"Ey Gül-Rana..!
Ömrün beş mevsimi var: Aşk, hasret,
 yalnızlık, vuslat ve hüzün.
 Sahi, sen hangi mevsimdesin..?"

{Şeyh GALİP}

Merhabalar;
Güzel bir gün ve isminden midir ya da hakikaten öyle midir buram buram sevgi çiçeklerinin kokusunun geldiği: Itır kokularının, gül kokularının, lavanta kokularının ve doğal olmayan güzel sprey kokularının estiği bir gün SEVGİLİLER GÜNÜ..!

Gelelim bu günün HİKAYESİNE..?

Bundan çok uzun yıllar önce daha dünya yaratılmadan, insanlar dünyaya ayak basmadan önce, iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilmez bir halde ortalıkta dolanıyorlarmış. Bir gün toplanmışlar ve her zamankinden daha canları sıkılgan bir şekilde otururlarken, ''SAFLIK'' ortaya bir fikir atmış "neden saklambaç oynamıyoruz..?" diye. Orda bulunan herkeste bu fikre sıcak bakmış "ÇILĞINLIK" çılgın olduğu için bağırarak ortaya atılmış:

-Ben ebe olmak istiyorum! 

-Ben ebe olmak istiyorum!

Oradakilerin hiç biri çılgınlık kadar atak olmadığı için oldukları yerde kalakalmışlar. 

"ÇILĞINLIK" bir ağaca yaslanmış ve başlamış saymaya - bir, iki, üç, "ÇILĞINLIK" saymaya başladıktan sonra iyi huylar ve kötü huylar saklanacak yerler aramaya başlamışlar. "ŞEFKAT" ayın boynuzuna asılmış. "İHANET" çöp yığınlarının içine girmiş ve "SEVGİ" bulutların arasına kıvrılmış, "YALAN" ise bir taşın altına saklanacağını söylemiş; ancak yine herkesi kandırıp yalan söylemiş ve bir gölün dibine saklanmış. "TUTKU" dünyanın merkezine girmiş. "PARA HIRSI"  bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış ve "ÇILĞINLIK" saymaya devam etmiş -yetmişdokuz, seksen, seksenbir diye... "AŞK"ın dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar saklanmışlar. "AŞK" kararsız olduğu için bir türlü nereye saklanacağını bilemiyormuş. "ÇILĞINLIK" doksanyediye gelmiş;

 -Doksan sekiz, doksan dokuz ve yüz' e vardığında "AŞK" sıçrayıp etraftaki güllerin arasına girmiş ve oraya saklanmış "ÇILĞINLIK" bağırmış sağım solum sobe saklanmayan ebe demiş... Arkasına döndüğünde ilk önce "TEMBELLİK" görmüş. "TEMBELLİK" ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş. "ÇILĞINLIK" sonra "ŞEFKATİ" ayın boynuzunda görmüş ve "İHANETİ" ise çöplerin arasında, "SEVGİYİ" bulutların arasında, "YALANI" gölün dibinde ve "TUTKU"yu dünyanın merkezinde bulmuş. Sadece biri hariç herkes yavaş yavaş geriye dönmeye başlamış.

"ÇILĞINLIK" umutsuzluğa kapılmış. "HASET" son saklanan bulunamadığı için haset duyarak, "ÇILĞINLIĞIN" kulağına fısıldamış.

- "Aşk" ı bulamıyorsun;  ama o güllerin arasında saklanıyor..? 

"Çılgınlık" çatal şeklinde tahta bir sopa almış ve güllerin arasına sopayı çılgınca saplamış, saplamış ve saplamış... Ta ki yürek burkan bir haykırma onu durdurana kadar... Haykırıştan sonra "AŞK" elleriyle yüzünü kapayarak ortaya çıkmış ve parmaklarının arasından sicim gibi kanlar akıyormuş. "ÇILĞINLIK", "AŞK"ı bulmak için heyecandan aşkın gözlerini kör etmiş. Tabi olan olmuş. Efsane bu ya! Başlamış kara kara düşünmeye.

 -Ne yaptım ben, seni kör ettim. 

