M. Sarmış: Askerlik yaşı geldi. Nerede askerlik yaptınız?

N. Yıldırım: Acemi birliğim Sivas'taydı. Beni babam götürdü. Gencim diye. Daha önce İstanbul'a gittim, ama yine de dışarı tecrübem çok yok. Babam dedi ki "Bu çocuk kaybolur"; elimden tuttu beni Sivas'a götürdü. Dört ay acemilik. Ondan sonra ustalık dönemim için Tatvan'a gittim. 

M. Sarmış: Toplam ne kadar askerlik yaptınız?

N. Yıldırım: Gittiğim zaman 24 aydı; altı aylık askerken, askerlik 4 ay indirildi, 20 ay yaptım.

M. Sarmış: Askerde de berberlik mi yaptınız?

N. Yıldırım: Evet, orduevinde subay berberi idim. Torpilim de Tümgeneral Turan Orkan. Ölmüşse Allah rahmet etsin, yaşıyorsa sağlık afiyet versin. Benim askerliğim de enterasandı. Bazen anlatıyorum, inanmıyorlar; ben subaylarıma hiçbir zaman "albayım, yarbayım, yüzbaşım, binbaşım" demedim. Ordu komutanına çiğköfte yoğurdum. Aslında ben bandocuydum. Müziği sevdiğim için tenor saksafon çalıyordum. Aynı zamanda bölükte berberlik de yapıyordum. Bir cumartesi günü bayrak çekmeye gitmişiz, üzerimde merasim elbisesi var. O sırada komutan tıraş olacak, berber istiyor. Bizim yüzbaşı beni çağırdı. "Git, ağa seni çağırıyor." dedi. Cahit Yüzbaşı, daha sonra helikopter kazasında öldü, Allah rahmet etsin. Kenan Evren'in de emir subayı idi. Hemen gidip çantamı aldım, elbisemi soymadım, doğru komutanın yanına. Tümgeneral Turan Orkan. Adisyon fişini de beraber götürmüşüm. Çünkü tıraş ettiğim zaman fiş kesiyorum. Her tıraş 25 kuruş.

M. Sarmış: Kendinize mi kalıyor?

N. Yıldırım: Hayır. Bölüğe kalıyor. Odasına girdim. Komutan beni baştan ayağa süzdü. "Bu ne hal lan?" dedi. "Ya!" dedim "Komutanım sen beni hiç sormuyorsun ki?" Adam tüm general, ben erim; böyle bir şey var mı?" Dedim "Efendim, nöbet tutuyorum, merasime çıkıyorum, bulaşıkhaneye gidiyorum, yemekhaneye gidiyorum." "Lan!" dedi, "Bunların hepsini sen mi yapıyorsun?" "Tabii efendim." dedim. Bu arada tıraşı bitti. Hemen adisyonu çıkarttım. "Ne yapıyorsun lan?" dedi. Dedim "Fiş keseceğim komutanım." "İndir onu." dedi. İndirdim. Cebinden çıkarıp 5 lira bana verdi. "5 li-ra!" "Al bunu, koy cebine." dedi. Alıp cebime koydum. Ben çıktıktan sonra yolda elinde defter yüzbaşıyı gördüm. "Ne söyledin?" dedi. "Bir şey söylemedim." dedim. Sonradan öğrendim ki yüzbaşıya "Bu Berber Necdet'i derhal subay orduevine gönder." demiş. Yüzbaşı gelip "Tüfeğini, teçhizatını teslim et, git. Bir daha yüzünü görmek istemiyorum."  dedi. Subay orduevi, Van Gölü'nün kenarında muazzam bir yer. Derhal her şeyi teslim edip valizimi aldım ve oraya gittim. Zaten yakındı. Vallahi, billahi tillahi kapının önünde üsteğmen beni bekliyor. "Ulan Urfalı, bu torpil nereden?" dedi. "Bana emir geldi ki, "Berber geliyor, onu karşıla." Beni alıp, burası berberhane, burası yemekhane, burası yatakhane, her yeri tanıttı. Bundan sonraki askerliğim orada subayları tıraş etmekle geçti. Urfalı Berber Necdet orada kendini ispatladı. Kıymalı ekmek gecesi, çiğköfte gecesi, sıra gecesi… Çalmak, söylemek… Askerliği öyle bitirdik. (O arada askerlik fotoğraflarını gösterdi.)

M. Sarmış: Askerlik bitti, döndünüz. Dükkânı ondan sonra mı açtınız?
N. Yıldırım: Evet. 1970 senesinde. Asfalt Yol'da. "Sağlık Berberi." On sene orada kaldım.
M. Sarmış: Niçin "Sağlık Berberi"? Hastane yolunda olduğu için mi?
N. Yıldırım: Hayır. Abim Sağlık Okulu müdürü idi, ondan esinlendim. Bir de insanların sağlığını çok düşünen bir insanım, temizliğe çok önem veririm. Ondan…
M. Sarmış: Evliliğe gelelim.
N. Yıldırım: Askerden geldikten altı ay sonra nişanlandım.
M. Sarmış: Yenge hanımın ismi nedir?
N. Yıldırım: Fikriye Tenekeci… Babası babamın asker arkadaşıymış, biz çok sonradan öğrendik. Beraber Diyarbakır'da kalmışlar. Eşimin kardeşi benim arkadaşımdı; Mehmet Tenekeci…
M. Sarmış: Önceden tanıyorsunuz yani.
N. Yıldırım: Hayır hayır, kesinlikle. Bir gün eve geldim, annem dedi ki "Sana bir kız istedik. Tabii bende ağız yok, konuşmak yok. Arkadaşımın bacısı olduğunu da bilmiyorum. Memet yanıma gidip geliyor. Yanımda çalışan bir şegirt var, demek ki o biliyormuş. Bir gün dedi ki "Usta! Kayınbiraderine çok değer veriyorsun ha!" "Kayınbiraderim kim?" dedim. "Memet abi." dedi. "Deme lan!" dedim. Nişanlanmışım, ama bilmiyorum. Çünkü bizim töremizde arkadaşlar birbirimizin evine gitmeyiz. Nerede buluşacağız? Asfalt Yol'da. Nerede? Sinemada. Nerede? Belediye'nin bahçesinde… Yani annesiyle bacısıyla benim ne işim var? Ben hiçbir arkadaşımın kaç bacısı olduğunu sormazdım da, bilmezdim de… Bizimkisi de öyle oldu. Öğrenince de arkadaşlığımızı kestik. (Gülüyor. Gülüyoruz.)

