DOKUZUNCU BÖLÜM
M. Sarmış: Eğitim düzeyi yükseldikçe altına rağbet azalıyor mu? Sanki böyle bir kanaat var bende.
A. Ayoğlu: Altın her zaman en çok tercih edilendir. Ama şehirli pırlanta, gümüş gibi başka takılar da alırken, köylülerde altına rağbet daha fazla.
M. Sarmış: O da tamam da, ben daha başka bir şeyden söz ediyorum. Genel olarak bütün süs eşyalarına rağbetin azalıp azalmadığını soruyorum. Acaba eğitim düzeyinin yükselmesi ile beraber kadınlar daha başka zevkler mi ediniyorlar da bu takı merakını biraz daha basite alıyorlar? Yine mesela eğitimli kadınlar, olsa bile bütün altınlarını ve mücevherlerini aynı anda takmıyorlar, kıyafetlerine uygun olan bir iki parçayı takıyorlar. Buna karşılık geleneksel yapıdaki kadınlar, bir düğün, bir bayram, bir eğlence söz konusu oldu mu, ne var, ne yok hepsini takıp takıştırıyorlar. Küçük bir kuyumcu vitrinine dönüyorlar…
A. Ayoğlu: Haklısınız. Kullanım konusunda öyle bir şeyler var. Fakat gelin çıkarmada altın hâlâ başrolde. Yerlisi de, okumuşu da bunu bir yatırım aracı olarak görüyor. Urfa'da enaniyet çok, kibir çok, "desinler" düşüncesi çok yaygın. Birileri "Sen bu kızı nasıl böyle ucuza verdin?" demesin diye istiyorlar. Benim kızım filancadan daha az güzel veya değerli diye nispet yapıp istiyorlar. Mesela varlıklı aileler kesim kesmiyorlar. Ama ne diyorlar? "Sen şerefine göre yap." O zaman karşı taraf şerefini kurtarmak için kesimden daha fazla yapmak zorunda kalıyor. Çünkü niye? "El âlem ne der?" Onun için.
Çok enteresan; Türkiye'de "eski inci" denilen natürel okyanus incisi var, eskiden gelmiş. Konya'da rağbet görüyor, Urfa'da rağbet görüyor. İstanbul, her şeyin olduğu gibi bunun da merkezidir. Ama orada da Urfalılar gider alır, bir de Konyalılar alır. O incileri Antep'e götürseniz, almıyorlar.
M. Sarmış: Kelep dedikleri şey mi?
A. Ayoğlu. Evet, kelep.
M. Sarmış: Eskiden çok duyardım. Hâlâ var demek.
A. Ayoğlu: Var. Ben de satıyorum. Mücevheratçıyım aynı zamanda. Çok meraklıyım. (Telefonu açıp fotoğrafını gösterdi.) Bir kelep, 120 gram.
M. Sarmış: Nerden geliyor bu inciler?
A. Ayoğlu: Yenisi gelmiyor. Bunlar eskiden kalmış. O yüzden çok pahalı.
M. Sarmış: Hadi altını anladık, binlerce yıl geçse de bir şey olmuyor. Bu inci organik bir şey; zamanla bozulmuyor mu, erimiyor mu, çatlayıp kırılmıyor mu?
A. Ayoğlu: Eriyor da, kırılıp çatlıyor da. O yüzden zekâtı yok. Bunu alanın çok özenle kullanması gerekiyor. Urfa'nın ağa kesimi inci olmadan kızlarını vermezler.
M. Sarmış: Ağa derken, kırsal kesimlerdeki ağalardan söz etmiyorsunuz herhalde.
A. Ayoğlu: Yok yok, yerli ağalardan söz ediyorum. Kırsaldakiler bunu bilmez. Onların bildiği frenk bağı, madonna, akıtma, bilezik, yüzüktür. Onlar elması da bilmez.
M. Sarmış: Urfalıların çok altın istediği şeklinde bir kanaat var. Bu yüzden durumu müsait olmayanların "Urfa'dan kız istemeyelim, başka şehirlerden alalım." dediklerine dair rivayet var. Ne dersiniz?
A. Ayoğlu: Biraz gerçeklik payı var, ama tam öyle değil. Türkiye'nin her yerinde gelinlere altın alınır, altın takılır. Urfa'nın doğusunda daha çoktur.
M. Sarmış: Bu kadar çok altın istenmesi evliliği geciktiriyor. Herkesin hemen alacak parası yok. Ya para biriktirmeden kız istenmiyor veya nişanlılık süresi uzuyor. O da birçok sorunu beraberinde getiriyor. Okul oku, iş bul, para biriktir derken evlilik yaşı gittikçe gecikiyor. Siz de bunun farkındasınız tabii. Eskiden 18 yaşına gelip de gelin olmayan kıza evde kalmış denirdi; şimdi kızların evlenme yaşı ortalama 27-28 civarında, hatta bazıları 30'u buluyor, geçiyor.
