ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Peki, camilere devam edelim.

İ. H. Özen: Kardeşler Camii var. Eski adı İhlasiye. Haşimiye Meydanına varmadan sağda ana cadde üzerinde küçük bir cami. Hemen yanında da müftülük vardı. Her ikisi de yola yola gitti. Uğur Esat Akgöl'ün (1992-1994) belediye başkanlığı döneminde. Daha sonra geriden alınan evler yıkılıp şimdiki Kardeşler Camii yapıldı. Yine babamın ve arkadaşlarının gayretleri ile tamamlandı. Urfa Belediyesi de kısmen katkıda bulundu.

Bir diğer cami de, şimdi adına 'Demokrasi Caddesi' dedikleri yol üzerinde, Şehit Nusret Okulunun karşısında bulunan Kutbeddin Camii. O da yol açma çalışmalarının kurbanı olmuştur. Yıkılmadan önce bütün taşlar numaralandırılmış ve yolun gerisinde yeniden inşa edilmiştir.

M. Sarmış: Fakat minaresi yapılmamış abi. Fotoğrafını gördüm; minber minare şeklinde, küçük güzel minare. Onu niçin yapmamışlar?

İ. H. Özen: Minare işi biraz zor. Ben de Yeni Hal Pazarı (Şanlıurfa Gıda ve Toptancılar Sitesi ŞUTİM) Cami inşaatı ile bizzat ilgilendiğim için minare yapmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. O günün şartlarında o dar yerde olmuyor, yapamıyorlar bir türlü.

M. Sarmış: Onun da taşları sökülürken numaralandırılmamış mı? Ne olmuş o taşlara sonra?

İ. H. Özen: İnanın bilmiyorum. Fakat yaptıramadığı üç minare, ömrünün sonuna kadar babama dert olmuştur. Biri Selahaddin Eyyubi, biri Eyyübiye'de kendi adını taşıyan cami, diğeri de bu Kutbettin Camii minaresi. Son hastalığı sırasında, hatta yoğun bakımda iken bile tekrar tekrar onlardan söz edip üzülürdü. Bir gün, 'Sen merak etme, ben en azından bir tanesini, Eyyübiye'dekini yaptırırım.' dedim ama henüz kısmet olmadı.

M. Sarmış: Şahıslardan satın alınanlar arasında İmam Sekkaki ve Narıncı Camiileri de var.

İ. H. Özen: Evet, iyi hatırlattınız. O iki cami de bu hayırseverlerin sayesinde yeniden ibadete açılmıştır. Narınciye Camii ambar olarak kullanılıyormuş. Babamın o camiye özel bir katkısı da olmuş. Minaresi yıkılmaya yüz tuttuğundan 2000 yıllarında taşları sökülerek aslına uygun olarak babam tarafından yaptırılmıştır.

Abdülvahit Tekkesi, 12 Eylül Caddesinin, şimdiki adıyla Demokrasi Caddesinin, genişletilmesi sırasında yıkılmıştı. Rafi Hoca'nın öncülüğünde babamın ve daha başka dostlarının katkısı ile yolun gerisinde kalan bölümünde cami tekrar yaptırılmıştır. Babam o sırada camiye gelir getirsin diye altına dükkan yapılmasını teklif etmiş, daha önce dediğim gibi Rafi Hoca, kiracılar bize sıkıntı çıkarıyor diye kabul etmemiş. Takriben 2000 yıllarında o cami İmam Aslan tarafından tekrar yapılmış ve kendi adı verilmiştir.

Bir de Damat Süleyman Paşa Camii var. Yeri küçük ve yetersiz olduğundan çevredeki evler satın alınarak camiye ilave edilmiştir. Tabii bu o kadar kolay olmamış, gerek hukuki yönden gerek maddi yönden ciddi anlamda sıkıntılar yaşanmıştır. Maddi külfetini karşılamak üzere daha önce olduğu gibi babam ve içinde bulunduğu arkadaş grubu pazar günleri köylere gitmişler. Vatandaşların kiminden para, kiminden hububat almışlar. Bu hububat da satılıp paraya çevrilerek inşaat tamamlanmıştır. Bunda emekli oluncaya kadar o camide görev yapan rahmetli Mustafa Kılıç Hocanın büyük emeği vardır.

M. Sarmış: Şimdi gelelim Selahaddin Eyyubi Camiine. Orası önemli. Hiç kolay olmamış. Bize en başından anlatır mısınız? Orada babanızın rolü nasıl oldu?