-Ne yapa bilirim senin için diye af dilemek istemiş... 
"AŞK" cevap vermiş:

-Gözlerimi geri veremezsin; ama istersen bana kılavuzluk yapabilirsin... 

İşte o günden beri aşkın gözü kördür ve her zaman da çılgınlık aşkın yanındadır.

Evet; bu aşkın efsanesidir daha "AŞK"ın aşkınlığı tüketilmeden önce… 

Bugün sevgililer günü, tüm dünya'da ve ülkemizde herkes tarafından özellikle de gençler tarafından coşkuyla kutlanıyor. Tarihin derinliklerinden bugüne intikal eden bu özel günü biz de "Sevgililer Günü" olarak kutluyoruz. Ama eksik olan bu günün anlamı ve kendisine yüklenen özel gün olma sebebi hakkında ki bilgilerimizin eksik olmasıdır.

Bir güne sığdırılmış sevgiler ve sevgililer, bir günlük hatta bir anlık sevgili olma modellerinin yaşandığı bir zamanda, sevginin karşı tarafın size aldığı hediyenin değeri kadar değer verdiği ve ölçüldüğü bir ortamda yalnızca somut değerlerle yaşanan ve yaşanılmaya çalışılan bu duygusal metalaşmış gün. Aslında duygularımızın ne kadar da "tamamen duygusal(!)" olduğunun bir görüntüsüdür bu. Haftalardır herkes bu güne hazırlık yapıyor kendince. Çünkü en çok harcama yapılan özel günlerimizden birisi ve en fazla israfın da... Bununla beraber ekonomi denen "sermaye canavarı"nın sınıra da yok maalesef! Ve tüketimin özendirildiği, sınır tanımadığı ve meşrulaştırıldığı bir gün yaşıyor ülkem insanı. Maneviyata uzak, maddeye boğulmuş ve cinsel objelerle sığ düşüncelere uyarılmış bir gençlik!

Batılılar bu güne "Aziz Valentin Günü " diyor,  bize yetişene kadar "duygu tüccarları" tarafından masum bir değişime ve dönüşüme uğratılarak "sevgililer günü" oluveriyor. Yani hem millileştiriliyor hem de duygusal kodlarımıza işleniyor yavaş yavaş.  Acaba bu gelenek ne zamandan beri var? Hangi dinin, kimlerin ve hangi kimliklerin geleneği ve eseri diye sormak gerekmiyor mu?

Bununla ilgili çok farklı ve birbirinden ayrılan efsaneler var. En çok bilinenler ise şunlar: Roma'da zalim bir imparator olan II. Claudus kraldır. Bir gün çıkar bir ferman yayınlar ve askerlerinin evlenmesini yasaklar. Nedeni ise çok basittir, bekâr askerlerin evlilere göre daha istekli savaşmalarıdır. Bu inancından dolayı kralın yasağı sürer gider. Şimdi biz de rahmetli  Yaşar Nuri Öztürk gibi nasıl aykırı din adamları varsa, o zamanda da Valentin adında iyi kalpli bir rahip varmış ve bu yasağa aldırmadan gizlice askerlerin nikâhını kıymaya devam edermiş. Kader ya kral da bunu öğrenince iyi yürekli bu rahibi 14 Şubat 269'da yakarak idam eder. Genç sevgililere karşı yüreği merhametle dolu olan bu rahibin ölüm günü, o gün bu gündür tüm sevgililer tarafından bütün çiftlere adanır. 

Diğer bir efsane ise, bu güne dair bir gelen bir geleneğe ışık tutuyor. Yine zaman antik çağdır ve Valentin hapiste gardiyanın kızına âşık oluyor. Kader bu ya tam da idam edileceği gün, kızcağıza kısa bir ilan-ı aşk notu yazar, altına da şu imzayı atar. "Senin Valentine'inden". Bu imge daha sonra sembolleşerek bütün âşıkların sevgililerine arzları olarak gönderdikleri mektuplarda bir selam olarak yerleşir ve "Valentin Selamı" olarak da kalıplaşır.

 Devam edecek...