M. Sarmış: Şimdi biraz berberlik mesleğini konuşalım diyorum. Herhalde dünyanın en eski mesleklerinden biri. İlk zamanlardan itibaren insanlar uzayan saçlarını, sakalını kesme ihtiyacı duymuş. Ama biz o kadar eskiye gitmeyelim. Mesleğinizin piri olarak Selman-ı Farisî'nin adı geçiyor. Hz. Peygamber'in İran asıllı sahabesi.
N. Yıldırım: Bu mesleği severek yaptığımdan dolayı araştırmasını da yaptım. Peygamber Efendimizin berberlerinden biri Selman-ı Farısî. Bir gün saçını tıraş ederken başını kesiyor. Hemen yalamaya başlıyor. Peygamberimiz "Niçin öyle yaptın?" deyince de, "Ey Allah'ın Resulü, kanınız yere akmasın diye yaptım." diyor. Peygamberimiz de kendisine ve bütün berberlere dua ediyor. O yüzden berberlerin ömrü uzun olur. Berberler çok zengin de olmaz, çok fakir de olmaz. Daima ceplerinde az çok paraları olur. Tabii çok yanlış işler yaparlarsa zengin de olurlar, fakir de olurlar… Kendimden de biliyorum. Çünkü ben ne zenginim ne fakirim. Allah'a bin şükür! Bu kadar senedir bu işi yapıyorum; halen ayaktayım, çalışıyorum, sıhhatim yerinde, aklım başımda, gözüm görüyor, hâlâ gözlük kullanmıyorum.
M. Sarmış: Biliyorsunuz eskiden sanat ve zanaatın hemen hemen her dalında gayrimüslimler ileri imiş. Mehmet Kurtoğlu'nu bilir misiniz?
N. Yıldırım: Bilirim.
M. Sarmış: Onunla da röportaj yapmıştım. Dedesinin babası Halil Hafız Dede Osman Avni'nin müridi imiş. Dede Osman, Halil Hafız'a "Müslümanların gayrimüslimlerde tıraş olması doğru değil. Çocuklarından birini berbere gönder; işi öğrensin de Müslümanları o tıraş etsin." demiş. Halil Hafız da oğlu Mehmet'i bir Ermeni'nin yanına çırak olarak vermiş. O da orada yetişip "Berber Mehemet" adını almış.
Siz tabii o dönemlere yetişmediniz ama sormuş olayım. Siz gerek gayrimüslim gerek Müslim olsun Urfa'daki berberlerden kimleri duydunuz, kimleri biliyorsunuz?
N. Yıldırım: Mesela çok af edersiniz "Kiliseye S…, yani bilmem ne yapan Ali Efendi" vardı. 
M. Sarmış: Gerçekten öyle bir şey mi yapmış? 
N. Yıldırım: Evet evet. O yüzden o lakabı almış zaten.
M. Sarmış: Hangi kiliseye?
N. Yıldırım: Büyük Yol'daki Fırfırlı Kilise'ye.
M. Sarmış: Ne zaman?
N. Yıldırım: 50'li yıllarda olması lazım.
M. Sarmış: Yani Ermeniler gittikten sonra, kilise faal değilken. Peki derdi neymiş, niçin öyle bir şey yapmış? Hakaret olsun diye mi?
N. Yıldırım: Evet. "Sizin kilisenize ben böyle yaparım." demiş ve yapmış.
M. Sarmış: Kime demiş? 
N. Yıldırım: Şimdi şu anda Urfa'da Ermeni var mı? Var. Ben çok da iyi tanıyorum onları, ama boş ver. Bizi ilgilendirmez.
M. Sarmış: Başka hangi berberler var?
N. Yıldırım: Aşağıda çok berber ustalarımız vardı. Mesela "Berber Mahmut", Doktor Faruk Subaşı'nın babası. Çok iyi bir sünnetçiydi. Berber Ahmet Usta vardı, muhtar. Berber Halil Usta vardı, sünnetçi. Halil Ekren, Mustafa Ekren'in abisi. Onlardan ben de çok şey öğrendim. Berber Salih Usta vardı, sünnetçiliği onun yanında öğrendim, ama yapmadım.