İ. H. Özen: Biliyorsunuz orası çok büyük bir kilise. 1920'den itibaren cemaati yok. Uzunca bir süre oraya kurulan jeneratörlerden Urfa'ya elektrik dağıtılmış. Bu yüzden halk arasında 'Şirket' deniliyor. Sonra Urfa elektrik dağıtım ağına dahil edilince orası tamamen işlevsiz kalıyor. Ve harabeye dönüşüyor, köhne bir yer oluyor. Babam yıkılıp yok olmasın diye cami yapmayı düşünüyor, arkadaşları ile istişare ediyor. Bunlar arasında babamın en yakın arkadaşlarından olan Şeyh Muzaffer Aydın da var. Orası zor olur, tepki görürüz filan diyorlar. Fakat sonunda mutabakata varıyorlar. İlk olarak devrin valisi Ziyaeddin Akbulut'a (1990-1996) gidiyorlar. Babamla araları çok iyi zaten. Vali Bey çok olumlu karşılıyor. 'Siz çalışmalara başlayın' deyip destek olacağını söylüyor. Gerçekten de çok ciddi destek veriyor. O olmasaydı sonuç almak mümkün olmazdı. Böylece başlıyor her şey.

M. Sarmış: Diğer zorlukları bir tarafa. Çok büyük. Ayrıca tarihi bir niteliği olduğu için gelişigüzel yapılamaz. Çok büyük bir maliyet gerektiriyor. Nasıl karşılanmış?

İ. H. Özen: Babam o sırada Dergah (Mevlid-i Halil) Camiinin dernek başkanı. O dernek de maddi açıdan güçlü. Dernek tüzüğüne, tüm camilere yardım yapabileceğine dair bir madde ekleyip oradan para aktarıyorlar. Ayrıca hayırseverlerden destek istiyorlar. Maliyeti düşürmek için oraya bir taş ocağı bile kuruyorlar. İşin mali boyutu böylece karşılanmış oluyor. Esas zor kısmı başka.

M. Sarmış: Evet, o kısım bir hayli sıkıntılı geçmiş. Konuyla ilgili birçok söylenti de var. Biraz da işin o tarafından söz eder misiniz?

İ. H. Özen: Oranın cami yapılacağı kararı duyulur duyulmaz tepkiler gelmeye başladı ve konu sadece Urfa'da ya da Türkiye'de değil, dünya çapında ses getirdi. Cami yapılmasın diye Valiliğe dilekçe verildi. Öyle halk arasında yaygın söylentilerde olduğu gibi 1000 kişi değil, 160 kadar imzalı dilekçe. Aralarında bildiğim isimler var ama vermem doğru olmaz. Vali Bey de 'Ya burası cami olacak ya da ben sizin isminizi ifşa ederim.' diyor ve geri adım atmıyor. Yine ismini vermeyeyim, Urfalı bir gazetecinin girişimleri ile Cumhuriyet Gazetesi, 27 Mayıs 1993 günü 'Yüzlerce yıllık Aziz Yohanna, olur mu Selahadin-i Eyyübi?' diye konuyu manşetten verdi ve birinci sayfasının tamamını bu konuya ayırdı. Uluslararası alanda da şikayete konu oldu. Yoğun tartışmalar başladı. Galiba baskı yaptılar. Vali Bey babamı çağırıp 'İnşaatı dışarıdan mühürleyeceğiz, fakat siz içeride sessiz sedasız çalışmaya devam edin ve bir an önce bitirin.' dedi. Öyle yaptılar, çalışmalar bir süre gizlice yürütüldü. Yine o yüzden inşaat bitmeden camiyi bir an önce açmak istediler. Bunun için, o sıralar Vakıflar Müdürlüğünce tadilatı yapılan Yusuf Paşa Cami'nin sergileri toparlanıp Selahaddin Eyyübi'ye getirildi ve bir cuma günü apar topar açılış yapıldı.

Çalışmalar ondan sonra da devam etti. Ana binaya çok dokunulmadı. Mihrap ve minber eklendi. Camide olmaması gereken suretler kaldırıldı ve üzeri örtüldü. Kuzey tarafından bir kapı açıldı. Kur'an kursu yapıldı. Hoca için bir lojman da yapıldı ama sonradan kaldırıldı.

