ONUNCU BÖLÜM
M. Sarmış: Başka bir konuya geçelim. Babanızın herhangi tarikata bağlılığı var mıydı?
H. Altıngöz: Yok. Derdi ki, bizde büyüklerle sohbet vardır. Hep bunu söylerdi. Babamın hayatında Hacı Kermozade Şeyh Hüseyin Efendi'nin tesiri çoktur. Onunla ilgili çok şey anlatırdı bize. Onunla oldukları yakın halkadan Ahmet Özbek babamın yakın dostu idi. O grupta Cahit Hafız, Sofi Mehemed, Hacı Latif Karaçizmeli gibi isimler vardı.
M. Sarmış: Urfa'daki Kadiri, Rufai gruplarında zikir esnasında def çalıp debbuz, kılıç, hançer vurmalar vardır. Onlarda da var mı?
H. Altıngöz: Yok, bunlarınki sadece sohbet…
Mahmut Altıngöz: Kapalı bir grup. Şeyh Hüseyin'in Melami olduğunu söylerlerdi.
H. Altıngöz: Onun sohbetlerinden ders çıkarırlarmış. Mesela Ahmet Özbek'le Hacı Kamil Hanı'nda tavla oynarlarmış. Ahmet abinin manifatura dükkânı da oradaydı. Derdi ki, "Bir gün Şeyh Hüseyin Efendi geldi, masanın başında ayakta durdu, sakalını sıvazladı, baktı, baktı gitti. O bizim son tavla oyunumuz oldu." Aşağı yukarı her gün uğrarmış kendilerine. Özellikle Ahmet Abinin dükkânında otururmuş. Her ikisi de ona "Ağe" diye hitap edermiş. Bir gün babam "Ağe ağe! Vita yağı diye yengi bir yağ çıhmış. Ne deyisen?" diye sormuş. Şeyh Hüseyin demiş ki "Allah heri (hayrını) vere Mıhe. Onu iti bile yemez." Babam diyor ki "Biz mesajı aldık." Ondan sonra evimize hiç vita yağı girmedi. Hep sade yağ."
Mahmut Altıngöz: Babamın Şeyh Hüseyin ile bir hatırasını anlatmak istiyorum. Kendisi anlatmıştı. 1970'lerin başı olması lazım. Ben daha yokum. Halil abim, İsmail abim var. Emine ablam da var mı yok mu, bilmiyorum. Babam çok ağır hastalanmış. Artık nasıl bir hastalıksa doktor eve götürün demiş. Babam yerli yataklı yatıyor. Gidemediği için dükkânı kapatmış. Ahmet Özbek sık sık ziyaretine geliyor. Az önce abim söyledi, Şeyh Hüseyin de sık sık onun dükkânına geliyor. Araları çok iyi, birbirlerini çok seviyorlar, hatta biraz fazla samimiler.
Zaman zaman atışıyorlar, kavga ediyorlar. Fakat babam derdi ki, "Ahmet onu çok iyi tanımıyor." Yani onun manevi makamının farkında değil, demek istiyor. Ahmet abi babamın kadim dostu, gençliğinden beri arkadaşlar. Bir gün yine babamın yanına gelmiş. "Hafız ne oldu sana?" demiş. "Senin bir şeyin yoktu? Bu hastalık neyin nesi?" Babam ona demiş ki "Benim durumumdan Ağe'nin haberi var mı?" Ahmet Abi "Valla bana bir şey söylemedi." demiş. Bunun üzerine babam ona demiş ki "Git ona halimi arz et. Böyle böyle de." Ahmet abi de gidip Şeyh Hüseyin'e durumu aktarmış: "Ağe, Hafız evde, hasta. Doktorlar eve yollamış. Hali yok, dükkânı açamıyor. Biliyorsun, daha çok genç. Küçük çocukları da var." Daha sonra diyor ki: "Mübarek baktı, baktı. Elini sakalına atıp uzun uzun sıvazladı. Sonra dedi ki "Hafız Kürt'tür. Git ona de ki "Rabe lav!" O anlar." Yani ayağa kalk lan! Ama Ahmet abi anlamıyor. "Böyle mi söyleyeyim?" diye teyit etmek istiyor. O da "Evet, aynen, git, böyle söyle." diyor. Bu arada babam heyecanla haber bekliyor. Ahmet abi gelince "Ağe ne dedi?" diye soruyor. O da pek bir şey demedi. "Hafız Kürt'tür. Git ona "Rabe lav!" söyle. O anlar." dedi. Babam bunu duyunca "Bana pantolonumu getirin." diyor. Giyinip evden çıkıyor. Dükkâna gidip açıyor. Açış, o açış. Bir daha o hastalık var mı yok mu, kimse bilmiyor.
M. Sarmış: O hastalık psikolojik bir hastalık mıymış?
Mahmut Altıngöz: Yok, yok, normal bildiğimiz bir hastalık.
