M. Sarmış: Şimdi aile geçmişinize gelelim. Atalarınızın 1600'lerde Kısas'a geldiğini söylemiştiniz. Biz dedenizden başlayalım.
M. Acet: Babamın babası Selbi Ahmet. 1957 yılında vefat etti. Hayal meyal hatırlıyorum. Dedemin babası İsmail, onun babası İbrahim. İbrahim'in babası da Şeyho. Ondan ötesi bilinmiyor. Babamın annesinin adı da Zeliha.
M. Sarmış: Dedenize niçin Selbi Ahmet diyorlar?
M. Acet: Boyunun uzunluğundan dolayı selvi ağacına benzetirlermiş. Bizde "selbi" denir. Bu yüzden lakabı "Selbi" olmuş.
M. Sarmış: Babanızın ismi ne?
M. Acet: Sefer. Annemin ismi de Fatime. (Duvardaki bir fotoğrafa işaret ediyor. Baba ve annesinin 1952'de çekilmiş nişan fotoğrafları. Annesi geleneksel kıyafetleri içinde. M. S.)
M. Sarmış: Kaç kardeşsiniz?
M. Acet: Dört kız, altı erkek, on kardeşiz. Ben en büyükleriyim.
M. Sarmış: Ne zaman doğdunuz?
M. Acet: 1954 yılında Kısas'ta doğdum.
M. Sarmış: Okul hayatınız…
M. Acet: Kısas İlkokulunu bitirdim. Ondan sonra maddi sebeplerle okuyamadım. Ama elli yaşından sonra ortaokul ve lise diplomasını dışarıdan aldım.
M. Sarmış: Çocukluğunuza dair anlatmak istediğiniz bir şeyler var mı?
M. Acet: Çocukluğuma dair değil de öncesine dair bir şey anlatmak istiyorum. Annem anlatırdı. Daha dünyaya gelmemişim; annem bana hamile. Diyor ki: "Bir gece rüya halinde Şah Muhammed'in türbesinin önünden geçiyorum. Elimde sıtıl, koyun sağmaya gidiyorum. Baktım ki türbenin önünde bir kız, bir erkek. İkisi de Türkmen giysisi içinde. Kız dünya güzeli bir kız. Erkek de çok yakışıklı, nur yüzlü. (Şah Muhammed ve kız kardeşi Fatma) Karşılarından geçmeye utandım. Duvarın dibinde durdum, bakıyorum. Çok güzeller. Hayran kaldım. Ama hamile olduğum için korkuyorum da…
(Çünkü İnanışa göre hamile iken türbe ziyaret edilirse çocuk sağlıklı olmaz, çarpık olur veya ölür.) O zat dedi ki "Gel kızım, korkma, gel." Gittim, elini öptüm. Dedi ki "Senin bir oğlun olacak. Adını Muhammed koyacaksın. Eğer başka isim verirsen elinden alırım." Dört ay sonra ben doğmuşum. Baharın sonlarına doğru. Adımı Mehmet koyuyorlar.
M. Sarmış: Dedelerinizde de âşıklık var mı?
M. Acet: Âşıklık yok, ama dedem Selbi Ahmet'in sesi çok güzelmiş. Çok güzel Arapça türkü okurmuş. Kendisi Türk, ama çevrenin etkisi ile Arapça okurmuş. Bu yüzden adını "Ebu Atabe" koymuşlar. Atabe, saba makamıdır. Araplar kendisine "Sen yalan konuşuyorsun." derlermiş. "Aslında Arapsın, ama Araplığını inkâr ediyorsun, Türk olduğunu söylüyorsun." Yani Arapçayı o kadar güzel konuşuyor, o kadar güzel Arapça türkü söylüyor.
Şöyle bir şey de olmuş: Daha sonraları yaşlılıktan dolayı dedemin gözleri âmâ oluyor. 90 yaşlarında… Ben doğduğumda körmüş. Beni hiç görmemiş. Çok severmiş, çok ilgilenirmiş, oynarmış, beşiğimi sallarmış. Ben iki yaşında iken, bir gün beşiğimi sallıyor. Dua etmiş: "Ya rabbi! Senden bir dileğim var. Gözüm açılaydı. Bu oğlanın yüzünü göreydim. Sonra tekrar kör olaydım."
M. Sarmış: Torun sevgisi böyle bir şey işte! Ben de şimdi torunlarımı hatırladım.
M. Acet: Evet, tabii. Allah duasını kabul etmiş. Gözü açılmış. Beni görmüş. Altı ay sonra tekrar kör olmuş. Annem yaşıyor, hâlâ anlatır.