M. Sarmış: Bunlar duyduğunuz isimler mi, bizzat gördünüz mü?
N. Yıldırım: Bizzat gördüğüm kimseler. Yine mesela "Pis Mehemet" dedikleri bir berber vardı. Dükkânı çok kirli olduğu için öyle demişler. Dükkânı 12 Eylül Caddesinde idi, şimdiki Demokrasi Caddesi. "Parmağı Eğri Halil Usta" vardı. Ahmet Usta vardı, "Gözü Yırtık Ahmet" derlerdi. Beykapısı Mahallesinin muhtarıydı. Bizim dernek başkanımız Mehmet Çelik vardı. "Terbiyeli Mehemet" derlerdi. Hakikaten de berberlerin en terbiyelisi idi. Çok ağır başlı, efendi bir adamdı. 
M. Sarmış: Onu ben de tanıyorum. Kamberiye'deydi dükkânı. Çok tıraş oldum onun dükkânında, ama o yapmadı, kalfası yaptı
N. Yıldırım: O da çok kaliteli bir insandı. Çok iyi bir ustaydı. Allah rahmet etsin. Onun ortağı Berber Hakkı vardı. Berber İmam Usta vardı. "Berber Sağır" vardı. "Berber Reşit Usta vardı, Berber Hasan Usta vardı. Berber Yaşar vardı. Bunlar Köprübaşı'nın berberleri… Bir Yaşar daha vardı. Onun da yeri Eski Karakol'un altında idi, Hasan Paşa Camii'nin karşısında. O da sünnetçiydi. İki yerde berber çoktu. Nerede? Bir Haşimiye civarında, bir de Köprübaşı'nda… Dayım Ahmet Şenbahar'ın da berber olduğunu söylemiştim. Dükkânı Vatan Çarşı'sında idi. Benim ilk ustam. Vatan Çarşısı yıkılınca o da Köprübaşı'na geldi. İpek Palas Oteli'nin altına.  "Geveze Ahmet" diye başka biri vardı; çok konuşan bir berber. Adam usturayı eline alıp kayışa vururken Karaköprü'ye yetişiyor. Berber Mehmet İnci vardı. Dernek başkanlığı da yaptı. Bunların hepsi Köprübaşı'nda yan yana, karşı karşıya idi. Çiçek Palas Oteli, İpek Palas Oteli, Cumhuriyet Oteli de orada yan yana… 
M. Sarmış: Pavyonlar da Köprübaşı'nda… 
N. Yıldırım: Tabii. Zaten Çiçek Palas'ta pavyon kızları kalırdı. 
M. Sarmış: Ben de hatırlıyorum. Büyükşehir Belediyesi son zamanlarda orayı restore etti. 
N. Yıldırım: Evet, biliyorum, dışarıdan güzel görünüyor. Bakalım hangi amaçla kullanacaklar?
M. Sarmış: Siz gayrimüslim olanlara yetişmediniz tabii.
N. Yıldırım: Ben onlara yetişmedim, ama onlardan kalan bir çocuğu biliyorum. Benim yanımda çalışan bir çocuk vardı, Allah rahmet etsin, o da vefat etti. Adı Mahmut. Kendisini askere gönderdim, evlendirdim. Bir gün bana dedi ki "Usta, benim teyzemin herifi Ermeni çocuğu." Onun anlattığına göre Urfa'dan Ermenileri sürerken bir çocuk korkusundan "pıherik"in (baca) içine saklanmış. Ailesi kaçmış, o kalmış. "Halfe"min (kalfa) dedesi de bunlarla komşu. Hanımına demiş ki "Bunların evinden bir çocuk sesi geliyor. Ağlıyor mu, nedir?" Kalkıp gidince görüyorlar ki bir çocuk piherigin içine sığınmış. Çıkarıyorlar. Üstü başı kapkara. Alıp evlerine getiriyorlar. Hanımı yıkıyor, üstünü başını değiştiriyor. Ona babalık, analık ediyorlar. Besleyip büyütüyorlar. Sonra da adam kendi kızını ona veriyor. Ondan da üç dört tane torunları oluyor. Birisi şegirdimin teyzesinin kocası olan adam. Adı X... Kaçakçı Pazarında manifaturacılık yapardı. Tipi de bize pek benzemezdi; uzun boylu, pembe tenli. Temiz, namazında niyazında Müslüman bir adamdı.
