M. Sarmış: Bu kadar yıl içinde çok sayıda çırağınız olmuştur. Biraz onlardan söz eder misiniz?

N. Yıldırım: Çok oldu. Çoğu usta oldu, dükkân açtı. Kimi Urfa'da kimi başka şehirde. Üç tanesi öldü. Biri kanserden öldü, biri bağırsaktan öldü, biri kalp krizi geçirip öldü. Şu anda Urfa'da devam eden üç dört kişi var. Antalya'da biri var. Bir tanesi İstanbul Otogarı'nda. İzmir'de var, Ankara'da var, Adana'da var. Anlayacağınız her biri bir yere dağılıp gitmiş. 

M. Sarmış: Sizi arayıp soruyorlar mı?

N. Yıldırım: Bazısı uzaktan kumandalı… Arayıp soran da var tabii. Mesela İstanbul'da Berber Ali Yılmaz var, şimdi emekli olmuş, Urfa'ya geldi mi mutlaka yanıma uğrar, elimi öper. İstanbul Otogarında Memet var, soyadını unuttum, o da vefalıdır. Urfa'da Eyyüp Bulut var, dükkânı biraz ileride, o hiç beni ihmal etmez. Ben yeğenimi de yetiştirdim, Ahmet Yıldırım; aynı zamanda damadımdır. Çok tokadımı yemiştir, ama kızımı aldı. Kız kardeşimin oğlu da çırağımdır, şimdi Antalya'da; o da çok tokadımı yemiştir. Onların iyiliği için tabii.

M. Sarmış: Şimdi çırağınız yok galiba… 

N. Yıldırım: Yok. Tek başıma çalışıyorum. Kimse çocuğunu kolay kolay çırak da vermiyor. Herkes okusun diyor. Zaten zorunlu eğitim 12 yıl olmuş.

M. Sarmış: Bu işler Çıraklık Eğitim Merkezlerinde kurs şeklinde devam ediyor. Siz de yıllarca kurs verdiğinizi söylediniz. Bu konularla ilgili neler söylemek istersiniz?

N. Yıldırım: Olmaz! Böyle olmaz. Okul okumak güzel, eğitim güzel, okusun, ama mesleki eğitimin küçük yaşta başlaması lazım. Buğday nedir? Tahıl. Buğdayı değirmende öğüttük, ne oldu, un. Unu yoğurduk, ne oldu, hamur. Hamuru fırına attık, pişirdik, ne oldu, ekmek… Buğdayı ancak ondan sonra yiyebiliyorsun. Çırak da böyledir, yani bitki gibidir. Yenilecek kıvama gelmesi için birçok aşamalardan geçmesi lazım. İşe başından başlanması lazım. Öyle tepeden inme olmaz. Liseyi bitirmiş ondan sonra kursa gidiyor. Olmaz! Biz çekirdekten yetiştik. Nasıl ben babama karşı dik durdum. Hatta babam bana "Sen adam olmazsın." dedi.  Ama sonra "Sen okumadın, ama çok iyi bir esnaf oldun." dedi. Yani herkes memur olmak zorunda değil. Şimdi herkes diyor ki çocuğumuz memur olsun, doktor olsun. Oysa bizim mesleğimizde ustanın eline bakacaksın, onu beynine nakşedeceksin. Şimdi Hafız-ı Kur'anlar nasıl hafız oluyor? Küçük yaştan başlıyor. Okuyor, bir daha okuyor, bir daha okuyor, iyice ezberleyinceye kadar. Bizim mesleğimiz de öyle olacak. Yoksa olmaz. 

M. Sarmış: Peki, şimdiki kuaförler nasıl yetişiyor?

N. Yıldırım: Valla yanlarına birer tene böyik alilar. Öyle. Ne ki olırsa… 

M. Sarmış: Mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

N. Yıldırım: Maşallah! Kuaför kardeşlerim çok güzel iş yapıyor. Güzel para kazanıyor. Ama hayır ve hasenat var mı? Bereket var mı? Onu bilmiyorum. 

