ON BİRİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Madem konu oraya geldi, biz biraz siyasete karışalım. Fakat işin başına gidelim… Babanız Necmettin Erbakan'ın Türkiye'de başlattığı "Milli Görüş" hareketinin Urfa'daki önemli isimlerinden biri. O işlere nasıl başlıyor?
H. Altıngöz: Babamın Merhum Erbakan'a teveccühü Milli Nizam Partisine, yani 1970'lerin başına kadar gidiyor. Biliyorsunuz Nizam Partisinin ömrü çok kısa sürüyor ve kapatılıyor. Erbakan Hoca, 1973'te Milli Selamet Partisini kuruyor, babam yine orada… 1977'de Milli Selamet Partisinden belediye meclis üyesi seçildi. Ülkemiz için de, Urfa'mız için de çok zor yıllar. Babam o dönemden bahsederken herkes gibi hep "Allah bir daha öyle bir dönemi göstermesin." derdi. O şartlarda belediye meclis üyeliği yapmak da çok zor olmalı. Buna rağmen 1980 ihtilaline kadar babam o görevini sürdürdü. Darbe sonrası çok partili hayata geçildikten sonra Erbakan Hoca Refah Partisini kurunca hemen orada da yerini aldı. 1985 yılında il başkan yardımcılığı yaptı. 1988'de ise il başkanı seçildi.
M. Sarmış: Şekerci Ahmet Apaydın ile yaptığımız röportajdan hatırlıyorum. Ahmet Abi il başkanı imiş. Özel işleri dolayısıyla bırakmak istemiş. Dediğine göre o sırada partinin önemli isimlerinden Şevket Kazan Urfa'ya gelmiş. Ahmet abi kendi yerine, o zamana kadar yardımcılığını yapan babanızı teklif etmiş, çok tecrübelidir, güvenilirdir diye kendisine kefil olmuş. Zaten işi ve maddi durumu da müsaitti demişti.
H. Altıngöz: Doğrudur. Ahmet Abi ile uzun bir dava arkadaşlıkları var. O şekilde babam il başkanı oldu. Aslında babam siyaset yapmak istemezdi. Fakat davaya hizmet söz konusu olduğu zaman da geri durmazdı. Çok tesirliydi siyasette. Tesiri de şuradan geliyordu: Kendisi için bir şey istemiyordu. Hiçbir göreve talip olmadı. Ne milletvekili adaylığı istedi, ne rant, ne ihale, ne mal mülk… Rahattı o yüzden. İnandırıcılığı ve tesiri de oradan kaynaklanıyordu.
1990'ların başında, kuyumculuk işine başlamış ve il başkanlığını bırakmıştı daha sonra Erbakan hoca Babamın yeniden il başkanı olmasını istemiş. Babam "Hocam ben daha dükkânı yeni açmışım. Başka gelirim yok." filan diyerek mazeret göstermek istemişse de, Erbakan "Dükkânı kapatacaksın ve gelip partiyi toparlayacaksın." demiş. Bu ısrar üzerine babam tabii kıramamış, kabul etmiş. Partinin ağır toplarından Fehim Adak'la beraber Urfa'ya geldiler. Tarafların öncüleri ile görüştüler. Rahmetlik Derviş Hoca ile Seyda İzzettin'i ziyaret ettiler. Kısa sürede ortalığı toparladılar.
Diyeceğim o ki, babam çok tesirliydi, sözü dinlenirdi. Bunda tabii, kişiliğinin etkisi olduğu gibi, herhangi bir görev ya da maddiyat peşinde olmamasının, tamamen "davaya hizmet" gayesiyle çalışmasının, samimiyetinin etkisi var. Bu ikinci il başkanlığını da 1997 yılına kadar sürdürdü.
Çok çalıştı. Arkadaşları ile beraber yüzlerce ev dolaştılar. Ve çok başarılı oldular. 1991 genel seçimlerinde sadece İbrahim Halil Çelik milletvekili olarak seçilmişken, babamın başkan olmasından sonra yapılan 1995 seçimlerinde dört milletvekili çıkarmayı başardılar.
Tabii başkan olunca dükkânı da kapattı. Şunu da belirteyim ki babam siyasetten çok zarar gördü. İnsanlar siyasete girip zengin olurken, babam siyaset uğruna servetini kaybetti.