H. Altıngöz: Ben de Şeyh Hüseyn'e dair bir şey hatırladım. Babamdan duymuştum. Şeyh Hüseyin'in sık sık Ahmet Özbek'in yanına gelmesi anasının kulağına gitmiş. O da "Nedir bu adam? Oğlumu meşgul ediyor. Bıraksın oğlum işiyle kârıyla uğraşsın." demiş. Babam duruma vakıf olunca ortak dostları Eskici Dede Osman'a demiş ki "Ağe'ye söyle, Ahmet'in yanına gitmesin, biraz da benim yanıma gelsin." Babam diyor ki "Ertesi gün Ağe geldi. Hemen ayağa kalktım, elini öptüm. Çay, kahve, izzet, ikram. Yemek ısmarlayayım diyorum. Bu arada hem işimi yapıp hem de arada bir soru soruyorum, konuşturmaya çalışıyorum. Ama bakıyorum ki, canı sıkkın, konuşmak istemiyor, sorularımı geçiştiriyor. Neyse, akşam oldu, gitti, ama ertesi gün yine gelmedi. Dede Osman'a dedim, "Hele bak, niçin gelmedi?" O da gidip "Ağe, niçin Hafız'ın yanına gitmedin? Seni bekliyor." diye soruyor. Şeyh Hüseyin bunun üzerine diyor ki: "Bırak lo Allah'ını seversen. O, adam tanıyor. Bir daha gitmem." Ahmet abi ile günlük basit işler konuşuyorlar. Babamsa derin mevzular açıyor. Ağır konular.
M. Sarmış: O gibi kimselerin deşifre olmaktan hoşlanmadıkları söylenir.
H. Altıngöz: Biliyorsunuz Melamilerde hata aşikâr, sevap gizlidir.
M. Sarmış: Devrin dini alanda önemli başka birçok ismi var. Babanızın çoğuyla irtibatı, hatta dostluğu vardır. Mesela Arap Hoca, Derviş Hoca, Şeyh İzzettin, Sait Hoca, Sabri Hoca…
H. Altıngöz: Hepsini sever sayar, görüşür, konuşurdu. Sait Hocayı söyledim. Narıncı Camiinin imamıydı. Babamın yakın dostu idi. Sık sık babamın dükkânına gelirdi. Derviş hoca, Arap Hoca Zeki hoca ile de araları çok iyi idi. Şeyh İzzettin Efendiyi çok severdi. Son zamanlarda Her bayram mutlaka kendisini ziyaret ederdi.
M. Sarmış: Siyasetçiler siyasi sebeplerle bu tür ziyaretler yaparlar, ama babanız öyle değil herhalde.
H. Altıngöz: Değil, değil. Onu çok severdi. O da babamı çok severdi. Yarı Kürtçe yarı Türkçe, tatlı tatlı sohbet ederlerdi. Derviş Hoca ile de çok iyi dosttular. Birbirlerini çok severlerdi. Biz de onun oğlu Mehmet'le arkadaşız. Geçenlerde de görüşüp muhabbet ettik. İbrahim Halil Çelik'le de araları çok iyiydi. Çok ilginç bir fotoğrafları vardır. Derviş Hoca hasta yatağında, babam, Halil Çelik ve etrafındaki herkes sigara içiyor.
M. Sarmış: Derviş Hoca da içermiş zaten.
(Daha sonra röportajla ilgili bir hususu sormak için Derviş Hoca'nın oğlu Mehmet Yazıcı'yı aradığım zaman babasıyla Şevki Hafız'ın dostluğuna dair hüzünlü bir hatırayı anlattı:
"Yıl 1996. Babam hasta yatağında yatıyor. Şevki Hafız Yenişehir'e taşınmış. Sabah namazlarını evlerine yakın Aksoy Camiinde kılıyor. Bir sabah namazdan sonra kapımızı çaldı. Ben açtım. Dedi ki "Biliyorum, vakit çok erken. Ama sonra çok kalabalık oluyor. Ben hocamla baş başa konuşmak istiyorum." Babamın yanına geçtik. Muhabbete başladılar. Şevki Hafız kasideler okudu. Çokça ağladılar, gözyaşı döktüler. Diğer misafirler gelmeye başlayınca Şevki Hafız müsaade isteyip ayrıldı.")
H. Altıngöz: Derviş Hoca babamı çok severdi. Babam da onu… Sırası geldiğinde sözünü de söylerdi. Belki bilirsiniz, 1990'larda Refah Partisinde büyük bir ikilik çıkmıştı. Genel merkezciler-karargâhçılar filan… Derviş Hoca da karargâhçıların arasındaydı. Babam ara sıra kendisine şaka yollu "Şu siyaset işlerine fazla karışma." derdi.