M. Sarmış: Müzik çalışmaları ne zamana kadar sürdü? Niçin bıraktınız?
N. Yıldırım: Ailemin bana çok baskısı oldu. Annem belki idare ederdi, ama babam kesinlikle karşıydı. Derdi ki "Biz büyük bir aileyiz, aşiret sahibiyiz. Ben devlet memuruyum. Sen gidip orada burada çalıp söylüyorsun. "Sen mıtrıp mısın? Sen "gevende" misin? Bu işler bize yakışmaz." Yine gençlik dönemimde bir vatandaşı tıraş ediyordum. İsmini hatırlamıyorum, çok değerli bir abimiz. Dedi "Sana aynı anda iki üç karpuz versem kaldırabilir misin?" Dedim "Yok." Dedi "Sana bir tavsiyede bulunayım. Ya müzik ya meslek…" "Nasıl abi?" dedim. Dedi "Sen burada işçisin, dayının yanında çalışıyorsun. Şimdi bir cumartesi günü birileri "Necdet, asbap gecemiz var, gel." dese, işi bırakabilir misin? Bırakamazsın." Ha, baktım adam doğru söylüyor. E babam da zaten bu işlere çok karşı. Bunların da müziği bırakmamda etkisi oldu, ama hemen değil. Çok sevdiğim için hemen bırakamadım. Zaten öyle bir çevrenin içindeyim, beni tanıyanlar davet ediyor, gitmesem ayıp olacak. Sonra askerlik, evlilik derken, nihayet "Müzik bizim işimiz değil. En iyisi mesleğime dört elle yapışayım." dedim ve bıraktım.
M. Sarmış: Ne zaman?
N. Yıldırım: 1974, 75 filan olması lazım.
M. Sarmış: Ara sıra esmiyor mu?
N. Yıldırım: Yok. Şimdi sadece iyi dinleyiciyim. Zaten ses de kalmadı hocam. Eskiden sesime zarar vermesin diye on sene dondurma yemedim. O zamanlar bir kıymalı ekmeğe, bir karpuza bant doldurduğumuz oluyordu.
M. Sarmış: Merak böyle bir şey işte! Peki, ne oldu o bantlar? 
N. Yıldırım: Nerededir bilmiyorum. Hepsi kaybolup gitti. Adamların hepsi öldü. TK 48 teyp yeni çıkmış. Aşağı Çarşı'da Ziyaeddin Akbulut Çarşısı var ya, orada mahalli bir Urfa evi vardı. Hayatlı bir ev. Müsait. Arkadaşlarla toplanıp kaset doldururduk. Bir kıymalı bir karpuza… Sabah 8.00'de girip akşam 5.00'te çıkıyoruz.
M. Sarmış: Devrin ünlü isimleriyle de tanışıklığınız var mı?
N. Yıldırım: Olmaz olur mu? Bedirhan Kırmızı, Mahmut Coşkunses, Seyfettin Sucu… Onlar benden sonra piyasaya çıkmaya başladılar.
M. Sarmış: Aynı mecliste oturup beraber müzik yapıyorsunuz. Bant yapıyorsunuz.
N. Yıldırım: Tabii tabii. Ama öyle düğünlerde filan değil. Mesela bir gün ben ve arkadaşım Güven Evcan Fındıkzadegil'in evine gittik. Akyüzler yani. Bunların Beykapısı'nda bir evi vardı;  muazzam bir ev, şato gibi, saray gibi. Adamlar içki içiyor, âlem yapıyor. Gece saat 11.00'e, 12.00'ye kadar sürdü. Biz tabii içmiyoruz. Dedim "Güven, bu iş bizim işimiz değil." Bıraktık. Asbab gecelerine giderdik. Onu niçin terk ettim, onu da özet olarak anlatayım. Bir eve gittik, yine Beykapısı'nda. Yine Güven'le beraberiz. Başladık çalıp söylemeye. Bir ara ben kafayı iyice bulmuşum. İçki kafası değil, müzik kafası. Bir gazel okumaya başladım. Adamın biri silahını çekip sıkmaya başladı. Evin damı toprak. Şimdi bir kurşun sekip bize değse ne olacak? Dedim "Güven, bu iş bize yaramaz. Bir daha asbap gecesine gitmeyelim." O oldu, bir daha asbap gecelerine de gitmedim. İçkili âlemlere bir iki sefer gittim, onu da beğenmedim. Adamlar içip içip kendinden geçiyor. Sen şarkı söylüyorsun diye seni bilmem ne gözünde görüyor. Bize göre değil. Kalburüstü adamlarla oturup çalmak söylemek daha başka. Mesela Ahmet Alay Bey vardı; onun gibi birkaç tane değerli abimiz vardı. Onlarla oturup müzik yapmak başka. Kaliteli adamların hali başka oluyor. Ben zaten şu anda berber olarak da Urfa'nın kaliteli adamlarını tıraş ediyorum.
M. Sarmış: Berberlik faslına geçmeden önce müzikle ilgili olarak sormak istediğim bir iki husus daha var. Besteleriniz de varmış.
N. Yıldırım: Vardı birkaç tane.
M. Sarmış: Herhangi bir yerde kaydı kuydu var mı?
N. Yıldırım: Bir tanesinin var.
(Getirdiği belgelerin içinde bir sayfayı gösteriyor.)
M. Sarmış: Hüzzam makamında bir türkü.
"Felek açtı yarayı
Tabip gel bul çareyi
Ölüyorum şimdi ben
Kurtar benden yarayı

