M. Sarmış: Bahsettiğim röportajınızda eskiden olduğu gibi her sabah 07.00'de dükkânı açıp, akşam 07.00'de kapattığınızı söylemişsiniz
N. Yıldırım: Halen öyle eskisi gibi devam ediyor. Sabah namazına kalkıyorum. Yarım saatlik bir tespihatım var. O bittikten sonra Ümmet-i Muhammed'e bir dua ediyorum. O da 15 dakika kadar sürüyor. Sonra kalkıp dükkâna geliyorum. 07.00'ye beş on dakika kala, 7'yi geçmemiştir. Akşam da yine 07.00'de kapatıp eve gidiyorum. 
M. Sarmış: Söylemek istemezseniz sıkıntı yok, söylerseniz kayda girer; tespihattan bahsettiniz; bir tarikatla bağınız var mı?
N. Yıldırım: Yok, herhangi bir tarikata mensup değilim. Gençlik yıllarımdan beri müziği sevdiğim gibi dini de çok seviyorum. Çocukluğumdan beri namazı hiç bırakmadım. Ne namazımı, ne orucumu… Bugüne kadar birçok tarikatın, cemaatin sohbetlerine katıldım. İsim vermeyeyim, bir tarikata gittim, oturdum, baktım bana göre değil, öbürüne gittim, baktım bana göre değil. Diğer cemaatlerin sohbetlerine gittim, yine aynı. Belki o cemaatlerdekilerin hepsi benim nefsimden iyidir, güzeldir, ama ben hiçbirine giremedim. Baktım olmuyor, en iyisi dedim bizim kuralımız bu olsun: Allah bir, Resulullah hak, Kur'an-ı Kerim rehberim…  96'da da hacca gittim. 
M. Sarmış: Yenge hanımla beraber mi?
N. Yıldırım: Evet. Bir daire sattım. Babam sağdı o zaman. "Oğlum herkes ev alıyor, sen ev satıp hacca gidiyorsun." demişti. Kendisi ocakta öldü, biz nisanda hacca gittik. Hiç de pişman olmadım. Umreye de gitmek istedim, ama bugüne kadar kısmet olmadı.

M. Sarmış: Urfa'nın tanınmış âlimleri var, hocaları var. Hiç onlarla tanışma, sohbetlerine katılma durumunuz oldu mu?

N. Yıldırım: Var tabii, çok. Ömer Hafız var, Mırine Hoca var. Yusuf Paşa'da vaaz verirdi, gidip dinlerdim. Rahmetlik Buluntu Dede bizim evimizin arkasında otururdu. Onun evi yola bakardı, bizimki iç taraftaydı.

M. Sarmış: Buluntu Hoca ile ilgili ne hatırlıyorsunuz?

N. Yıldırım: Bir gün Balıklıgöl'e gittim, ziyarete... 60'lı yıllar olması lazım, daha gencim. Önceller'in otobüsü vardı o zaman, şehiriçi otobüsü. Baktım Buluntu Hoca otobüsten inmiş, elinde baston, ilerliyor. Hemen sağ koluna yapıştım. Dedim "Dede nere?" Dedi "Hocamın yanına gidiyorum." Yani mezarına demek istiyor. Gölün kenarındaki mezarlıkta, kendisinin makamının bitişiğinde yatıyor. Gittik. Kendisini yukarı çıkardım. "Marhama"sını (büyük mendil) çıkardı. Öyle bir ağladı ki anlatamam. Dedi "Bili misen bu kimdir?" Dedim "Dede, bilmiyem." Dedi "Ah! Bu, benim hocam hocam hocam!" Daha sonra kendisini indirdim, karşıda hücresi vardı, oraya bıraktım.

M. Sarmış: Hocası kim?

N. Yıldırım: İsmini bilmiyorum. (Sonradan araştırıp öğrendim: Hocası Hacı Mustafa Efendi. Kendisi vefat edince de onun mezarının ayak dibine defnedilmiştir. M.S.)
M. Sarmış: Kendisi de orada müderrislik yapmış zaten.
N. Yıldırım: Zaten Balıklıgöl'ün tümü kendilerinin.
M. Sarmış: Cumhuriyet döneminde satışa çıkarılınca Buluntu Hoca almış, ama sonradan devretmişler galiba.
N. Yıldırım: Damadı Ergüvenler hediye etti. Bir torunu bir kısmını kabul etmedi. Sanıyorum öyle de kaldı.
M. Sarmış: Tanıdığınız hocaları anlatıyordunuz.
N. Yıldırım: Ulu Cami'nin hocası Yaşar Hoca vardı. Yaşar Şekerci. Benim hac arkadaşımdı. Şeyh Şükrü Efendi vardı, ellerini öptüm. Eyyüp Peygamber'in imamı Habip Hoca vardı. Çoğunu tanırım. Dellek Mahmut Hafız'ı iyi tanırım. Beraber oturup çok çalıp söylemişiz.
M. Sarmış: Şimdi yeniden mesleğe dönelim. Eski berberler saç sakal tıraşı dışında da birçok şeyler yapıyorlardı. 
N. Yıldırım: Ben de ustaların eline bakarak çoğunu öğrendim. Kulak yıkarlardı. Ben de yıkadım. Sünnetçilik yaparlardı. Ben de yaptım, ama sonra terk ettim. Diş çekerlerdi. Yara bereye bakarlardı. Sigil okurlardı. Demreği okurlardı. Ameliyatları yaparlardı. 
M. Sarmış: Ne gibi ameliyatlar?
N. Yıldırım: Basit bazı ameliyatlar. Mesela elinde, ayağında bir yara var, neşter atarlardı. 
M. Sarmış: Kellik, saç dökülmesi, saç kıran ile ilgili tedaviler yapıyorlar.
N. Yıldırım: Onları ustamdan öğrendim, ama daha sonra çeşitli kitaplar okuyarak, araştırarak, denemeler yapa yapa kendimi daha da geliştirdim. Mesela yaptığım ilaçları sana veriyorum. "Bunu kullan, bir ay sonra kontrole gel." diyorum. Geliyorsun, eğer sonuç iyi ise, devam ediyorum. Böyle böyle gittikçe daha iyisini yapmaya çalışıyorum. Mesela şimdi Allah'ın izniyle saçkıranı yüzde yüz tedavi edebiliyorum.

