M. Sarmış: Sonra teknoloji gelişti. Yeni yeni aletler çıktı. İş iyice kolaylaştı.
N. Yıldırım: Evet, tabii. Elektrikli ısıtıcılar çıktı. Lavabolardan gürül gürül soğuk ve sıcak su akıyor. Önce kordonlu, sonra şarjlı makineler çıktı. Kurutma makinesi çıktı. Fön makinesi çıktı. Düğmeye bas, sıcak su, düğmeye bas klimayı çalıştır. Eskiden dükkânı ısıtmak da serinletmek de çok zordu. Mangal, soba filan randımanlı olmazdı. Yazın serinlik için tavan yelpazesi olurdu. O da kılları savuruyor. Şimdi klima tertemiz, kışın ısıt, yazın serinlet. Her şey bol maşallah! Hem de daha kolay. Ama sanat öldü.

M. Sarmış: Oraya sonra gelelim. Eskiden saç boyama var mı?
N. Yıldırım: Binde bir.

M. Sarmış: Bıyıklarını boyayanlar olurdu eskiden. Sokaklarda uzun, kalın bıyıklarını simsiyah boyamış tipler gördüğümü hatırlıyorum.

N. Yıldırım: Doğru, onu yapan berberler vardı. Ama ben yapmadım. Şimdi saç boyayanlar da var. Ben yapmıyorum. Beş lira değil, bin lira da verseler, yapmam.

M. Sarmış: Eskiden saç bakımı için limon suyu kullanılıyor.

N. Yıldırım: Eskiden isteyen oldu mu şegirdi bakkala gönderip limon aldırırdık; sıkıp saça vururduk. Parlardı. Limon saçı hem besler hem de sert eder, şekli kolay bozulmaz. 

M. Sarmış: Limonun saçın rengini açtığı da söylenirdi.

N. Yıldırım: Çok az. Sonra kolonya çıktı, şampuan çıktı, jöle çıktı, çeşitli spreyler çıktı. 

M. Sarmış: Etrafımda pek görmedim, ama Amerikan filmlerinden, hatta Yeşilçam filmlerinden hatırlıyorum; briyantin kullanırlardı, saçı parlatmak ve şekillendirmek için. 

N. Yıldırım: Briyantin dediğimiz şey hemen hemen jöleyle aynı şey. Eskiden tüpte idi, şimdi bir takım küçük kutularda oluyor. İkisi de saçı parlatmak ve şekillendirmek için kullanılıyor. Jölenin yağlısı var, yağsızı var.

M. Sarmış: Bir de saç kesme şekilleri var. Tabii erkekleri konuşuyoruz. Saç modası da var, zaman içinde değişip duruyor. 

N. Yıldırım: Bizde Osmanlı tıraşı esastır. Şimdi yok bilmem Amerikan tıraşı, yok Rus tıraşı, yok İngiliz, Fransız, Alman tıraşı diyorlar, çeşit çeşit, acayip, komik modeller var. Görünce hayret ediyorum.

M. Sarmış: Ama bizim çocukluğumuzda da alaburus dedikleri bir model vardı. Ben Rus usulü tıraş zannederdim, meğer Rusla alakası yokmuş bu kelimenin, Fransızca "alabros"tan geliyormuş. Başın diğer yerleri makinayla alınıyor, tepenin ön tarafı biraz kabarık bırakılıyor. Özellikle çocuklara yapılırdı.

N. Yıldırım: Subay tıraşı da denirdi.

M. Sarmış: Doğru. Ben ilkokulda hep öyle tıraş olurdum. O zaman öğrenciler hep üç numara tıraş olurdu. Herhalde bitlenmesin diye. Eskiden temizlik zayıftı, su yoktu, şimdiki kadar sık sık banyo yapma imkânı da yoktu, alışkanlığı da yoktu. Onun için saçlar mümkün olduğunca kısa kesilirdi. Böylece berbere gidiş aralığı da uzardı. Ben alaburus tıraş olurdum. Akıllı uslu ve çalışkan olduğum için okulda beni uzun süre idare ettiler. Sonra yeni bir müdür geldi sanıyorum, ısrar ettiler, mecburen üç numara tıraş oldum. O gün okula gittiğim zaman çok utanmıştım. Çantamı başıma siper etmiştim.
N. Yıldırım: Doğru. Eskiden okullarda çocukların, hatta gençlerin saçına çok karışılırdı. Disiplin vardı o zaman.

M. Sarmış: Saçını kestirmeyenlerin saçına makas vururdu bazı müdürler ve öğretmenler. Böyle katkatlı olurdu. Herkes "tren yolu" diye dalga geçerdi. O zaman mecburen tıraş olurdu öğrenciler.
N. Yıldırım: Çok iyi bilirim. Eski dükkânım Urfa Lisesinin karşısındaydı. Burası da Cengiz Topel ve Bahçelievler Okullarına yakın olduğu için çok talebe tıraş ettim. Okulların sıkıştırması bizim işimize gelirdi. Müşterimiz artardı. (Gülüyor, gülüyoruz.)

