Manisa Soma'daki maden faciasını hüzünlü bir şekilde kaleme alan, yüreğimiz tercüman olan Mervecan Balçık öğrencimizin kaleminden damlayan kelimeleri sizinle paylamak istiyorum.

"Canım yanıyor. İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu bir dünyada yaşadığım için canım yanıyor. Gücün ve paranın Tanrı, zavallı bir maden işçisinin de köle olarak görüldüğü bir ülkede yaşadığımız için canım yanıyor. Asgari ücretin biraz üstünde gece gündüz çalıştırılan maden işçilerinin asıl alması gereken paraya bakan bebeleri okutulduğu için canım yanıyor.

Ve asıl SOMA için yanıyor canım. Belki kalem tutuk değil dilediğini yazıyor bu dakika fakat gönüller tutuk, gönüller yorgun, gönüller yasta… Hiçbir şey söyleyememiş olmanın verdiği burukluk var üstümde. Her şeyin basit bir iş kazası olduğunu söyleyip sıyrılmaya çalışanlara bütün bu kızgınlığım. Bu ihmallerin, ölümlerin sayıya indirgenmesi ve bir ölümün bir hayat etmemesi bir cana binler can mal olması asıl beni körükleyen.

Ve galiba akşam olduğunda umut dolu gözlerle bekleyen minik masumların hayal kırıklığına uğrayacağını bilmek beni bitiren. Evet, onlar belki yetimler artık; ama onları diğer yetimlerden ayıran önemli bir özellik var. Onların adı "RIZKI ÇALINMIŞ YETİMLER"

Peki; soruyorum size neydi onların günahı. Günahları neydi de bütün bu felaketlere rağmen sessizlik girdabına gömülmek? Sorular denize atılmış şişenin içindeki sorular. Çok basit; fakat söylenmesi o kadar zor olan cevaplar bunlar. Bu sorunun tek bir cevabı var. Çünkü burası Türkiye. Hem cennetimiz hem de cehennem.

Evet, Türkiye'de olması. Doğru söylüyorum burası SOMA; SOMALİ değil, burası SURİYE değil, burası adı ki çağdaş sayılan bir ülkenin ilçesi. "BURASI SOMA" buraya Türkiye'nin yaptığı yardımlarda dünya kamuoyunun haberi olmaz.

Buraya yapılacak yardımlar gösterişe girmeyeceği için yardım yok, onun için buraya yapılacak yardımlar ulaşamaz. Kükreyen yürekler bağlı kalır burada, akıtır içine kömürden gözyaşlarını… Bütün her şey geçecekmiş gibi.
Geçecek ama yüreğimizi yakarak, bir kıyamet bırakarak gönüllerimize. Sessiz sessiz ağlayarak bir umutla kör kuyulara dalarak… Kim verecek bu yaşananların hesabını, yaşanan bu ihmallerin yükünü kim üstlenecek, acıyı yaşayan anneleri mi? Hayır yoksa çoğu şeyden haberi olmayan masum bebekleri mi? Tüm bu yaşananlardan sonra ağzına götürdüğü lokmayı yutabilecek koltuk sevdalıları mı? Vicdanı rahat edebilecek mi tekme savuran yalaka adam.

Biliyorum abes kaçtı bu sorular, inandırıcı gelmedi kimseye belki de. Bütün bunlara kader deyip geçebilen yüreğe de helal olsun. İhmali üstlenmesi gerektin de sorumluluk alamayana da… Çünkü yanan onun canı değildi. Ölenin adı beyaz değildi, kömür karası iki damla mavi gözyaşıydı. Ölenlerin adı Ahmet'ti, Mehmet'ti, Ali'ydi belki ama hepsinin soyadı birdi. Yokluk, çaresizlik, borç, mecburiyetti.

Şimdi onların hiçbiri yok. Ölüm sebepleri o siyah elmastan. Geriye tek bir bıraktıkları kaldı "Bir çift kömür karası göz". Kömür karası vicdanlara şunu söyledin aslında." Sen yıldızlara tırmanan merdivensin. Bakışların o kömür karası çizmelere takılı, samanyoluna değil. Seni sırtımda taşıdım bu durağa kadar. Beni de taşıyanlar olmuştu.

Artık dizlerim dermansız. Çünkü uyulur, uyanmaz bu durakta… Topraktan geldiler ve asilce, erdemlice toprak oldular kalabalıkları aydınlatmak için… Soma'da şehit olan maden işçilerimizi rahmetle anıyor, milletimizin başı sağ olsun diyorum.