Annemin dedesi Muhammet Çavuş'un da ise iyi bir müzisyen olduğunu Kısas'taki yaşlılardan çok duydum. Urfa'dan Mukim Tahir gibi ünlü ustalar zaman zaman Kısas'a gelir, kendisinden makam ve gazel alırlarmış.
M. Sarmış: Demek ki her iki taraftan aldığınız bir müzik mirası var.
M. Acet: Öyle olmuş olmalı.
M. Sarmış: Kaldığımız yerden devam edelim. İlkokuldan sonra okumadınız. Peki, geçiminizi nasıl sağladınız?
M. Acet: Gençlik yıllarımda çobanlık yapardım. Koyunlarımız vardı. 50-60 kadar. Tektek Dağlarına yaylıma giderdim. Kendi malımızı yayardım. Sonra çobanlıktan acizdim. Kısas'tan bazı genç arkadaşlarla beraber Mersin'e çalışmaya gittik. Beş altı kişi bir bekâr evi tuttuk. Amele pazarında inşaat işi bekliyoruz. İş olunca gidiyoruz. Mersin'in bir bitpazarı vardı. Ara sıra gidip gezerdim. Bir gün dükkânın birinde asılı bir bağlama gördüm. Çok hoşuma gitti. Gidip gelip bakıyorum. Canım gidiyor, ama param yok. Fiyatı da 150 lira.
M. Sarmış: O sıralar saz çalıyor musunuz?
M. Acet: Daha önceden çalmaya hevesim var, söylüyorum, ama sazım yok. Başka âşıkların sazını getirirdim. Bir gün iki gün bende kalır, sonra geri verirdim. Neyse… Çalıştım, 150 lira biriktirdim, gidip sazı aldım. İlk sazım odur. Yıl 1972. 18 yaşındayım. Arkadaşlarıma dedim ki "Ben Urfa'ya gidiyorum." "Yahu! Aman, duman! Yeni geldik, çalışıyoruz. Bekle, beraber gidelim." "Olmaz." dedim. "Ben bu bağlamayı almak için çalıştım. Şimdi aldım. Artık durmam için bir sebep yok. Hadi eyvallah!" Döndüm. Artık o bağlama ile çalıp söylemeye başladım.
Rahmetli Halit Aşan amcanın yanına gidip ondan ders almaya başladım. Onu dinleyerek, görerek, taklit ederek, onun söylediklerine dikkat ederek kendi kendimi yetiştirdim. Bu işler öyledir zaten. Bir ustanın yanında ona bakarak, çalıp söyleyerek öğrenilir. İlla bir usta gerekir.
M. Sarmış: Teypten, plaktan dinleyerek de olmuyor mu?
M. Acet: Onları da dinliyorduk. Plak vardı. Teyp dinlerdik. Fakat herkeste olmazdı. Zenginlerde olurdu. Bizde olsa bile tek başına yetmez. Usta şart. Onun yol yordam göstermesi önemli.
M. Sarmış: O zaman daha çok gençsiniz. Çok çeşitli müzikler var. Sizin onlara karşı da bir ilginiz var mıydı? Yoksa sadece Alevi müziği mi?
M. Acet: Sadece Alevi müziği. Bağlama, deyiş, nefes, türkü…
M. Sarmış: Çalışmak için başka yerlere de gitmişsiniz? Mesela bir Almanya maceranız da var.
M. Acet: Mersin'den geldikten sonra burada yine eskiden olduğu gibi tarla tapan işleri ile uğraştım. 1978'de Almanya'ya gittim. Daha doğrusu şimdi anlatmayı uygun görmediğim bir takım sebeplerle gitmek zorunda kaldım. 13 ay kadar kaldım, bunun sadece 3 ayında iş bulup çalıştım.
Sonra sürekli kalamayacağımı düşünüp kendi isteğimle geri geldim. Almanya'ya daha sonra müzik programları için çok gittim. 1990'lardan 2015'e kadar 12-13 defa gidip geldim. Çeşitli derneklerin davetlisi olarak gidiyordum. Oradaki cemlere katıldım. Halk konserlerine katıldım.
M. Sarmış: Daha sonra İstanbul'a gitmişsiniz.
M. Acet: Evet. Bir süre köyde bağcılık ve hayvancılıkla uğraştım. Fakat nasip değilmiş, işlerim pek iyi gitmedi. 1983 yılında bu sefer İstanbul'a gittim.
Topkapı otogarında 4 ay kadar çalıştım. Olmayınca olmuyor. Tekrar Kısas'a döndüm. Yine köy işleri ile uğraşmaya başladım.