M. Sarmış: Yani, o şekilde davranırsa, milletvekili ya da belediye başkanı olmazsa, gücünü biraz da kendi çıkarı için kullanmazsa öyle olur. O işler maalesef her zaman öyle; bugün de öyle…
H. Altıngöz: Adı geçtiği için söyleyeyim; Halil Çelik başkan babamın çok yakın dostudur.
M. Sarmış: Tahmin ediyorum. Kendisinden söz almışım. Oğlu avukat Lamih'in de haberi var. Bir gün Urfa'ya geldiği zaman onunla da röportaj yapacağız inşallah!
H. Altıngöz: Çok iyi olur. Hafızası çok kuvvetlidir. Babamınki de çok kuvvetliydi. Bu röportajı onunla yapsaydınız, yaşadığı her şeyi günü gününe, saati saatine anlatırdı.
M. Sarmış: Babanızın Erbakan'la arasının çok iyi olduğunu söylediniz. 28 Şubat sürecinden sonra ülke siyaseti büyük değişimler geçirdi. Erbakan'ın yanında yetişenler başka bir parti kurdular ve iktidara geldiler. Erbakan da onlara şiddetle muhalefet etti. Babanızın bu konudaki tavrı nasıl oldu?
H. Altıngöz: Ak Parti'ye oy verdi. Fakat Erbakan'ın aleyhinde de tek bir söz söylemedi. Söylemeye kalkışanlara da kızardı. Bazen "Nasıl oluyor?" diye sorduğum zaman "Siz onu tanımıyorsunuz. O bunları korumak için öyle davranıyor." derdi.
M. Sarmış: Eskiden öyle bir düşünce bu camiada çok dillendirilirdi.
Bu arada babanız aktif siyasetin içindeyken de hafızlık, mevlithanlık devam ediyor mu? Gazel okuyor mu?
H. Altıngöz: Ediyor, o işleri hayatının sonuna kadar hiç bırakmadı. Sonlara doğru Ulu Cami ve Yusuf Paşa'da öğle ve ikindi cüzlerine katılıyordu. Çok yorulduğu için sadece birinde oku dedik. Yalnız Ulu Cami'de okumaya başladı. Cami dolup dolup taşardı. Özellikle hatim duasında izdiham olur, herkes ağlar, gözyaşları sele dönüşürdü. Sonra evimizi Yenişehir'e taşıdık. Bu sefer yakın olduğu için Sami Aksoy Camiine sabah cüzüne gidiyordu. Babam özellikle Ramazanlarda sabah cüzlerini severdi. Uzun yıllar da Aksoy Camii'nde sabah cüzüne gitti. Zaten o camiye giderken de saldırıya uğramıştı.
M. Sarmış: O konu çok önemli. Biraz anlatır mısınız?
H. Altıngöz: Dediğim gibi babam sabah namazlarını Yenişehir'de Sami Aksoy Camii'nde kılıyor. Namaz sonrası arkadaşlarıyla cüz okuyorlar.
M. Sarmış: Dün Sallanbaş Ömer Hafızla yaptığımız röportaj sırasında da geçti. O da o sıralar orada namaz kılıyor, cüz okuyormuş.
H. Altıngöz: Tabii, o da vardı ekiplerinde. Ben de katılmıştım birkaç defa. İşte babam bir sabah namaza giderken birisinin saldırısına uğruyor. 1997 yılı Ramazan ayının beşinci günü. 5 Ocak olması lazım. Yağmurlu bir hava. Karanlık. Saldırgan selam verip yanından geçmiş, sonra da dönüp arkadan ateş etmiş. Kimin yaptığı anlaşılamadı veya olay bilerek aydınlatılmadı. Babam muhtemelen tanıyordu, ama hiçbir zaman söylemedi. Kardeşleri, akrabaları bizler çok sıkıştırdığımız halde, belki bir kan davası çıkmasın diye, belki başka bir sebeple söylemedi. Belki de gerçekten bilmiyordu. Çünkü olayın şahsi bir şey olmadığına inanıyordu. Hep Gladio'dan, karanlık odaklardan söz ederdi. "Urfa'yı karıştırmak için yaptılar." derdi.