Dergah Kitapevinin önünden geçerken belki selam vermişimdir ama konuştuğumu hiç hatırlamıyorum. Fakat aklımda, dini kitaplar satan nur yüzlü samimi bir Müslüman olarak kalmış. Neler yaptığını Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında duymaya başladım. Röportaj serisine başlayınca listeme aldığım ilk isimlerden biri de o oldu. Oğlu İbrahim Halil Özen'le sosyal medyadan tanışmıştık, yazışmıştık. Sonra bir ara yanına uğradım, sohbet ettik. Talebimi ilettim, anlaştık. 10 Aralık 2021 tarihinde Hasan Padişah Camiinde Cuma namazını kıldıktan sonra hemen Balıklıgöl Caddesinin üstünde Bıçakçı Mahallesi 1251. Sokağın girişinde solda bulunan Dergah Kitapevinde buluştuk.
M. Sarmış: Önce kısaca kendinizden söz eder misiniz?
İ. H. Özen: 1953 yılında Urfa'da doğdum. Memuriyete Süt Endüstrisi Kurumunda başladım. Siverek, Zonguldak Devrek, Afyon, Adıyaman gibi illerde görev yaptım. 15-16 yıl sonra Süt Endüstrisi Kurumu özelleşince müfettiş yardımcılığı kadrosu ile Urfa Belediyesine geçtim. Kütüphane Müdürlüğü, Pazarlar Müdürlüğü ve daha başka görevlerde bulundum. 2018'in kasım ayında emekli oldum. Adresim belli olsun diye burada oturuyorum. Dostlar, arkadaşlar geliyor, sohbet ediyoruz. Yoksa pek kitap alışverişi olmuyor.
M. Sarmış: Pekala! Artık merhum babanıza geçebiliriz. İlk olarak onun ebeveyninden söz eder misiniz?
İ. H. Özen: Dedemin adı Osman, nineminki Fatma. Adıyaman merkeze bağlı Kiraş Köyündenler. Kiraş şimdi mahalle. Dedem çiftçilik yaparmış. Arazileri varmış. Urfa'da olduğu gibi orada da ağalık sistemi var. Bizimkilerin ellerinden arazilerini bir şekilde almışlar. Sonraki yıllarda akrabaları o arazileri mahkeme yoluyla almak için teşebbüste bulunmuşlar. Babamdan da vekalet istemişlerdi. Babam vekalet verdi ama alın ne yaparsanız yapın dedi, kendisi bir şey talep etmedi. Orada babamın amca çocukları ve daha başka akrabalarımız var, ama pek irtibatımız yok.
Dedem ve bazı başka akrabaları 1928-29 yıllarında Urfa'ya gelmişler. Önce Kamberiye Mahallesine yerleşmişler. Daha sonra Sarayönü ve daha başka yerlerde kiracı olarak yaşamışlar.
M. Sarmış: Dedeniz Urfa'ya gelince ne işle meşgul olmuş?
İ. H. Özen: Ellisekiz Meydanı'nda Reji'de bekçilik yapmış. Biliyorsunuz orası Eski Süryani Kilisesi'sidir. O sırada tekel deposu olarak kullanıldığı için halk arasında 'Reji' diye geçer. Dedem depoda bekçilik yapmış.
M. Sarmış: Babanıza gelelim. O ne zaman ve nerede doğmuş?
İ. H. Özen: Babam, Hicri 1340, Miladi 07.03.1924 tarihinde Adıyaman'ın Kiraş Köyünde doğmuş. Beş altı yaşında iken ailesi ile beraber Urfa'ya gelmiş. Ailenin tek çocuğu. İki tane kız kardeşi olmuş ama küçük yaşta vefat etmişler.
M. Sarmış. Babanızın, çocukluğuna dair size anlattığı bir şeyler var mıydı?
İ. H. Özen: Hayır. Çok fazla bir şey bilmiyorum. Yoksul olduklarını, çok zor şartlar içinde yaşadıklarını anlatırdı.
