ONUNCU BÖLÜM

M. Sarmış: Tarihte olduğu gibi günümüzde de değerli maden denilince birinci sırada altın geliyor. Ama beraberinde gümüş var, platin var. Özellikle gümüş için ne diyeceksiniz? Bir ara gözden iyice düşmüştü, ama son yıllarda sanki bir rağbet var gibi.

A. Ayoğlu: Tarihte öyle, ama yakın tarihte, konuşmaya çalıştığımız dönemde rağbet yoktu. Bu yüzden kuyumculukta çok işlenmezdi. Fakat son zamanlarda artan bir rağbet var. Yeni nesiller güzel modeller çıkarıyorlar. Altına göre ucuza da geliyor. Altın alamayan ne yapacak; gümüş alacak. Altının 8 ayarını niye çıkardılar? 22 ayarı çok pahalı olduğu için. Ne yapsınlar? Yani işin ekonomik kısmı insanları zorluyor. Erkeklerde de altının haram olduğu inancı çok anlatıldı. Peygamber Efendimizin gümüş yüzük taktığı, altını yasaklayıp gümüşü tavsiye ettiği çok söylendi. O yüzden erkeklerde de gümüşe bir yönelme oldu. Bu arada öğrendik ki gümüş tabiatta çok vazgeçilmez bir metal. Aşırı iletken. Eskiden telefon tellerinin üstünde gümüş kaplama vardı. İnsan vücuduna çok faydası var, kan dolaşımına faydası var. İnsanlar bilinçlendikçe gümüşe ilgi artıyor.

M. Sarmış: Kap kacak olarak da kullanılıyor.

A. Ayoğlu: Tabii, durumu müsait olanlar kullanıyor. Eskiden saraylardaki kap kacak gümüştendi. Bende de Sultan Abdülhamid dönemine ait gümüş bir kaşık var. Üzerinde tuğrası var. Daha önce size göstermiştim. Yani gümüşe rağbetin sebebi ekonomik. Model çok, işçilik az ve hepsinden önemlisi altına göre çok ucuz. Bir de son zamanlarda külçe halinde yatırım aracı oldu. İnsanlar gümüşü külçe halinde de alıp satıyorlar. Eskiden bu yoktu.

M. Sarmış: Altın gümüş gibi madenlerin dışında bir de elmas, zümrüt, yakut gibi değerli taşlar var. Onların günümüzdeki durumu nedir?

A. Ayoğlu: Revaçta olan pırlanta.

M. Sarmış: Yani elmas…

A. Ayoğlu: Şöyle izah edeyim. Elmas saf karbondur. Bilinen en sert maddelerden biridir. Doğada çok az bulunur. Bu yüzden çok kıymetlidir. Saflığına, rengine, tıraşının ustalığına ve tabii büyüklüğüne göre kıymeti artar veya azalır. Ölçü birimi karattır; Urfa'da kırat denir. 1 karat 200 miligrama eşittir. Elmasın tıraşlanmış haline ise pırlanta denir. Bir başka deyişle elmas pırlantanın ham maddesidir. Elmasın en iri, en güzel parçası alınıp mücevherlerde kullanılır.

Geriye kalan, şöyle süt kaymağı gibi olan daha ufak, daha ince parçaları da tıraş edilir; onlara pırlanta denmez, elmas denir. O da kıymetlidir, ama pırlanta çok daha kıymetlidir. Ben hep şöyle bir benzetme yaparım: Kebapçı kuzu gövdesini önüne koyar, etin en güzel yerini alıp kuşbaşı yapar; geriye kalanı da kıyma kebap yapar. İşte o kuşbaşı kısmı pırlanta, kıyma kısmı elmastır.

M. Sarmış: Tam bir Urfalıya yakışır benzetme oldu hocam. Peki, bu değerli taşlar konusunda Urfa'nın durumu nedir?

A. Ayoğlu: Urfa piyasasında çok revaçta değil. Ben aslında elmas ve pırlanta satmamaya çok gayret ettim. Ancak son zamanlarda tek taş, beş taş yüzüklere olan talep çok artınca çocuklarım da ısrar ettiler. Yaklaşık bir buçuk yıldır biz de satıyoruz. Ben bunları ülkemiz için zarar olarak görüyorum.

M. Sarmış: Ne açıdan hocam?
A. Ayoğlu: Dışarıdan geliyor. Döviz ödeniyor. Bunların ilerisi de yok. Misal, bir pırlantayı diyelim on bin dolara alıyorsunuz. Satmaya kalktığınız zaman üç bin dolar etmiyor. Böyle bir ticaret olmaz. Ben bunu etik olarak doğru bulmuyorum. İstanbul'da bir yüzüğün üzerine bin dolar etiket koymuş, bana üç yüz dolara veriyor. Satana büyük kâr getiriyor, alana ise zarar… İslam'da böyle bir ticaret var mı? Öyle kadın var ki parmağına taktığı tek taş iki kuruş etmez. Bir altın yüzüğün dörtte bir fiyatı değil, ama diyor ki tek taşım var. O anlayış yerleşmiş ya, o yüzden. Satmaya getiriyorlar, kimse almıyor, ellerinde kalıyor. Üzülüyorum.