A. Ayoğlu: Doğru. Fakat konu sadece para, altın meselesi değil. Bütün dünyada evlilik müessesi çöküyor. Bu anlayışı bizim gençlerimize de aşılıyorlar. Evlenip de ne olacak? Niçin birilerine bağımlı olayım? Ömür boyu bir kadının veya erkeğin kahrını çekeyim? Bekârlık özgürlüktür… Tabii arz ettiğiniz gibi geçim sıkıntısı da var. Aylık geliri 15 bin lira olan bir genç, 6-7 bin liraya bir ev nasıl tutsun, tutsa geçimini nasıl sağlasın? Bunlar da var tabii.
Aslında düğün sırasında alınan altın gençler için bir can simidi oluyor. Düğün sırasında aileler kırıyor, sarıyor, belki zorlanıyor, ama sonunda çok işe yarıyor; bir miktar hediye de geliyor; gençler bunları satıp belki ev veya araba alıyor veya zor günleri için teminat oluyor. Ben biraz da bu gözle bakıyorum. Bizim Urfa'da orta kesim aileler altını bir çeşit sigorta gibi görürler.
M. Sarmış: Bundan 30-40 yıl önce altın diş olurdu. Sadece kadınlar değil, erkekler de yaptırırdı. Farkında olmadan kaybolup gitti.
A. Ayoğlu: Evet. Gençler sağdan bir dişlerini süs için altın kaplama yaparlardı. Yaşlılardan tamamını altın yapanlar olurdu. Fakat sadece süs olsun diye değil. Çoğu da sağlık için yapardı. O zamanın diş tedavisi şimdiki gibi gelişmiş değildi. Diş teknolojisi de bu kadar gelişmemişti. Kaplama, implant, porselen vb imkânlar yoktu. Çürüyen dişleri hemen çekerlerdi. Yeri ya boş kalırdı, ya altın yaparlardı. Dişçiler bizimle işbirliği yaparlardı.
M. Sarmış: O, halkın "Karaçı" dediği Romanlar mı?
A. Ayoğlu: Hayır, onlar da yapardı. Üstelik sadece altından değil, başka madenlerden de yaparlardı. Fakat benim dediğim onlar değil, bildiğimiz diş doktorları… 35-40 sene evvel gelip bizden Cumhuriyet altını alırlardı. Onu götürüp eritir, altın diş yaparlardı. Artık öyle bir şey yok. Altın diş, eskiden normaldi; tıpkı diğer takılar gibi süslenmenin bir çeşidi idi. Fakat artık hoş karşılanmıyor. Diş tedavisi gelişince ihtiyaç da kalmadı. Unutuldu gitti.
M. Sarmış: Bir de erkeklerin altın yüzük takması konusu var. Alyanstan söz etmiyorum. Eskiden erkekler, kaşı kırmızı, yeşil, sarı, mavi gibi renkli taşlardan olan veya yüzeyi desenli altın olan kocaman yüzükler takarlardı. Bana mı öyle geliyor, bilmiyorum, sanki onlar da kalktı. Az önce içeri girerken vitrininize baktım, öyle yüzükler yok. Ne dersiniz?
A. Ayoğlu: Doğru, iyi gözlemlemişsiniz. Eskiden erkeklerin modası gibi bir şeydi. "Marka yüzük" denirdi. Şöyle apartman gibi yüksek, kaşlı. Çok yaygındı. Özellikle kendinden emin, dış görünüşüne önem veren, saçını, bıyığını boyayan, topuklu kundura giyen, ceketini omuzuna atan, tespih şakırdatan, ne bileyim, biraz kaba dayı havası olanlar daha çok meraklıydı o tür yüzüklere.
Erkeğin süsü gibiydi. Onunla fotoğraf çektirirdi, gösteriş yapardı, onun üzerine muhabbet ederdi, hava atardı. O yüzükleri rahmetli babamgil elde yaparlardı. Şimdi makinada her şeyi döküyorlar. İstanbul'da hâlâ var, görüyorum, ama Urfa'da pek kalmadı. Tıpkı altın diş gibi eriyip gitti. Bunda erkeklerin süs anlayışının değişmesi gibi, altının erkeğe haram olduğu inancının yayılması da etkili oldu sanıyorum. Toplum bilinçlendikçe giderek azaldı. Tek tük gençler de hâlâ görüyorum.