M. Sarmış: Eğitim durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
İ. H. Özen: Hiç okula gitmemiş. Sonradan Urfa'da gece okuluna devam etmiş. İlkokul diplomasını dışarıdan almış.
M. Sarmış: Peki, dini eğitimi?
İ. H. Özen: Kamberiye Mahallesi'nde iken Kamberiye Camii'nde Molla Muhammed Hoca'dan Kur'an, Arapça, Osmanlıca gibi dersler almış. Yazısı çok güzeldir. O yüzden askerde kendisini yazıcı yapmışlar. Kitap okuma hevesi çoktu. Okuyarak kendi kendini yetiştirdiğini söyleyebiliriz. Kendimi bildim bileli okurdu. Çok zengin bir kütüphanesi vardı. Kitapçılıktan önce toptan gıda işi ile uğraşırken de kitap okumaya çok meraklıydı. Kitapların yanında birçok dergi de alırdı.
M. Sarmış: Hangi dergiler?
İ. H. Özen: Hayat Dergisi, Hilal Dergisi, Ribat Dergisi ve daha başka dergiler. Edebi dergiler de okurdu. Aldığı dergileri sonradan ciltleyip evde muhafaza ederdi. Bazıları halen duruyor.
M. Sarmış: Okula gitmediğine göre bir işe girmiş olmalı.
İ. H. Özen: Evet. Kunduracı Pazarında bir köşker ustasının yanına şegirt (çırak) olarak girmiş. Fakat o işi sürdürmemiş. Hem yazısı çok güzel, hem hesabı çok kuvvetli olduğu için devrin büyük tüccarlarından Hüseyin Kasap kendisini katip olarak yanına almış. Hesabı gerçekten çok iyi idi. İleri yaşlarında, bizim hesap makinesi kullanmamıza itiraz eder, 'Nedir bu makineye bağlanıyorsunuz? Kendi hesabınızı kendiniz yapın.' derdi.
Patronu Hüseyin Kasap sadeyağ ticareti ve toptan bakkaliye işi yapıyormuş. İki dükkanı varmış. Gümrük Hanının kuzeyinde İsotçu Pazarı'nda, eskiden Emniyet Oteli vardı, onun karşısında. Babam askere gidinceye kadar orada onun yanında katip olarak çalışmış.
M. Sarmış: Askerliği nerede ve nasıl yapmış?
İ. H. Özen: İstanbul Hadımköy'de yapmış. Akçakale'den tren yolu ile gitmiş. Tam 4 yıl askerlik yapmış. Bu süre içinde sadece 15 gün izne gelmiş. Başta da söylediğim gibi yazısı çok güzel olduğu için yazıcı olmuş.
M. Sarmış: Erkekler askerlik hatıralarını anlatmayı sever; babanız da anlatır mıydı?
İ. H. Özen: Çok az. Alay komutanına Kur'an-ı Kerim okumayı öğretmiş, cemaat olarak namaz kıldırmış. Öyle şeylerden bahsederdi. Dört yıl boyunca derme çatma çadırlarda yaşamışlar.
M. Sarmış: Evliliğinden söz edelim biraz da…
İ. H. Özen: Annem babamın dayısının kızıdır. Adı Sultan. Onlar da babamgilin geldiği sıralarda ailecek Urfa'ya gelmişler. Babam annemle askere gitmeden önce, 16-17 yaşında iken evlenmiş. Giderken bir çocuk babasıymış.
M. Sarmış. Kaç çocukları olmuş?
İ. H. Özen: 3'ü erkek, 4'ü kız, toplam 7 çocuk. Ben üçüncü sıradayım. İlk erkeğim.
M. Sarmış: Babanızın, sizinle ve diğer çocukları ile ilişkileri nasıldı?
İ. H. Özen: Her zaman herkese olduğu gibi bize karşı da gayet sakin ve mülayim davranırdı. Hiç sert davrandığını ve ağır ifadeler kullandığını hatırlamıyorum. En ağır ifadesi 'eşek'ti. Sürekli İslami konuları öğretmeye çalışır, sık sık dini sohbetler yapardı. Kız kardeşlerimi Kur'an öğrenmek için kadın hocalara gönderdi. Mesela Melahat Armağan'dan da ders almışlardır. Beni ve erkek kardeşlerimi cami imam hatiplerine gönderirdi.