M. Sarmış: Nedir bu saçkıranın sebebi? Biyolojik mi, psikolojik mi?

N. Yıldırım: Daha çok psikolojik, aşırı stres, üzüntü…

M. Sarmış: İlaçlarınız genellikle bitkisel herhalde…
N. Yıldırım: Tabii tabii, hepsi bitkisel ilaçlar. Şu masamda gördüğünüz şişelerde o ilaçlar var. Şu masa üstündeki, raflardaki kitaplar da okuduğum kitaplar. Daha çok var. Hastam da çok. Sadece ilaç tedavisi de değil. Psikolojik sorunları olanlar da gelir. 

M. Sarmış: Nasıl yani?

N. Yıldırım: Ya gelirler işte! Erkek, kadın, çocuk gelirler. Bir çeşit terapi yapıyorum. Konuşuyorum, yol gösteriyorum, dua ediyorum. Mesela geçenlerde İstanbul'dan bir bayan aradı, kardeşi için dua etmemi istiyor.

M. Sarmış: Dini kitaplar da okuyor musunuz?

N. Yıldırım: Evet, okuduğum bazı kitaplar da var.

M. Sarmış: Şu siğil ve demreği okumak üzerinde duralım biraz. Başka yerlerde var mıdır bilmiyorum, işin tıbbî yanını da bilmiyorum, ama eskiden beri Urfa'da bir takım kimseler, öyle eğitimli hacı hoca olması da gerekmiyor, siğil ve demreği için bir şeyler okurlar, buna bağlı bazı uygulamalar da yaparlar. Anlatır mısınız? Bunların özel duası mı var?
N. Yıldırım: Siğil duası yok, şifa duası var. Sigil için tuza okuyup kendisine veriyorum. Onu çamur edip, yani suyla karıştırıp üç çarşamba siğilin üzerine sürüyor. Allah'ın izniyle siğil düşüyor.

M. Sarmış: Demreğide arpa vardı galiba…

N. Yıldırım:  Evet demreğide arpaya okuyoruz. Sonra da toprağa gömüyoruz. 

M. Sarmış: O da üç çarşamba mı oluyor?

N. Yıldırım: Hayır, bir çarşamba bir cuma…

M. Sarmış: Bu saydığınız şeylerin hepsini kendi ustanızdan mı öğrendiniz?

N. Yıldırım: Bazılarını ondan, bazılarını başka ustalardan… Meraklı olduğum için araştırıyordum. 

M. Sarmış: Mesela Urfa'nın en meşhur sünnetçilerinden biri Berber Halil Ekren'dir. Bizim de sünnetçimizdir. Siz de sünnet ettiniz mi?

N. Yıldırım: Eğitim, aldım, sünnete başladım, ama başımdan bir olay geçti. Anlatmak uygun olur mu bilmiyorum.

M. Sarmış: Yanlış bir şey mi yaptınız?

N. Yıldırım: Öyle değil. Bir gün Berber Salih Usta ile beraber Halil Ustanın yanında Harran taraflarındaki Minare Köyüne gittik. Orada Urfa milletvekili Reşit Kemal Timuroğlu da vardı. Atatürk'ün arkadaşıymış. O da kirve idi. Belki de köyün sahibiydi, bilmiyorum.  Çok yaşlıydı. O gün kırk kişi sünnet edilecek.  Hepsi bebek, çocuk… Sünnete başladık. Biz Salih Usta ile beraber ihramın altında sünnet olacak çocuğun bacaklarını tutuyoruz, Halil Usta da kesiyor. Sonra biri gelip oturdu. Yaşlı bir adam, o zamana kadar sünnet olmamış. Çok şaşırdık. O güne kadar böyle bir şey görmemişiz. Halil Usta sünnet yaptı, ama o oldu; "Halil Ustaya "Ben bundan sonra bir daha sünnet münnet yapmam." dedim. Bir daha da yapmadım.

M. Sarmış: Maalesef eskiden öyle şeyler oluyormuş. Köylerde, fakir fukara, sünnet imkânı bulamamış, yaşı büyümüş. Evlenmeden hemen önce sünnet olanları da biliyorum. Ama öyle ihtiyarını duymamıştım.

N. Yıldırım: Çoktu eskiden.