Bazı insanlar vardır ki, asla unutulmazlar… Gök kubbede hoş bir sada bırakır, kalplerde yer edinirler. Bunlar; bazen yiğitlikleriyle, bazen cömertlikleriyle, kimisi liderlik vasıflarıyla, bazıları ise içtenlikleriyle gönüllerde taht kurarlar. Çermik, her dönemde düşkünlerin, kimsesizlerin, mazlumların ve biçarelerin sığınağı olmuş, gariplere, yoksullara kucak açmıştır. Çermikli olmanın yanı sıra, dışarıdan gelenler de bu topraklarda huzur bulmuş, aralarından bazıları neredeyse ilçenin simgesi haline gelmiştir. Çocukluğumuzdan bugüne kadar hafızalarımızda derin izler bırakan bu değerli dostlarımızı anmak, onlardan öğrendiklerimizi yâd etmek istedik. Hayatta olanlara sağlık ve huzur, ebediyete intikal edenlere ise Allah'tan rahmet diliyoruz…
Ali Dayı
Ali Dayı, Çermik'in geçmişinde, boyundan çok daha büyük iz bırakan bir isimdi. 1970'li yıllarda, Çermik Kaplıcasının hemen önünde kurduğu küçük tezgâhında, eski tarz bir tartı ile ekmeğini kazanırken, kasabanın en tanınan simalarından biri olmuştu. "Ali Dayı tartıyoor!" diye yankılanan ses, bir çocuğun neşesini, bir yetişkinin sorumluluğuyla harmanlayan, unutulmaz anların müjdecisiydi. Çocuklar, her fırsatta bu neşeli adamın yanına yaklaşır, onun gülüşüne, hayat dolu haline hayran kalırlardı.
Ali Dayı, aslında boyundan çok daha büyük bir kişiliğe sahipti. Orta yaşlarında, yalnızca 110-120 cm boyuyla, "küçük ama güçlü" bir figür olarak halk arasında tanınır, etrafındaki herkese mutluluk ve umut aşılardı. Her zaman neşeliydi, gülümsediği her an, çevresindekilere bir parça huzur ve sevgi sunuyordu. Ama onun ardında sadece bu neşeli yüz değil, aynı zamanda hayatla mücadelesini her anında hissedebileceğiniz derin bir yaşam öyküsü vardı. O, sadece bir "tartıcı" değil, kasabanın kalbini taşıyan bir insandı.
Kaplıca önünde durur, dev bir tartı ile geçip gidenlere seslenirdi: "Ali Dayı tartıyoor!" O anlar, tıpkı bir çocuk gibi saf ama aynı zamanda bir yetişkinin sorumluluğunu omuzlarında taşıyan bir adamın neşesiyle doluydu. Ziyaretçiler, sadece tartılmak için değil, onunla sohbet etmek için de yanına gelirlerdi. Küçük bir ücret karşılığında yaptığı bu iş, ona hem geçimini sağlıyordu hem de insanlarla sıcak bir bağ kurmasına olanak tanıyordu. Çermik halkı, Ali Dayı'yı sadece bir esnaf olarak değil, kasabanın ruhunu yansıtan bir insan olarak severdi.
Fakat ne yazık ki, Ali Dayı'nın talihsizlikleri, ona geçim kaynağı olan Kaplıcanın, onun sonu olmasına yol açtı. Bir sabah, her zamanki gibi, kaplıcaya gitmek üzere yola çıktı. Ancak bu sefer erken gitmek istemişti. Hamamda banyo yapmaya karar verdi; yalnızca o saatlerde, tertemiz olan o huzurlu ortamda yıkanmayı arzuluyordu. Fakat bir anda, sıcak ve kükürtlü suyun etkisiyle rehavete kapıldı. Huzurun içinde kaybolmuştu, ta ki bir an silkinip dışarı çıkmak istemesiyle gerçekle yüzleşene kadar. Havuzun kenarında bir anda ayağı kaydı ve "Büyük Paşa" hamamının havuzuna düştü. Küçük boyuyla bir türlü çıkamayacak kadar güçsüz kalmıştı. Çığlıkları boğuk bir sessizliğe karıştı, çünkü henüz kimse yoktu. O sabah, kimse, bu dağ yürekli adamın çağrısını duymamıştı. Sonunda, tüm çabalarına rağmen, o küçük beden havuzdan çıkamadı ve hayatını kaybetti.
O gün Çermik halkı derin bir üzüntü yaşadı. Ali Dayı, her gün kaplıca önünde sesini duyurup gülücükler dağıtan o sevimli adam, artık yoktu. Çermikliler onu, boyunun küçüklüğünden ziyade, gönlündeki büyüklükle tanıyorlardı. "Boyu küçük ama gönlü büyük" dedikleri o adam, geride sadece bir gülümseme değil, bir yaşam dersi bırakmıştı.
Ali Dayı kısa bir hayat sürmüş olsa da, hatıraları silinmeyecek kadar derin izler bıraktı. Çermikliler, onu hatırladıklarında, ilk olarak o şirin gülümsemesini ve samimi sesini anarlar. Onun kısa boyunun ardında taşıdığı dev yürek, herkese hayatın ne kadar kısa olduğunu, her anın kıymetini bilmenin ne kadar önemli olduğunu hatırlatır.