M. Sarmış: Mustafa Dişli'yi anlatıyordunuz.
N. Yıldırım: Başka bir olayımız daha var Mustafa abiyle… Asfalt Yol'da ortada eskiden bir havuz vardı. Birbirine bağlı üç kademeli bir havuzdu, yukarıdan aşağıya su akıtmak için yapılmıştı, ama o sırada susuzdu, içi çer çöp dolmuştu, çok pisti. Çıraklarımla temizlettirdim. Sonra Mustafa abi ile beraber Belediye Başkanı Mustafa Kılıç'ın yanına gittik. "Biz temizlettik, siz de su akıtın." dedik. Onlar da bizi kırmadılar, doldurdular. Mustafa abiye "İçine birer tane de ördek, kaz koysak, ne kadar hoş olur." dedim. Dedi ki "La oğlum Neco, adımız zaten "Savıh Mıço"ya çıkmış, dediği yapsak bı sefer de bize "Ördek Mıço", "Kaz Mıço" derler." "Yoh lo, bi şey olmaz." dedim. Dedi "Alıram ama bi şartla; sen bahacaksan." Dedim "Ben baharam." Adam iki tane ördek aldı; kısa zamanda 122 tane oldu. Çok oldu yani.
M. Sarmış: Yavru mu yaptılar?
N. Yıldırım: Değil hocam. "Mustafa Dişli ördek alıyor, kaz alıyor." diye duyulunca elineördeği, kazı alan geldi. Adam hepsini parayla alıyor.
M. Sarmış: Ne yaptınız o kadar hayvanı? Nerede muhafaza ettiniz? Nasıl beslediniz?
N. Yıldırım: Bizim arkamızda "Zaman Gazozları" vardı. Gece oraya koyuyoruz. Tabii ben yapamam, çıraklarım uğraşıyor. Hayvanlar sabah gazozhaneden tek sıra halinde çıkıp havuza giriyor. Gün boyu herkes gelip kehke"dir, ekmektir, veriyor. Akşam yine tek sıra halinde gazozhaneye…
M. Sarmış: İbrahim Tatlıses'le dükkân komşuluğunuz varmış.
N. Yıldırım: Evet. Ben oradayken bitişimdeki kahveyi tuttu; "Ceylan Kahvesi…" Şimdi Bakay Oteli var orada. Dükkânımın önüne kadar sandalye atardı. Ben de rahatsız oluyorum tabii. Bir gün Halil Kendirli gelip "Necdet, buna bir şey söyleme, idare et." dedi. Ettim, ne yapayım, yüz yüze bakıyoruz. Aynı zamanda mahalle "şenigim". O da Dergezenli Mahallesindendir. Bunu yıllar sonra meşhur olduğu zaman bir televizyon programına katılmak için İstanbul'a gittiğimde kendisine hatırlattım.
M. Sarmış: Anlatın isterseniz.
N. Yıldırım: Osman Yağmurdereli Kanal D'de program yapıyordu. 2006 olması lazım. Programın başmisafiri Tatlıses'ti. Eski dostlarını, tanıyanları araştırıp soruşturmuşlar. Benim de dükkân komşum olduğunu, kendisini tıraş ettiğimi öğrenmişler. Onun için davet etmişler. Urfa'dan gelen bir kişi daha vardı. Para pul vermedim. Gidiş dönüş uçak biletimi onlar aldı. Gittik, yan yana oturup eski günleri andık. Tatlıses'le görüştüğümüz zaman dedi ki "Yav ben seni unutmuşam." Dedim "Vaa! Ceylan Kahvesini ne tez unıtti? Hani pantoli çemirlidi, 50-60 tene çay bardağından çay satidi. Tükenimin önine keder (kadar) sandelye atidi. Helil Kendirli gelip 'Bına bi şe söleme. Ekmek parası kazani." demişti. Ben de sesimi çıkarmidim." Dedi "Yav Hecci, kusıra bahma. Şimdi hetirledim. İhtiyar olmışsan, sekkel bırahmışsan deye ilk anda tanıyamadım."
(Fotoğrafların arasından o günlere dair olanı ararken, siyah beyaz küçük bir fotoğrafı gösteriyor bana. Konu değişiyor.)
Bakın bu küçük fotoğrafta da Yılmaz Güney'le beraberiz. Burası Altay Palas, Kara Meydanı'na giderken soldaki otel. "Hudutların Kanunu" filmi için Urfa'ya gelmişlerdi. Sene 1964. Altay Oteli'nde kalıyorlardı. Yanındakiler de Tuncel Kurtiz, Tuncer Necmioğlu. Şu arkada subay kıyafeti ile görünen de Atilla Ergün. Şu da benim, ama yüzüm iyi görünmüyor. Fotoğrafı bir ara birisi istedi verdim, maalesef geri getirdiğinde o kısım zarar görmüş.
M. Sarmış: Siz niçin oradasınız?
N. Yıldırım: Kendilerini tıraş etmek için beni çağırdılar.
M. Sarmış: Yılmaz Güney'i mi tıraş ettiniz?
N. Yıldırım: Evet, bu ellerimle… Sadece onu değil, diğerlerini de tıraş ettim. Hem de birkaç defa. Erol Taş, Tuncel Kurtiz, Tuncer Necmioğlu, Atilla Ergün, Necati Er, Muharrem Gürses… Tabii bu arada samimiyeti de ilerlettik. Bir gün Muharrem Gürses "Yahu herkes geliyor, bir gün sen de gel film çekimlerini izle." dedi. Filmde Duran Ağa rolünde oynuyor. "Ne işimiz var abi?" dedim. "Yav gel, muhabbet ederiz." dedi. Hasan Paşa Camii'ne gittik. Caminin avlusunda, o su akan yerde çekim yapıyorlar. Çok kalabalık, herkes izlemeye gelmiş. Ben de izledim.