M. Sarmış: Aslında müzik faslında soracaktım, konu buraya gelince hatırladım. Yaptığım röportajlarda ismi sık sık geçen iki isim var; Circe ve Boğos… Urfa'da kalan iki gayrimüslim müzikçi… İkisi de âmâ. Onlarla bir tanışıklığınız oldu mu?
N. Yıldırım: Tabii. Ben Circe ile beraber Şam Radyosuna kaset doldurdum. Circis Gümüşkalem… Dedi ki "Şam Radyosu'ndan bir kaset istemişler. Bir Urfa ahengi." Eski Devlet Hastanesinin karşısında Mehmet Çiçek vardı, memur. Onun evinde bir araya geldik. Kimler vardı? Yılmaz Öztop, Fazlı Öztop, Hasenik, esas dadı Hasan, çorap sattığı için Hasenik derlerdi, keman çalardı, Şükrü Yılan, Süleyman Öztop, darbukacı Nuri Yıldırım, Abdurrahman Boydak, o da darbukacı, ritimci. Circe de kemancıydı. Ben orada iki türkü okuyorum. Diğerleri koro. "Cihan Mıhe" derlerdi, Fırıncı Mehmet Gözoğlu da vardı, hoyrat okurdu. Yine Kurrik Mıhe vardı, Güneydoğu televizyonunda program yapan Naci Gençkol'un babası.
M. Sarmış: Bandı yaptınız, Circe de gönderdi; herhalde yayınlanmıştır.
N. Yıldırım: Tabii yayınlanmıştır.
M. Sarmış: Urfa'da radyo programlarına katıldınız mı hiç?
N. Yıldırım: Bu son zamanlarda yıkılan eski Kızılay binasında Radyo Mega vardı; orada bir programa katıldım. Ben ve Ahmet Nacak. Bekir Şirinoğlu'nun programıydı. O da Pandemi döneminde vefat etti. Allah rahmet etsin. Urfa ağzı ile çok güzel şiir okurdu. Ben bir hoyrat okudum, Ahmet de kanun çaldı. Bir de Müslüm Saraç kuşlarla ilgili mesele anlattı. Meşhur modacı Faruk Saraç'ın babası.  Faruk Saraç da benim dostumdur. 
M. Sarmış: Daha eskiden Mustafa Dişli de iyi şiir okuyor. Onunla da tanıştınız mı?
N. Yıldırım: Tabii. Çok hatıramız vardır. Mesela ben dayımın yanında kalfa iken, İpek Palas'ın altındaki dükkândayım. Dört Yol Kahvesinin bir üstünde. Bir gün Nuri Sesigüzel'i tıraş ediyorum. Mustafa abi de orada. Elini Nuri Sesigüzel'in omuzuna koyup "Aney" şiirini okumaya başladı. "Nuri abi, eli öpim." dedim, "Mustafa abe şiir ohi, seni  sekkeli (sakal) çıhi."
M. Sarmış: Niye, şiir uzun mu sürdü?
N. Yıldırım: Yok, ben tıraş etmiştim, sakalı pamuk gibi olmuştu, o şiiri okuyunca heyecandan dimdik oldu. Sakal heyecandan dimdik olur. Tabii vakit de yok. Sete gidecekler daha.
M. Sarmış: Film çekimi için mi gelmişlerdi?
N. Yıldırım: Evet. "Mezarımı Taştan Oyun" filmini çekiyorlar. Ben de meraklıyım ya, gidip filmin bazı çekimlerini izledim.
M. Sarmış: Nerede?
N. Yıldırım: Kara Meydanı'nında Ulu Cami'ye gidişte "Karanlık Kapı" denilen yerde. Abdullah Balak da o gece saat 12.00'de çiğköfte getirdi oraya, sette çiğköfte yedik.