M. Sarmış: Minare yapılamadı.

İ.H. Özen: Evet, Anıtlar Yüksek Kurulundan onay çıkmadığı için kaidesi yapıldığı halde minare yapılamadı. Demin de söyledim, o konu ömrünün sonuna babamın içinde bir ukde olarak kaldı. Şunu da eklememe müsaade edin: Babam da o inşaatta bir amele gibi çalışmıştır. Hatta annem rahmetli, her gün eve üstü başı toz toprak içinde geldiği için, 'Camiyi mi yaptırıyorsun, amelelik mi yapıyorsun?' diye sitem ederdi.

M. Sarmış: Babanıza yönelik bir baskı ya da tehdit oldu mu?

İ. H. Özen: Olmuştur sanıyorum, fakat kendisi bu tür olayları bizimle paylaşmazdı. Ben başka konularla ilgili yaşadığı birkaç sıkıntıdan söz etmek isterim. Onları da sonradan öğrendim. Birincisi, babam daha Hekimdede Mahallesinde otururken camide fahri müezzinlik yaparmış. O sıralar Arapça ezan yasak, biliyorsunuz. Türkçe okunmak zorunda. Hatta şöyle bir şey anlatılır. Camiden 'Tanrı uludur! Tanrı uludur!' şeklinde Türkçe ezan okununca mahallenin gençleri 'bamya aşı suludur. Bulgur pilavı kurudur' diye dalga geçerlermiş. Mübarek bir gecede babam ezanı asli şekliyle okumuş. Müezzin çok korkmuş, tartışmışlar. Babamı karakola götürüp ifadesini almışlar, sonra da serbest bırakmışlar.

Hz. Abbas Camii inşaatı sırasında terör örgütü üyeleri tarafından önü kesilmiş. 'Bizim gençlerimiz dağda mücadele derken niçin bize yardım etmeyip cami ile uğraşıyorsun?' demişler, hatta tehdit mektubu göndermişler.

Son bir olay daha anlatayım. 80 ihtilalinden önce Dergah'ın inşaatı için Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden belli bir miktar ödenek alınmış. Ancak ihtilal olunca sıkıyönetim ödeneğe el koymuş. Aradan biraz zaman geçince babam doğrudan Kenan Evren'e mektup yazıp ödeneğin serbest bırakılmasını talep ediyor. Birkaç gün sonra jandarma gelip babamı götürüyor. Önce sıkıyönetim komutanlığına, oradan Diyarbakır'a. Orada 3 gün alıkoyduktan sonra serbest bırakıyorlar. O mülayim yapısına rağmen bu gibi şeyler babamı yıldırmamıştır.

M. Sarmış: Bir de babanızın adının verildiği Eyyübiye'deki camiden söz eder misiniz?

İ. H. Sözen: Eyyübiye İlçesinin Selçuklu Mahallesi'nde bir caminin temeli atılmış, fakat ilgilenen olmadığı için öylece kalmış. Babam bunu duyunca devreye giriyor. Onun yönlendirmesi ve hayırseverlerin desteği ile sadece cami değil, ilave olarak bir taziye evi ve Kur'an kursu da yapılıyor, yani bir külliyeye dönüşüyor. Bitince mahallenin muhtarı Osman Görgülü, müftülüğe gidip 'Bu caminin yapılmasında Hacı Amcanın çok emeği var, onun adını verelim.' diyor. Babam duyunca rahatsız oldu, muhtara 'Müftülüğe git, benim ismimi oradan kaldır.' dedi. Hatta beni gönderdi. Gidip müftü ile konuştum. Ancak müftü bey, 'Bunu muhtardan önce bizim düşünmemiz lazımdı.' deyip babamın isminde ısrarcı olunca, adı öyle kaldı. 'Hacı Abdulkadir Özen Camii'.

M. Sarmış: Keşke caminin bir köşesine Abdulkadir Özen ile ilgili küçük bir levha da assalar.

İ. H. Özen: Babam bu tür işlere önem vermezdi. Katıldığı, destek verdiği hiçbir faaliyette çok öne çıkmaz, hep arka planda kalmaya çalışırdı. Mesela Asım Paşa Camiinin açılışı yapılırken, babam o kadar destek verdiği halde çok geri planda durmuş. Sanki orada hiç rolü olmayan sıradan biri gibi. Torunu, yani benim oğlum, bundan çok rahatsız olmuştu. Babam öyle şeylere hiç aldırmazdı.