M. Sarmış: Farklı bir konuda fikrinizi sormak istiyorum. Demin dediğim gibi küçükken tıraşa gittiğimde saçım o el makinesinin içinde kalır ve canım çok yanardı. Babamı mahcup etmeyeyim diye de sesimi çıkarmazdım. Ama o yüzden eskiden beri berbere gitmeyi hiç sevmem. Kelleyi gidip teslim ediyorsun, adam istediği gibi oynuyor. Neyse espri yapıyorum, adamlar işlerinin gereğini yapıyorlar. İyi ki varlar. Berberden çıkınca kendimi çok iyi ve rahatlamış hissediyorum. Ama daha çocukluktan beri kafama takılan bir soru var? Memleket değiştirdim, mahalle değiştirdim, buna bağlı olarak yıllar içinde birçok berber değiştirdim. Her yeni tanıştığım berbere o soruyu sordum. Teknoloji her alanda gelişiyor; berberlikte ise en fazla el makinesinin yerini şarjlı makine aldı. O kadar. Yapılan iş aşağı yukarı aynı. Yine gelip o koltuğa oturuyorsun, kelleyi en az yarım saatliğine berbere teslim ediyorsun. O da eskiden olduğu gibi makineyle, makasla, tarakla saçını kesiyor. Ortalık yine kıllarla doluyor. Diyorum ki teknoloji bu kadar gelişirken, her işi robotlar, yapay zekâlar yapmaya başlarken, bu saç kesim işine de bir çözüm bulunmaz mı? Yani mesela eskiden kadınların kuaförde başlarına soktukları gibi bir şey olsa, önceden istediğin saç modelinin bilgilerini girsen, sonra kafayı sokup çıkarıp şipşak tıraş olsan… Ne diyorsunuz, olur mu böyle bir şey?

N. Yıldırım: Olur. Zaten o da çıkacak. Eli kulağındadır. Ama ondan önce şu var: Sen teknolojiyi bir tarafa bırak kardeşim, kendini iyi yetiştir. Şimdikiler sanatı sanat diye yapmıyor, para için yapıyor. Bu berberliğin bir şerefi vardır. Ben onur duyarım berberliğimden. Şimdikilere bakıyorum, iyileri de var tabii, ama bazılarının ağzında sigara, her tarafı dövmeli, bilmem ne? Bunlar bize ters geliyor. Yanlış.

M. Sarmış: Onlar sadece sizde değil, her meslekte var.

N. Yıldırım: Ben kendi mesleğim için söylüyorum. Kendine saygısı olmayan bir adamın müşteriye saygısı hiç olmaz. Ben burada kalburüstü adamları tıraş ediyorum. Ben onlardan istifade ettiğim gibi onlar da benden bilgi alıyor.

M. Sarmış: Onu da soracaktım. Berberlerin diğer mesleklerden farklı bir özelliği daha var. Müşterileriyle daha çok samimi oluyorlar, arkadaş oluyorlar. Sadece tıraş etmiyorlar, muhabbet ediyorlar.

N. Yıldırım: Tabii, öyledir. Yalnız tadında bırakmak lazım. Çok af edersiniz bazı berberler vardır, çok boşboğazdır, çok konuşur, her konuda konuşur. Berberler bana göre tıpkı bir genç kız gibidir. Neden? Berber futbolla uğraşamaz, partiyle uğraşamaz, siyasetle uğraşamaz. Çünkü her cins adam gelir. Kimin hangi düşünceden olduğunu bilmiyorsun. O konulara girecek olursan müşteri kaybın olur. Adamın fikri zikri seni ilgilendirmez. Sana ne? Bir de böyle çene çalarken işi uzatıyorlar. Ben çok seri çalışan bir adamım. Adamlar zaten bundan hoşlaşıyor. Yahu benim zamanım önemlidir. İşini bir an önce yap, gideyim. Adam elinde sigara, müşteri koltuğuna oturmuş, konuşuyor da konuşuyor. Nereden giriyor, nereden çıkıyor, belli değil. Ben o koltuğa oturmam hiç. Belki binde bir. Orası müşteriye aittir. Benim yerimse şurasıdır. Ben müşteriye karşı saygıda kusur etmem. İsteyen bir daha gelir, istemeyen gelmez. Ama bana bir gelen, bir daha gelir.

