M. Sarmış: Sorup sormamakta tereddüt ediyorum. Anneniz Alzheimer hastalığına yakalandığı zaman babanız daha 55 yaşlarında, genç sayılır. Sonra 2009'da anneniz vefat etmiş. Babanız varlıklı bir insan. Dediğinize göre yakışıklı da… Bölgemizde çok eşlilik çok yaygın, eşi ölen erkeklerin evlenmesi de çok normal. Nitekim babası da yeniden evlenmiş. Kendisi de evlenmeyi düşünmedi mi?
H. Altıngöz: Babam onun muhabbetini çok severdi. Bizim hanımlara "Bu kadar gelinsiniz de bana bir kız bulamadınız. Ne işe yararsınız?" derdi. Birkaç kere kız bakmaya gittik. Bir gün bizim hanım, kardeşimin hanımı ve bacım kız bakmaya gidiyoruz. Ben de şoförlüklerini yapıyorum.
M. Sarmış: Ciddi ciddi arıyorsunuz yani.
H. Altıngöz: Tabii. İki sene ise, iki sene. Yeter ki babam mutlu olsun. Ben öyle düşünürüm. Neyse gelin adayının evine gittik. Babam da geldi tabii. Şehitlik tarafında bir ev. Babam yukarı çıkmış. Evde onları karşılayan bir kadın varmış. Güzel de bir kadınmış. Fakat kadın "Ben değilim, gelin hanım içeride, şimdi gelir." demiş. Girip oturmuşlar. Gelin hanım kahve getirmiş. Babam yüzüne bakmış. Sonradan derdi ki "abuse'l-veche", yani abus çehreli, asık yüzlü. Bizim hanıma "Hemen kalk gidelim." demiş. Bizim Hanım hiç olmazsa kahvemizi bitirelim baba demiş. Zor bela içmişler. Ben aşağıda bekliyorum. Baktım hemen geldiler. "Sür lo! Olacak iş değil." dedi. "Ne oldu baba?" dedim. "Ya anan çirkindi, bu daha çirkin." dedi. "Anam çirkin değildi." dedim. Yol boyunca tatlı tatlı tartıştık.
Babam evlenmeyince biz yedi kardeş, her birimiz haftanın bir günü ailecek babamlarda kalırdık. Yenişehir'de Yaşar apartmanında bir dairesi vardı.
M. Sarmış: Ya! Eskiler kolay kolay vazgeçmez alıştığı hayatı değiştirmeye. Nasıl razı oldu?
H. Altıngöz: Çok haklısınız. Babam da Harrankapı'da kalmak için çok direndi. Ama biliyorsunuz, Urfa her bakımdan hızlı bir değişiklik geçiriyordu. Oranın sosyal şartlarına uyum sağlamak iyice zorlaşmaya başlamıştı. Sonunda babamı da taşınmaya razı ettik. Dediğim gibi haftada bir gün birimiz hanımlarla ve çocuklarla beraber sabah gider, yemeğini hazırlar, işlerini görür, yer içer, geceyi orada geçirir, ertesi sabah kahvaltıdan sonra ayrılırdık. Sonra sıradaki kardeşimiz gelirdi. Arada bir saatlik bir boşluk olurdu. Babam "O da lazım bana." derdi.
M. Sarmış: Yeniden müziğe dönecek olursak… Babanız, hafız, mevlithan, aynı zamanda şarkı türkü söylüyor. Bu konuya farklı dinî bakış açıları var. Mesela o devrin meşhur âlimlerinden Molla Sait'in (Tekin) dinî çizgisi biraz daha farklı. Mesela tasavvufa oldukça mesafeli. Müzik konusuna da biraz eleştirel bakıyor sanıyorum.
H. Altıngöz: Doğru. Sait Hoca Narıncı Camii'nin imamıydı. Babamın da çok yakın dostuydu. Sık sık dükkânına gelirdi.
M. Sarmış: Babanız da dahil olmak üzere o devrin hafızları, mevlithanları müzikle de ilgileniyorlar. Müzik meclislerine katılıyorlar. Şarkı türkü söylüyorlar. Mesela dün Sallanbaş Ömer Hafız'la röportajımız vardı. O da hem hafız hem mevlithan, hem müsikişinas, müzik meclislerine katılıyor, söylüyor. Sohbet sırasında da iki şarkı söyledi. Şimdi şunu anlamaya çalışıyorum: Bütün bunları nasıl bağdaştırıyorlar? Bundan dolayı eleştiri alıyorlar mı? Neler söylersiniz bu konularda?