M. Sarmış: Öyle mi?
N. Yıldırım: Utandım yani. Beraber gezmedim artık. 

M. Sarmış: O da mı bilmiyor muymuş?
N. Yıldırım: O biliyormuş, ama bana söylememiş.

M. Sarmış: Düğün nasıl oldu?
N. Yıldırım: Düğün olmadı. O sıra benim en küçük amcamın kızı vefat etmişti. O yüzden düğün müğün olmadı. Yalnız, Kadir Dikayak vardı; benim ortaokuldan tabiat bilgisi öğretmenimdi. Baba tarafından "zadelik" vardı, yani bir çeşit akrabalık. Evlenirken de kirvem oldu. Gittiler gelini bir taksiye koyup getirdiler.

M. Sarmış: Ev nerede?

N. Yıldırım: Dergezenli Mahallesi, Damat Süleyman Paşa Camii'nin karşısı.
M. Sarmış: Baba evi mi?

N. Yıldırım: Baba evi. Çardakta bir oda verdiler. Abim o zaman ayrılmıştı. O sırada kanunum duruyordu daha. Kirvem "Oğlım evlendiği gece avradiya şarkı mı söledi?" diye takılırdı. Ne günlerdi yav! Nerden nereye? İçimde hâlâ bir ukde var. Her düğün olduğunda depreşir. Hatta burada bir arkadaşımız var; Tutku Mağazası'nın sahibi Ahmet Oruç, şimdi Büyükşehir Belediyesi başkan vekili. Bir gün dedi ki "Madem öyle içinde kalmış, senin düğününü ben yapacağım. Sana bir damatlık, yenge hanıma bir gelinlik alacağım. Hasretin çıksın." Dedim "Olur mu? Televizyona çıkarırlar. Memlekete reklam ederler. Utanırız." 70'inden sonra azana çare yok derler ya! Ayıp olur.

M. Sarmış: O da bir hoşluk olsun istemiş.
N. Yıldırım: He he! Arkadaşız, konuşuyoruz öyle.
M. Sarmış: Kaç çocuk var?
N. Yıldırım: Beş çocuğumuz var; üç kız, iki erkek. İlki Salih Yıldırım, ikincisi Yasemin, üçüncüsü Nesrin, dördüncüsü Nermin, beşincisi Müslüm. Hep hayalimde şöyle bir şey vardı: Ben evlenirsem, bir kızım olursa adını Yasemin koyacağım. İlkokuldayken bir müfettişin kızını seviyormuşum, onun ismi. Halen de Yasemin ismini çok seviyorum.
M. Sarmış: Yenge hanım bir şey demiyor mu?
N. Yıldırım: Biliyor, ne desin? Çocukluk işte! Çocuklarla ilgili başka hayallerim de vardı. "Bir oğlumu iyi bir berber yapacağım." dedim. Yaptım da… Büyük oğlum Salih berber oldu.
M. Sarmış: Sosyal medyadan tanıyorum. Ne yapıyor şimdi?
N. Yıldırım: Mesleği sevmedi, "Eyyübiye Belediyesine geçti, sonra da emekli oldu. Çok iyi bir fotoğrafçıdır, kamera işlerini de iyi bilir. Aynı zamanda iyi bir rehberdir. Urfa'nın tarihini iyi bilir. 
M. Sarmış: Küçük oğlunuz ne iş yapıyor? 
N. Yıldırım: Müslüm… Müzik öğretmeni. Yine bekârken demiştim ki bir oğlumu da iyi bir müzikçi yapacağım. Madem babam benim müzikle uğraşmama müsaade etmedi, ben de oğlumu yapacağım. O da öyle oldu. Şimdi Urfa Güzel Sanatlar Lisesinde müzik öğretmeni.
M. Sarmış: Benim kayınbiraderim de orada müzik öğretmenidir. Tanırlar birbirini.
N. Yıldırım: İsmi ne?
M. Sarmış: Mehmet Toprak. Babası Miktat Toprak da Urfa müzik âleminin tanınan isimlerindendir, iyi bağlama çalardı eskiden. Tanır mısınız?
N. Yıldırım: Tabii. İyi tanışırız. Bağlaması ile çok çaldı bana. Memet Hocayı tanıyorum, ama Miktat abinin oğlu olduğunu bilmiyordum. Ne yapıyor Miktat abi? Yaşıyor mu? 

M. Sarmış: Yaşıyor, ama sağlığı pek iyi değil. Evden pek çıkmıyor.

N. Yıldırım: Allah sağlık afiyet versin. Beni hatırlaması lazım. Görünce selamımı söyleyin. 

M. Sarmış: Bütün çocuklar evlendi mi?
N. Yıldırım: Hepsi evli. Evde Köroğlu Ayvaz kalmışız. Torun çok, torunlarımın da çocukları var.