M. Sarmış: Ben zaman zaman değiştirdim, ama insanlar genellikle berberlerini değiştirmez. Uzak bir semte taşınsa bile eski berberine gitmeye devam eder.

N. Yıldırım: Doğrudur. Benim çok müşterim öyledir. Nereye giderse gitsin, gelir beni bulur.

M. Sarmış: Bir de sırdaş olmak var. Müşteriler o oluşan samimi ortamda bir takım dertlerini, sırlarını berberleriyle paylaşırlar. 

N. Yıldırım: Çok önemli. Kimsenin sırrını kimseyle paylaşmayacaksın. Ayıptır, günahtır. Adama yardım edebiliyorsan et, yoksa dinle, bırak adam hiç olmazsa rahatlasın. Derler ki "Dost acı söyler." Ben bunu kabul etmiyorum; "Dost doğru söyler." Ben şimdi "keşke"yi kullanmayın diyorum. Ne yapacaksanız zamanında yapın, zamanında söyleyin, zamanında konuşun. Keşke yok. Dedikodu yapmayacaksın. Hayata çok pozitif bakacaksın. Dilini tuttun mu dünya çok güzel. Dünya boş değil, ama sen yaşamayı bilmiyorsan ben ne yapayım?
M. Sarmış: Eyvallah! Bunlar sizin hayat felsefeniz galiba. 
N. Yıldırım: Sayılır.

M. Sarmış: Berberler Odası hakkında bilginiz var mı? Ne zaman kuruldu? Kim kurdu? Şimdiki başkan kim? Kaç üyeniz var? 

N. Yıldırım: Benim bilgilerim eksik veya yanlış olabilir. En iyisi başkanımızı arayayım.

(Aradı. Şimdiki başkanın adı Nezif Kayalar imiş. Dediğine göre dernek çalışmaları daha eskiymiş, 1946'ya kadar gidiyormuş, ama resmen 1956 yılında "Urfa Berberler Derneği" adıyla kurulmuş. 2000'li yıllarda da oda'ya dönüşmüş; "Şanlıurfa Berberler Esnaf ve Sanatkârlar Odası"… Odaya berber, kuaför ve güzellik salonu olarak 860 kayıtlı üye varmış.  Bunun 50-60 kadarı güzellik salonu imiş. Gayrı resmi olarak çalışıp da kayıtlı olmayanlarla beraber bu sayı 1000'in üstünde imiş.)
M. Sarmış: Siz dernek yönetiminde hiç görev aldınız mı?
N. Yıldırım: Bugüne kadar çok teklifler geldi, ama ben kabul etmedim. O işler bana göre değil. İsteseydim geçmişte başkan da olabilirdim. Ben istemedim. Ama başkanlara her zaman kendinize tecrübeli kimselerden bir danışman seçin dedim. Tecrübesinden istifade edin. Yönetim adına üst düzey yöneticiler nezdinde girişimlerde bulunsun, hakkınızı savunsun. 

M. Sarmış: Eskiden müşteri profili nasıldı, şimdi nasıl?

N. Yıldırım: Eski müşterilerimiz çok değerliydi. Şimdikiler değersiz dersem ayıp etmiş olurum. Fakat aralarında çok fark var. Farkın sebebi ne? Zaman çok değişti. Bazıları diyor ki dünya çok değişti. Hayır! İnsanlar çok değişti. Görüşler değişti. Hayata bakış değişti. Bunda ekonomik sebepler de etkili oldu. Aslında insanlar eskiden daha fakirdi, ama gönlü zengindi. Şimdi şartlar daha iyi, ama şükür az. Herkesin gözü yükseklerde. Ben belli bir yaşa geldiğim için çoğu müşterim eski arkadaşlarımdır. Hep beyefendi, takım elbiseli, kıravatlı, kendini bilen, oturaklı insanlar. Yaş ortalaması yüksek. Gençler de var, ama çok az. Onların çoğu "kuaförleri" tercih ediyor. Çünkü tarzımız uyuşmuyor. Onu da normal görüyorum. Onun için gelen bazılarını tıraş etmeden gönderdiğim de olmuştur. Halen de oluyor.