M. Sarmış: Artık kılık kıyafet gibi saça da kimse karışmıyor. İsteyen üç numara yapıyor, isteyen uzatıyor, isteyen Amerikan tıraşı yapıyor. 

N. Yıldırım: Şimdi Amerikan tıraşı dedikleri tıraş, aslında bizim eski köylü tıraşıdır. Ben kalfa iken köylüleri tıraş ederdim. Kafasına yoğurt tası, yani üsküre tası koyardık. Ağzının etrafından yusyuvarlak bir iz yaptıktan sonra çıkarırdık. Aşağıda kalan kısımları makineyle bir numara tıraş edip üst tarafı bırakırdık. Onlar öyle isterdi.

M. Sarmış: Niçin?
N. Yıldırım: Bir gün sordum birine; "Niçin böyle yapıyorsunuz?" Dedi "Biz köyde çalışıyoruz, kafamıza güneş vurmasın diye." Şimdi adı Amerikan tıraşı oldu.

M. Sarmış: Birebir aynı değil, ama biraz benziyor.

N. Yıldırım: Okuduysanız, bir gazeteye beyanat verdim. Dedim ki "Osmanlı tıraşı ol kardeşim, Osmanlı tıraşı! Senin elin Rusuylan, Amerikalısıylan ne işin var?" Epey ses de getirdi. 

M. Sarmış: Osmanlı tıraşı dediğiniz…

N. Yıldırım: Normal, sizinki gibi beyefendi tıraşı. 

M. Sarmış: Siz hep bu tıraşı mı yapıyorsunuz?

N. Yıldırım: Evet, ben Osmanlı tıraşı yapıyorum. Binde bir böyle gelip yanlarını sıfırlamak isteyen gençler oluyor. Yapıyorum, ama söylüyorum da "Sen Türk çocuğusun, bu Amerikan tıraşı ile ne alakan var?" Ben her zaman söylerim; her insan kendi şahsına yakışacak tıraşı olmalıdır. 

M. Sarmış: Gençler eskisine göre çok serbest şimdi. Zevklerine göre takılıyorlar.

N. Yıldırım: Sadece saçları değil, sakalları da bir acayip. Hani o Firavun filmlerinde gördüğümüz sakallar var ya, onun gibi yapanlar var. Çenesinde bir tutam sakalı uzatmış, üstelik iki yerden bağlamış. Ben aynısını o Firavun filmlerinde gördüm. Yetmiyor, üstüne bir de yağlı krem sürüp fönlüyor. Müslüman sakalının şekli bellidir. Müslüman bakımlıdır. Savaşa bile gitse yanında bir misvak, bir tarak, bir ayna götürür. İslamiyet'te saç boyamak var mıdır? Vardır. Ne zaman? Savaş dolayısıyla erkek nüfus azaldı, geriye yaşlılar kaldı. O zaman onlar da güçlü ve dinç görünsünler diye saçlarını boyarlardı.
M. Sarmış: Kına demek istiyorsunuz herhalde.
N. Yıldırım: Evet evet, boyadan kastım kına. Oysa günümüzde yedisinden yetmişine kadar herkes saçını boyuyor. 

M. Sarmış: Günümüzde erkekler de estetiğe, güzel ve yakışıklı görünmeye çok önem veriyorlar. Estetik ameliyat bile yapıyorlar. Kaş aldırıyorlar. 

N. Yıldırım: Sayın hocam, göğsünün kılını bile aldıranlar var. Lazerle yandırıyorlar. Bunların zararını ileride görecekler. Ben ölürüm, siz yaşarsanız, dersiniz ki "Necdet Usta demişti." Bunların hepsi kanserojen, hepsi hastalığa davetiye çıkarıyor. Allah'ın yarattığına bu kadar müdahale etmek doğru değil. Kulak tüyünü ağda yapıyorlar, yakıyorlar. Ben yapmayın, zararlıdır diyorum. Bu kulağın tüyünü Allah niye verdi? İnsanoğlunun vücudunda iki şey çok önemlidir. Biri kaş, biri kirpik. Sakal, bıyık, saç ayrı, onlar kesilebilir. Niye? Berberler de rızkını oradan çıkarsın diye.

M. Sarmış: Eskiden ağda yoktu, ama sanki berberler sakal dışında kalan kılları ve tüyleri kadınların yaptığı gibi iple alırlardı.

N. Yıldırım: Doğru, o da vardı, ama biz sadece yanaklarındaki tüyleri alırdık. Kalın olanlarını cımbızla, yumuşak olanlarını da ipek iplikle. Halen de ipeğimiz vardır. Kaşlarını maşlarını ben hiç almadım.

M. Sarmış: Tıraşın en hoşuma giden tarafı, bittikten sonra enseye pamukla pudra vurulmasıydı. Gömleğin ensesini toza bulardı ama o yumuşak dokunuşu ve o güzel pudra kokusunu çok severdim. Şimdi kolonya sürüyorlar.

N. Yıldırım: Sakal tıraşından sonra da kolonya sürerdik.