M. Sarmış: Kaldığımız yerden devam edelim. Askerden geldikten sonra ne yapmış?
İ. H. Özen: Askere gitmeden önce patronu kendisine demiş ki, 'Madem sen gidiyorsun, yerine sağlam birini bul.' Babam da yakın arkadaşlarından Hafız Halil Uzungöl'ü tavsiye etmiş. Patron da kabul etmiş. Babam askerde iken Hüseyin Erkasap vefat etmiş, işleri oğlu Ömer Erkasap devralmış. Babam dönünce Hafız Abi 'Sen yerine geç, ben ayrılıyorum.' demiş. Babam da 'Olmaz öyle şey. Sen devam et, ben başka bir iş bulurum.' demiş. Ama Hafız Abi ısrar edince sonunda ortak bir noktada buluşmuşlar. Babam demiş ki 'Ben patrona söyleyeyim, ikimiz beraber çalışalım. Bize bir maaş versin, aramızda bölüşelim.' Patron kabul edince bir süre öyle yapmışlar. Ondan sonra Hafız Abi imamlığa geçmiş. Babam tek başına işe devam etmiş. Bir iki yıl eskisi gibi katip olarak çalışmış. Sonra patronu babama ayrı bir bakkal dükkanı açmış. Tabii yine ortak olarak. Patron dediğime bakmayın, aslında iki iyi dostlar. Ömer Amcayı ben de çok iyi tanırım. Çok temiz adamdı. Babama çok güvendiği için işleri
tamamen ona devretmişti, kendisi pek ilgilenmezdi. 3-5 yıl sonra yine beraberce toptan gıda işine başlamışlar. Uzun bir süre de öyle devam etmiş. Ta ki Ömer Amca İstanbul'a göç edinceye kadar. O zaman toptan gıda dükkanının müsteciri babama, 'Gel burayı sana devredelim, sen müstecir ol.' demiş. Babam da bunun üzerine 'Vakıftır. Günahtır. Ben müstecir olamam' diyerek o işi bırakmış. Ve kendi kendine kitapçı dükkanı açmış.
Aklıma gelmişken bir güzelliği anmak isterim. Babamın gıda işi ile uğraştığı 1970'li yıllarda ülkede büyük sıkıntılar vardı. Birçok zaruri gıda maddesini bulamazdık. Olan yerlerde uzun kuyruklar oluşurdu. Mesela katı yağlar 18 kiloluk tenekeler halinde gelirdi. Babam toptancı olduğu için öyle kutu içinde vermesi gerekirdi. Verse alacak olan çok. Çok daha karlı da olacak. Fakat o öyle yapmazdı. Herkes alabilsin diye bize ikişer kiloluk naylon torbalara doldurtur, öyle satardı.
Bir şeyi daha eklemek isterim. Ömer Amca ile babamın dostluğu daha sonra da devam etmiştir. Ömer Amca Urfa'ya geldiği zaman mutlaka babamın yanına da uğrar, uzun uzun sohbet ederlerdi. Yine böyle vefatından önce Urfa'ya gelip babamla sohbet ederlerken, bir konuda babamdan yardım istemiş. Buna göre, Ömer Amcanın yağ tüccarı olan Lübnanlı bir müşterisi mal almak üzere kendisine para göndermiş. Ancak Lübnan'daki savaş dolayısıyla iletişimleri kopmuş. Bütün çabasına rağmen adama ulaşamamış. Dolayısıyla parasını verememiş. Babama bu parayı ne yapayım diye sormuş. Babam da o sırada inşaat devam eden Asım Paşa Camiine minare yapmak istediklerini, ancak maddi sıkıntı yaşadıkları için henüz yapamadıklarını söyleyip o paranın bu amaçla kullanılmasını teklif etmiş. Ömer Amca da kabul edince o para Asım Paşa'nın minaresi için kullanılmış.