M. Sarmış: Artık sonlara geliyoruz. Yukarıda çok güzel bir kuyumculuk müzeniz var. Daha önce demiştiniz ki böylesi İstanbul'da bile yok. Nasıl oluştu?
A. Ayoğlu: Rahmetli babam o yukarıda gördüğünüz kuyumculuk aletlerinin bir kısmını kendisi yapmış, bir kısmını ustalarına yaptırmış. Demirciye gider, bana şöyle bir şey yap derdi, sonra da gelip üzerinde çalışarak istediği kıvama getirirdi. Hepsi emek mahsulü olduğu için kıymetini de bilmiş. Atmamış, satmamış, toplamış. Makineler çıktıkça eskilerini eve götürüp saklamış. Birçoğu da babamın ustasından kalma. Yani Azra Usta'dan. Hatta derdi ki, "En kıymetli olanlarını çaldılar; bilmiyorum nereye gitti?" Doğrusu böyle bir müze oluşturmayı ben düşünememiştim. Çocuklarımın da bu işlere özel merakı var; dedelerine gidip "Ver sergileyelim." demişler. Babam da çocuklarımı çok severdi. Kıramamış, vermiş. "Ben bundan sonra ne yapacağım? Alın götürün." demiş. Onlar da getirip sergilemeye başladılar. Benim de çok hoşuma gitti. Zamanla geliştirdik. Mesela o altın terazisi Türkiye'de yoktur. Biz onunla altın tartardık. Mesela şu arkanızda gördüğünüz cam şişe kezzap şişesidir, nitrik asit. Kezzap bir tek cama etki etmez. Bununla babam altını saflaştırırdı. Kezzap bakırı yer, gümüşü yer, geriye altın kalır.

M. Sarmış: Müzenizde sadece kuyumculuk aletleri yok. Burada, yan tarafta, yukarıdaki camekânlarda ve raflarda başka antika eşyalar da var. Çok sayıda eski tür kap kacak, kaburgalı sehenler, üsküre taslar, lengerler, sıtıllar, eski sandıklı radyolar, pikaplar, dikiş makineleri, daktilolar, telefonlar, saatler, şamdanlar, ceviz beşikler, kalaylı-kalaysız bakır leğenler, teştler, hatta kalburlar, daha bir sürü şey…

A. Ayoğlu: Benim bu tür eski şeylere merakım çok eskidir. Yirmi yaşlarına kadar gider. Öğretmenliğin de etkisi olmuş olabilir. Eski eşya gördüm mü kıyamam. Çocuklar da belki benden etkilendi. Babalar çocuklarına model oluyor.

M. Sarmış: Evde sadece kendiniz seyredebilirdiniz, ama siz buraya getirip sergilediniz. Amacınız ne?

A. Ayoğlu: Bir çeşit kültür hizmeti. İnsanlar gelsin görsün istiyorum. Nitekim gelip inceleyenler oluyor. Önünde resim çektiriyor. Ben isterdim ki, mesela İl Kültür Müdürlüğü olsun, Belediye'nin Kültür Dairesi olsun, burayı gelip görsünler, tanıtımını yapsınlar. Böylece daha çok kişi gelsin, görsün. Bu gibi şeyleri teşvik etsinler, özendirsinler. Daha çok kişi böyle şeylere rağbet etsin. Sade bunları değil eski Urfa evlerini, sokaklarını daha güzel hale getirsinler. Yöresel ürünleri öyle kenarda köşede değil, herkesin kolayca görebileceği yerlerde sergilesinler. Ellerinden iş gelen erkekler, kadınlar, meslek erbapları bizim tarihi mekânlarda tezgâhlarını kursunlar, bir yandan üretip bir yandan satsınlar. Daha çok turist çekecek projeler geliştirsinler.

Urfa çok önemli, çok tarihi bir şehir, çok zengin bir şehir, ama sahip olduğu zenginlikleri ortaya çıkarma ve tanıtım konusunda çok çok geri. Batıda gidip gezdiğimiz evler, Urfa'nın onda biri değil. Kabataşlardan yaptıkları basit bir takım evleri, eskiymiş, tarihiymiş diyerek pansiyona çevirmişler, geceliği bilmem kaç bin lira? Oysa hiçbir özelliği yok. Bizim Urfa evlerinin mimarisi, taş işçiliği, süslemeleri, her şeyi muazzam. Ancak bizimkiler işi getirip çiğköfteye ve davula zurnaya sıkıştırdılar.

M. Sarmış: Eyvallah değerli hocam. Her şey için çok teşekkür ederim.
A. Ayoğlu: Ben de size çok teşekkür ederim. Çok memnun oldum. Bu gibi konuları pek konuşmuyorum. İyi oldu. Arada biraz duygulandım da, kusura bakmayın. -SON-