Burada 6 ay kaldılar. Çok gittim yanlarına. Mesela kurşun sıktığında ben de Yılmaz Güney'in yanındaydım.
M. Sarmış: Ne kurşunu?
N. Yıldırım: Bir gün Yılmaz Güney tahta bir masaya ayaklarını koymuş. Karşıda bir ayna. Dedi "Çirkin Kıral kendini gözünden vuruyor." "Civ civ…" Sıktı. "Yav" dedim "abi ne yaptın? Aşağısı karakol. Şimdi gelirler" Nitekim arkasından polis geldi. Kendisini alıp götürdüler, hapse attılar. Terzi Saim'le beraber yattılar. Onu da ben çok tıraş etmişim.
M. Sarmış: Terzi Saim kim?
N. Yıldırım: Urfa'nın sayılı yiğitlerinden. Kabadayı bir adam. Yürekli bir adam. Ben Asfalt Yol'da Urfa'nın dört isimli adamlarıyla beraber çok oturup kalktım.
M. Sarmış: Ne demek dört isimli?
N. Yıldırım: Yani lakabı olan adamlar. Yiğit adamlar… Mesela Terzi Sayım, Kepekçi Mehemet… Urfaspor'un kurucularından Zehir Ali. Marangozdu, sonra müteahhit oldu, devlet müteahhitliğini yaptı. İbrahim Tekok vardı; kalın bıyıkları olduğu için ona "Buyuğo" derlerdi. "Degirmenci Kedir 'Emmi'nin oğlu. Yine Müslüm Köylü vardı; dudakları çok kalın olduğu için ona da "Dudağo" derlerdi. Babasının yanında terzilik yapardı. Bunların hepsi arkadaş. Hepsi Urfa sevdalısı. Yine mesela "Diyarbakırlı Izzo" derlerdi, öğretmen, ama yiğit bir adam. Bunlar o devrin kabadayı adamları, yiğit adamları. Çift isimli adamlar…
M. Sarmış: Yani bu adamlarla da bir şekilde tanışıklığınız var.
N. Yıldırım: Yav gelirlerdi, Tatlıses'in tutmuş olduğu Ceylan Kahvesi'nde otururlardı, dükkânımın önüne kürsü atar otururlardı, tıraş derdim.
M. Sarmış: Peki Yılmaz Güney'in Terzi Saim ile alakası ne?
N. Yıldırım: Yılmaz Güney Urfa'ya gelince tanışmışlar, arkadaş olmuşlar. Sonra hapiste beraber yattılar. O sırada Nebahat Çehre geldi. Yeni evlenmişlerdi zannedersem. Görsen, nasıl bir kadın, at gibi. Altay Palas Otelinde kaldı. Hapishaneye gitti, Yılmaz Güney'i ziyaret etti, ondan sonra bıraktılar.
M. Sarmış: Altay Oteli'nin aşağısı karakoldu dediniz. Neresi?
N. Yıldırım: Evet, orada eski bir Urfa evi vardı. Kısa bir dönem karakol oldu; sonra CHP İl Başkanlığı oldu. Seyfettin Sucu da orada çalışırdı, temizlik yapardı, çay yapardı. Kendisiyle tanışıklığımız o zamanlara dayanır. O sırada Halil İşitmez'in yanında kalfayım. Zaman zaman yanına giderdim. Karnımız açsa yanımızdaki Buluntu Efendi'nin fırınından ekmek alırdım, orada beraberce incir ekmek yerdik. Evin bahçesinde büyük bir incir ağacı vardı. Çok büyük ve güzel bir evdi, yıktılar, yazık oldu.
M. Sarmış: Biz yine berberlik mesleğine dönelim. Dayınızın yanında başladınız, sonra Konfor Halil'in yanında işi öğrendiniz, usta oldunuz ve 1970'te de dükkân açtınız. Vitrininizde "1970'ten Beri Beş Yıldızlı Berber Necdet" yazıyor.
N. Yıldırım: Evet. Aslında işi çok küçükken öğrendim. Boyum yetmezdi, ayağıma "haphap" (takunya) giyip öyle tıraş ederdim. Bu yaşta, bu boyda nasıl tıraş ediyorsun diyenler olurdu. Hatta birinden tokat da yedim.
M. Sarmış: Müşteri mi tokat attı? Niçin?
N. Yıldırım: Bir adam vardı, "Şark Ceylanı Mehemet" derlerdi, Cesur Otobüslerinin müdürüydü. Daha önceden şofördü, kamyonculuk yapıyordu, İstanbul'a ambar yükü taşıyordu, ev eşyası filan. Recep Cesur, onu firmaya müdür yapıyor. Ondan önce firmanın müdürü Şavak'ın küçük kardeşi Halil Ağa'ydı. Bürosu da Köprübaşı'nda Akbank'ın yerindeydi; 72-73 yıllarında. Konumuza dönecek olursak, bir gün bu "Şark Ceylanı" bizim dükkâna tıraşa geldi. Sakalını ustura ile ben tıraş ettim. O sırada 15-16 yaşlarındayım, kalfayım. Kalktı bana bir tokat attı. "Ulan!" dedi, "Bu meslegi eyi yapisan, daha eyisini yapacahsan." Ondan sonra ustam da dedi ki "Öyle bir sanatkâr olacak ki makasından sanat damlayacak." Hiç müşteri kalfayı döver mi? Dövdü. Dövsün. Daha iyi olmam için. Öyle de oldu. Bu beni daha da kamçıladı. Şimdi Allah'a bin şükür sanatın zirvesindeysem, tanınıyorsam, seviliyorsam, o sağlam temeller üzerinden geldiğim içindir.