Benim dediğim pasaj, onun yukarısında hemen Vatan Okulu'nun arkasındaydı. Sonradan o pasajı da yıkıp bir sıra dükkân yaptılar.
M. Sarmış: Buradan devam edeceğiz, ama ben yine biraz geriye gideyim. 50'lilerin ortasında ilkokula başladınız. 1960'ta 27 Mayıs İhtilali oldu. Said-i Nursi Urfa'ya geldi, birkaç gün sonra vefat etti, cenazesi çok büyük bir kalabalık tarafından kaldırıldı. O günlere dair hatırladığınız bir şeyler var mı?
N. Yıldırım: Fazla değil. Adnan Menderes asıldığında ben 10-11 yaşlarındaydım. Çok ağlamıştım. "Bu adamı niye asıyorlar?" diye…
M. Sarmış: Ağladığınıza göre evinizde bu mevzular konuşuluyormuş. 
N. Yıldırım: Radyodan işitiyorduk. O zaman herkesin evinde radyo yok. 
M. Sarmış: Sizde var mı?
N. Yıldırım: Bizde var. Babam memur. Olmaz olur mu? Mesela bizim evimizde "Altı numrolu" lamba vardı." O zaman Urfa'nın elektriği "Şirket"ten verilirdi. 
M. Sarmış: Şimdiki Selahaddin Eyyubi Camii'nden… 
N. Yıldırım: Evet. Saat 11.00'den sonra elektrikler sönüyor ya! Babam "löküs" almıştı bize. (Lüks, gaz lambasına göre ışığı daha çok olan aydınlatma aracı.) Herkes "Salih Begin evinde löküs var dermiş. Babam memur olduğu için foter (fötr) şapka giyermiş. Herkes "Salih Bey" dermiş. Yine mesela "kazocağı" (gazocağı) vardı bizde. Tandırlığımız vardı evimizde. Tandırlıkta ekmek pişirme yeri ayrı, aş pişirme yeri ayrı, çay pişirme yeri ayrı. Çamaşır kazanları vardı. Yağ küpleri, peynir küpleri vardı.
M. Sarmış: Tam eski Urfa evi…
N. Yıldırım: Tabii ya! O günler hâlâ benim gözümde tüter. Mutfak Müzesi vardır, bilirsiniz.
M. Sarmış: Biliyorum, Ulu Cami'nin güneyinde. Çok güzel bir Urfa evinde… Eski Urfa hayatının her unsuru sergileniyor.
N. Yıldırım: Çok güzel gerçekten. Her gittiğimde, o odaları, o eşyaları gördüğümde o eski günleri hatırlarım, gözlerim dolar. "Keşke" sözünü kullanmak istemiyorum, ama o eski günler aklıma gelince de "keşke" demeden edemiyorum. O günler bambaşkaydı. İnsanlar başkaydı, hayat başkaydı, akrabalık, komşuluk her şey başkaydı, Urfa bambaşkaydı. Sık sık söylemek mecburiyetinde kalıyorum, babam Maliye'de memurmuş; bu Urfa'yı sekiz memurla idare etmiş. Şimdi bırak sekizi, sekiz yüz memur değil, bin sekiz yüz memur var; hiç kimse iş yapmıyor.
M. Sarmış: Sıkıntı çok abi. Biz konumuza dönelim. Dayınızın yanında mesleğe başladınız. Hep orada mı kaldınız?
N. Yıldırım: Yok, sonra başka bir ustanın yanına geçtim.
M. Sarmış: Niçin ayrıldınız?
N. Yıldırım: Dayım beni çok dövdü. Dayanamadım, oradan da kaçtım. Bunun üzerine Reşit amcam "Gel seni başka bir ustanın yanına koyayım." dedi.
M. Sarmış: Hangi usta?
N. Yıldırım: Halil İşitmez diye bir ustamız vardı. Sonradan İzmir'e gitti, orada vefat etti. Mahmut Coşkunses'in abisi. Dükkânı Kara Meydanına varmadan PTT var ya, onun karşısında idi. 
M. Sarmış: Niye soyadları farklı?
N. Yıldırım: Mahmut sonradan sanatçı olunca soyadını değiştirdi. Zaten Mahmut'la ilişkimiz de orada başladı. Bedirhan Kırmızı beni plak okumaya götürecekti; babam "yasak" deyince Mahmut Coşkunses'i alıp götürdü.
M. Sarmış: Halil İşitmez'in yanına ne zaman geçtiniz?
N. Yıldırım: Dayımın yanında herhalde üç beş sene kaldım. Ondan sonra geçtim. Artık ergenlik dönemindeyim. Mesleği de onun yanında öğrendim. Hatta rahmetlik ustam derdi ki "Öyle bir gün gelecek ki senin makasından sanat akacak." Çok hassas olduğu için kendisine "Konfor Halil" derlerdi. Kışın yağmurunda çamurunda beyaz elbise giyerdi. Kıravatlı. Biz de eskiden kıravat takardık. Dizimize inen beyaz önlük giyerdik. Aynen doktorlar gibi. Şimdi herkes değişti. Dövmeli mövmeli berberler, daha doğrusu kuaförler çıktı. (Gülüyor.)