BEŞİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Artık babanıza geçebiliriz. Hatta ondan öncesinden, aile kökenlerinizden söz eder misiniz?
H. Altıngöz: Bizim kökenimiz Yukarı Göklü'ye dayanır. Yukarı Göklü Bozova Halfeti arasında büyük bir köydür. Babamın baba tarafı Baziki aşiretinden. Ana tarafı da Adıyaman Kâhta tarafından gelme. Onlara da "Reşşi" derler. Benim ana tarafım da Baziki'dir.
M. Sarmış: Dedeniz Boyacı Aziz'den devam edelim.
H. Altıngöz: Urfa'da "Boyahçı Eziz" derler. Akarbaşı'nda Aslanlı Han vardı, sonradan yol açmak için yıktılar. O hanın sağ köşesinde dedemin boyacı dükkânı vardı. Bitki köklerinden elde edilen doğal boya kullanırlardı. Sanıyorum Suriye'den gelirdi o boyalar. Altında ateş yaktıkları kocaman kazanlarda o boyaları suyun içine atar uzun uzun kaynatırlardı. Bazen farklı renkler elde etmek için boyaları birbirine karıştırırlardı. Çevre köylerden getirilen kadınların eğirdikleri ipleri onların istedikleri renklerde boyarlardı.
Dedemin iki hanımdan 14 çocuğu olmuş. Babam ilk eşinden üçüncüsü.
M. Sarmış: Ninenizin ismi?
H. Altıngöz: Emine… 1949 yılında 38 yaşında vefat etmiş. Henüz çok genç. Geriye dört erkek çocuk kalmış; Amcalarım Abdülhadi, Sabri, sonra babam, sonra küçük amcam Mustafa… Dedem yeniden evlenmiş. Marandiler'den Hatice Ninemizi almış. Ondan da dört erkek, beş kız olmak üzere dokuz çocuk dünyaya gelmiş. Yani dedemin toplam 13 çocuğu olmuş.
M. Sarmış: Babanız Şevki Hafız'dan devam edelim… Esas adı Mehmet. Şevki adı nereden geliyor?
H. Altıngöz: Evet, herkes "Şevki Hafız" diye biliyor, ama esas adı Mehmet Altıngöz. Dedesi de, ninesi de kendisini hep "Şevki'm, Şevki'm!" diye severmiş, oradan Şevki adı öne çıkmış.
M. Sarmış: Ne zaman, hangi mahallede doğmuş?
H. Altıngöz: 1941 yılında Eyyübiye Mahallesinde doğmuş.
M. Sarmış: Çok zor yıllar. İkinci Dünya Savaşı devam ediyor. Türkiye girmemiş, ama etkilerini çok derin hissetmiş. Her an savaşa girme tehlikesi olduğu için ülke teyakkuz halinde, savaş hazırlığı yapılıyor. Öte yandan kıtlık var, yokluk var, ekmek karne ile veriliyor… O konulara dair bir şeyler anlatır mıydı size?
H. Altıngöz: Çok sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçirmiş. Hem bahsettiğiniz sebepler, hem de annesinin hastalığı. İnce hastalığa yakalanmış. Onun verdiği endişe ve acı kendisini çok etkilemiş. Annesi ölüp de öksüz kaldığı zaman 8-9 yaşlarında imiş. Hep ana hasreti çekmiş. Aklına gelince çok duygulanırdı, ağlardı. Ayda dört hatim okurdu onun için. Neyse… O sıralarda kazazlığa da başlamış.
M. Sarmış: Kısaca kazzazlık nedir?
H. Altıngöz: "Kazz" Arapça ham ipek demek. Ham ipeği iplik ve ibrişim haline getirene ve ondan çeşitli aksesuar üretene kazzaz, bu işe de kazzazlık deniliyor. Yani ipek işlemeciliği demek. Kadınlara kaytan denilen, üzerine altın dizilecek saç bağı yaparlar. Erkeklere egal, puşi, kırk düğme yelek yaparlar. Çeşitli yerlerde kullanılan ibrişim, püskül gibi şeyler yaparlar. Süs işleri yani. Eski bir sanat. Şimdilerde pek kalmadı, ama o zaman için önemli bir iş. İnce bir iş. Babam da çok iyi bir kazzazdı.
M. Sarmış: O zamanlar usta çırak usulü var. Babanızın ustası kim? Kimin yanında başlamış?
H. Altıngöz: "Köle Mıhe" derlerdi, rahmetlik Mehmet Tezcanlar. Onun yanında "şegirt"lik (çıraklık) yapmış?
Mahmut Altıngöz: Ondan önce de Sandıkçı Yasin amca var.
M. Sarmış: Dükkân nerede?
H. Altıngöz: Kazzaz Pazarı'nda… Bedesten de denir. Bilirsiniz Gümrük Hanı'nın güneyindeki tarihi kapalı çarşı.
M. Sarmış: Çırak, kalfa, derken işi öğreniyor. Sonra?
H. Altıngöz: İşi öğrenince Hacı Kara ile ortaklık yapıyor. Kendi dükkânlarını açıyorlar. Daha sonra Hacı Kara başka bir iş için oradan ayrılınca dükkân babama kalıyor, ondan sonra tek başına devam ediyor.