H. Altıngöz: Urfa'daki musiki geleneği çok eskilere gidiyor. İslam'ın bu konulara biraz mesafeli olmasını anlarım. Ancak müziği tel'in edenlerin, kesinkes reddedenlerin tutarlı olmadıklarını düşünüyorum ben. Çünkü musikiyi ses ve saz diye ayıramayız. Musiki ya vardır ya yoktur. Bir adam çıkar da musiki haramdır; Kur'an'ı da makamla okumayın, dümdüz okuyun derse, ben ona saygı duyarım. Ama eğer birisi Kur'an'ı makamla okumaya cevaz veriyorsa müziğe karşı olamaz. Müzik aletleri de bunun içinde. Çünkü bütün müzik aletleri sesi taklit ederek gelişmiştir. Def'e evet diyorsunuz, ama bendir'e hayır diyorsanız veyahut ney'i hoş görüyorsunuz, ama kavala, klarnete olmaz diyorsunuz… Bu, çok büyük tutarsızlıktır. Bizim Urfa geleneğindeki insanlar bunun farkındalar. Zaten musikinin haram olduğuna dair de açık bir delilleri yok. Haram olması için nastan bir delillerinin olması lazım. Oysa ne Kur'an'da ne sahih hadiste böyle bir delil yok. Ha, musikiyi de nerede kullanırsanız oranın rengine boyanır ya da oranın şeklini alır. O insanlar hiçbir zaman saza bara gitmediler. Evlerde, odalarda, dağ yatılarında oturdular, sıra gecelerinde oturdular. Oraya gelen müzik erbabı orada onlara eşlik ettiler. Okuyanlar da dinleyenler de aynı kafadan. Onun için o müzik meclislerine "açık konservatuvar" diyoruz. İcracılar kaynak kişiler. Yani hafızlar, hocalar, mevlithanlar… O odalar sınıf, okul… Hoca talebe veya usta çırak usulü bir eğitim söz konusu. Dolayısıyla bunda bir beis görmemişler.
Bir de musiki ile ilgilenen insanlar Urfa'da kıymet görmüşler. Bir başka bölgedeki gibi kafayı çeken ayak takımı değiller ki! Bu ayrımın farkında olan insanlar. "Âşıkın sazı mürainin tespihinden hayırlıdır." derler.
M. Sarmış: Sanat müziği konusunda kimseden ders almış mı? Bir ustası var mı?
H. Altıngöz: Yok. Müziğe yatkın oldukları için dinleyerek öğreniyorlar. Plaktan, radyodan, teyp kasetlerinden… Birbirlerinden öğreniyorlar. Babam daha çok gazel okurdu. Büyük bir sandık radyomuz vardı. O dut ağacı, kuş sesleri ve radyodan yayılan nağmeler… Bayılırdım.
M. Sarmış: Özellikle sevdiği sanatçılar var mı?
H. Altıngöz: Tabii. En çok da Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses ve Behiye Aksoy'u severdi.
M. Sarmış: Radyo, televizyon programları yaptı mı?
H. Altıngöz: Kadir Yeşil'in "Hayat Mektebi" programından söz etmiştim. Tahir Gümüş'ün bir programına katıldı. Biz devlet korusunun bir albümünde bir eser okuttuk. Mesnevi okudu. Tabii çok sayıda teyp kaydı var. Bazı video kayıtları da var. Onun temiz kayıtlarından 15 tanesini seçip bir CD yaptık. Kültür Müdürlüğü bastı.
M. Sarmış: Kendisinden derlenen çifteler varmış.
H. Altıngöz: Kaynak kişi diyelim.
M. Sarmış: Örnek verebilir misiniz?
H. Altıngöz: Mesela güftesi Şair Eşref'e ait yine Hüseyni makamındaki "Gel ey derd ile yanıcı/Dermandan haberin var mı". İsterseniz ondan bir dörtlük okuyabilirim.
M. Sarmış: Ne güzel olur…
H. Altıngöz:
"Gel ey derdiyle yanıcı
Dermandan haberin var mı?
Kenduyı âşık sanıcı
Canandan haberin var mı?"
M. Sarmış: Çok güzel! Teşekkürler…
H. Altıngöz: Bunu aldım. Mesela sözleri Fehmî'ye ait olan "Yaktı aşkın nârı cismim dembedem ağlar beni/Öyle bir derde giriftârım ki dert ağlar beni" beytiyle başlayan Hüseyni makamındaki ilahiyi aldım.
Yine "Senin âşıkların kılmaz nazar Firdevs-i a'lâya/Ne hûriden haber söyler ne meyleyler musaffaya" beytiyle başlayan Yunus Emre'ye ait gerdaniye makamındaki ilahiyi aldım.
M. Sarmış: Aldım derken?
H. Altıngöz: Kendisi kaynak kişi, ben kendisinden derledim, notaya çektim, TRT'ye gönderdim, denetimden geçti, kayıtlara girdi.