Aman yar zalim yar
Beni terk den yar

Gidiyorum yârime
Herkes acır halime
Bırakın ben gideyim
Kavuşayım yârime

Aman yar zalim yar
Beni terk eden yar"

M. Sarmış: Sözleri de size ait değil mi?
N. Yıldırım: Evet.
M. Sarmış: Şu evraktan anlaşıldığına göre telif hakkı için Urfa Vilayeti Maarif Müdürlüğüne başvurmuşsunuz.
N. Yıldırım: Evet. O zaman öyle oluyordu.
M. Sarmış: Daha önce hiç görmediğim bu ilginç uygulamanın kayda girmesini istiyorum.
 Başlık şöyle:
"HÜZZAM MAKAMINDA TÜRKÜ
SÖZ VE MÜZİK Necdet Yıldırım"
Altında "Telif hakkının verilmesini saygılarımla arz ederim." Yazıyor, yani bu bir dilekçe.
Altında türkünün sözleri var. Onun altında da isim ve imzası var.
Dilekçe 1797 sayı numarası ile müdürlüğün kayıtlarına girmiş. Altta müdürlüğün şu ibaresi yer alıyor:  "Yukarıda yazılı türkü Demokrat Türkiye Gazetesinin 2 Mart 1967 gün ve 833 sayılı nüshasında ilan edilen (TÜRKÜ)nün güfte ve bestesinin Necdet Yıldırım'a ait olduğu anlaşılmakla "Hakk-ı Telif Kanunu"nun 41. Maddesi gereğince iş bu telif hakkı kendisine verildi."
En altta da mühür ve üzerinde Mehmet Nazik, Milli Eğitim Müdür Yardımcısı ve imzası yer alıyor.
Sayfanın sağ üst köşesinde de Necdet Yıldırım'ın vesikalık bir fotoğrafı var. 
N. Yıldırım: Bir de şu kalmış elimde. Uzattığı kâğıtta da "Sunam" başlıklı iki kıtalık hüzzam makamında bir bestesinin sözleri yer alıyor.
M. Sarmış: Şurada bir şey daha var. "SAĞLIK Berber Salonu. Sayın müşterilerimizin ve kıymetli Urfalı hemşerilerimizin Şeker Bayramını kutlar, hayırlı işler diler." Altında "Necdet YILDIRIM, Sağlık Berber Salonu Asfalt Yol Lise karşısı URFA" yazıyor. 
N. Yıldırım: Asfalt Yol'da ilk defa dükkân açtığım zaman bastırdığım bir çeşit reklam. Ömer Işıklar'ı bilir misiniz? 
M. Sarmış: Bilirim. Gazeteci. Kapaklı Pasajı'nın karşısındaki köşede dükkânı vardı.
N. Yıldırım: Evet. Çok işlek bir yer. Bunları çocuğun eline verip oraya gönderdim, "Gelen gidene dağıt." dedim.