M. Sarmış: Yine Kazzaz Pazarı'nda mı?
H. Altıngöz: Evet, yine orada. Hacı Kamil Hanı'ndan taraf girişinde sağda, yanlış değilsem yedinci dükkândır. Ondan üç dükkân sonra Gümrük Hanı'na açılan kapı vardır.
M. Sarmış: Ne zamana kadar devam etmiş?
H. Altıngöz: Zannedersem 1982'ye kadar devam etmiş. Ben meslek lisesini bitirince orayı bana bıraktı. Kendisi gidip araba alım satımcılığı yaptı. Yani oto galericilik… O zamanlar Urfa'da yeni yeni yapılmaya başlanmıştı o işler.
M. Sarmış: Şu Bamyasuyu tarafında mı?
H. Altıngöz: Yok. Önce Bahçelievler tarafındaydı. Eski adı Köran olan, şimdiki adı Grand Otel'in oralarda bir iş yeri açtılar. Önceleri Remzi Küçük ve Şevket amcayla ortaktılar. Bir süre sonra diğer alım satımcılarla beraber Bamyasuyu tarafına geçtiler.
M. Sarmış: Peki, şimdi işi bırakıp, onu Urfa'ya esas tanıtan yanına dönelim. Urfa'nın son dönemdeki en meşhur hafızlarından biri. Aynı zamanda mevlithan… Kur'an okumaya ne zaman başlamış?
H. Altıngöz: Okumaya temayülü çok erken başlıyor. Hızanoğlu Camii'nde Bahattin Güner Hocaefendi'den Kur'an okumayı öğreniyor. Hocanın tayini Birecik'e çıkınca, bu sefer Kurra Mehemed Hafız'ın (Muhammed Akkafa, 1896-1972) yanına gidiyor. Bilir misiniz, bilmiyorum, Kurra Mehemed Hafız, Urfa'nın en büyük hafızlarından. 1940'larda Nimetoğlu Camii'nde verdiği bir hutbe yüzünden 6 ay hüküm giymiş, çıktıktan sonra görevi bırakmış ve kendini eve kapatmış. Evi Harun Begin Yokuşu'nda imiş. Hafız yetiştirme işine evinin bitişiğindeki hücrede devam etmiş. Babam oraya giderek hıfzını onun yanında tamamlıyor. O zaman bu gibi işler biraz netameli olduğu için her şey gizli. Diğer talebeler gibi babam da sabah mesai başlamadan gider, mesai başlayınca ayrılırmış. O zaman elektrik de yok. Gaz lambasının önünde çalışıyorlar. Bir iki yıl içinde hafız olmuş. 12-13 yaşlarında imiş hafız olduğu zaman.
Bu arada Mehemed Hafız'ın yanında sadece Kur'an değil, matematik, astronomi gibi dersler de almış.
M. Sarmış: Çok ilginç! O sırada medreselerde bu tip dersler verilmez diye biliyorum, demek varmış.
H. Altıngöz: Evet.
M. Sarmış: Meşk dersleri de almış. Yazısı nasıldı? Eski yazısı tabii.
H. Altıngöz: Eski yazıyı çok güzel yazardı. Yeni yazısı orta halliydi.
M. Sarmış: Hangi dilleri bilirdi?
H. Altıngöz: Türkçeyi çok güzel konuşurdu. Kürtçeyi de Arapçayı da iyi bilirdi ve konuşurdu. Kara Musa Camii İmamı Zeki Dayı'dan da Arapça dersleri almış. Farsçası da iyiydi.
M. Sarmış: Diğerleri tamam, çevrede konuşuluyor, eşi dostu var, normal. Ama Farsça öyle değil. Onu nasıl öğrenmiş?
H. Altıngöz: Eskici Dede Osman Aydın'dan ders almış. Beraber Farsça kitaplar okuyorlarmış. Mesela aklımda kaldığı kadarıyla Feridüddin-i Attar'ın "Pend-i Attar" adlı kitabı, Mevlana'nın "Mesnevi"si gibi…
M. Sarmış: Konuşacak kadar mı, yoksa anlayacak kadar mı?
H. Altıngöz: Ya, şöyle diyeyim. Ben fırsat buldukça kendisine sorardım. Şu gazelde ne anlatılıyor, şu beyitte ne deniliyor? Mesela şu karşımızda gördüğümüz Nabi'nin "Görmüşüz" redifli gazeli.
"Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûz-gârın görmüşüz
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz"
Diyelim bunu sordum. Uzun uzun anlatırdı. Saatlerce konuşabilirdi. Kelimelerin anlamını bilir, şiiri açıklardı. Piyasada okuyanların bazılarının kelimeleri yanlış okuduğunu söylerdi. Kur'an'ı da iyi bilirdi. Sadece okumasını değil, okuduğunun anlamını da bilirdi. Uzun uzun açıklamalar yapardı.