M. Sarmış: Peki yazmaya ne zaman başladınız?

M. Akalın: Bir sürahinin içine sürekli su akmaya başlayınca bir süre sonra doluyor ve taşmaya başlıyor. Okuyorsunuz, okuyorsunuz, birikiyor.

M. Sarmış: Sonra da “beni yaz” diyor. İlk defa ne zaman, nerede yazmaya başladınız?

M. Akalın: Üniversite son sınıfta idim. O zaman “Urfa’nın Sesi” gazetesi vardı. Orada bir arkadaşımız vardı. O da bizim gibi kitap okumaya meraklı biriydi. Nihat İpeksümer… Üçümüz beraber hafta sonları oturur, kitap üzerine konuşur, tartışırdık. Nihat “Niye gazeteye fıkra yazmıyorsun?” derdi. Ben de onun üzerine yazmaya başladım. 1973-74 yılları olması lazım. Önce fıkra, sonra köşe yazıları yazmaya başladım.

M. Sarmış: Neler yazıyordunuz?

M. Akalın: Genel konular… Urfa ile ilgili konular. Dernek ve benzeri toplantılara katıldığımda izlenim ve eleştirilerimi yazardım.  Mesela o sıralarda bir öğretmen derneğinin sunucusunun Türkçe telaffuzunu eleştirdiğimi hatırlıyorum.

M. Sarmış: Hukuk öğrencisisiniz, hukuk konularında da yazmadınız mı?

M. Akalın: Yok. Daha çok yerel konularda yazıyordum.

M. Sarmış: Yazdığınız gazeteleri sıralar mısınız?

M. Akalın: Urfa’nın Sesi ile başladım. Sonra Hizmet Gazetesinde yazdım. Sonra Güneydoğu, sonra Olay gazeteleri…

M. Sarmış: Köşe yazılarınızın bir kısmını daha sonra kitaplaştırmışsınız.

M. Akalın: Öyle oldu. Bir seçki yaptım ve “Derdim Çoktur Hangisini Yazayım” adıyla 2004 yılında yayınladım.

M. Sarmış: Son zamanlarda GAP Gündemi’nde de yazılarınız çıkmaya başladı.

M. Akalın: Evet. Onların dışında Zaman Gazetesinin Urfa ekinden Hürriyet Gazetesinin Urfa ekine kadar birçok yerde yazılarım çıkmıştı.

M. Sarmış: Bir de ulusal gazeteleri muhabirlik yapmışsınız.

M. Akalın: Doğru, o da var. Bir süre Cumhuriyet Gazetesinin muhabirliğini yaptım.

M. Sarmış: Hangi yıllar?

M. Akalın: 1975-84 arası.

M. Sarmış: Avukat olduğunuz zamanlar yani. Hem avukat hem muhabir… Neler yapıyordunuz muhabir olarak?

M. Akalın: Urfa’daki günlük hadiselerle ilgili haberleri geçiyordum. Gazete yazıları yazarken kullandığım Cengizhan Akalın adını kullanıyordum.

M. Sarmış: Ama sonra nüfus cüzdanınıza da eklemişsiniz.

M. Akalın: Yayınlanan haberlerim için gazeteden yapılacak ödemelerde resmiyette Cengizhan ismi olmadığı için muhasebede sorun oluyormuş. O yüzden eklemek zorunda kaldım. Ama günlük hayatta hiç kullanmadım. Şu anda da TC numarası gerektiğinde sadece resmiyette kullanıyorum.

M. Sarmış: Bir de dergiler var. Anzılha Dergisi…

M. Akalın: Naci İpek ağabeyimiz, Anzılha’yı 1966’da iki sayı çıkarmış, sonra durmuş. 1978 yılında bana dedi ki “Anzılha’yı yeniden çıkarmak istiyorum, ama benim vaktim yok; sen meşgul olabilir misin?” “Olurum.” dedim. Ben o sırada meslekî stajımı bitirmek üzereyim. Hazırlıklar bitince eski belediye binasının karşısındaki Bulvar Pasajı’nın altında bir yerde bir teksir makinesi kurduk. Ondan sonra da yazı toplamaya başladık. Zor bir işti. Bırakın bilgisayarı, yazarların elinde daktilo bile yoktu. Yazılarını elle yazıp gönderiyorlardı. Ben gece oturup onların hem imlasını düzeltiyorum hem daktiloya çekiyorum. Ondan sonra baskı faslına geçiyoruz. Öyle yorucu bir işti bizim için, ama zevkliydi. Urfa dışındaki Urfalılardan da çok sayıda yazı gelmişti.

M. Sarmış: Kaç sayı çıktı?

M. Akalın: Yedi sayı.

M. Sarmış: Siz de orada yazılar, şiirler yayınlamışsınız.

M. Akalın: Evet. Orada beni çok duygulandıran bir şiirim de çıkmıştı.

M. Sarmış: “Eski Evler” şiiri mi?

M. Akalın: Evet.

M. Sarmış: Okumuştum. Çok güzel bir şiir. Hikayesini de anlatır mısınız?

M. Akalın: Anzılha’yı çıkardığımız zamanlardı. Rahmetli oldu şimdi, eniştem Yüksek Mimar Mühendis Sait Bilsel’e dedim ki “Her sayı için eski bir Urfa evine gidelim. Sen mimari özelliklerini yaz. Ben de evi yazayım.” Öyle yaptık. Birkaç eve gittik. O evlerden biri de Dabakhane mahallesinde bulunan ve bugün “Meclis Evi” diye bilinen evdi. Orası benim mahallem. O evin bulunduğu sokağın girişindeki ev bizim evimizdi. Şimdi apartman yapmışlar. Dolayısıyla o ev de bizim komşumuzdu. Çocukluğumuzda avlusunda oynardık. Çok güzel bir evdi. O zamanlar Görgün ailesi otururdu. Arabizade Reşit Efendi… Reşit Görgün…

M. Sarmış: Urfa belediye başkanı olan…  (1923-1926)

M. Akalın: Evet. Aslında başka bir ailenindi, ama bizim zamanımızda onlar otururdu. Neyse, Sait’le beraber gittik. İçeri bir girdik, “Aman Allah’ım!” Evi bir bağırsak tüccarı almış. Avluya bağırsaklar ve sakatat dökülmüş. Hamamının duvarı yıkılmış, penceresi açılmış, araya bir tane briket koymuşlar. Ortada çiçekler perişan. Ahşaplar dökülmüş. O güzelim ev perişandı. Önceki halini hatırladım ve çok üzüldüm, çok duygulandım. O akşam o duygular kâğıda dökülüp şiir oldu.

M. Sarmış: Çok güzel bir şiir. 1978 yılında Anzılha Dergisinin 4. sayısında “Cengizhan Akalın” adıyla ve Cihat Kürkçüoğlu’na ithaf ederek yayınlamışsınız. Ben de üç yıl kadar önce okumuş ve hemen sosyal medya hesabımda paylaşmıştım. Bu sohbetimize de eklemek isterim.

(Hemen açıp şiiri buldum ve ilk birkaç mısraını okudum.)

ESKİ EVLER

Buğulanmış camlarda geçen zaman görünür

Düşlerde kalmış yıllar küçülür an görünür

Salkım salkım yalnızlık gezinir çardaklarda

Küskün gezeneklere çöker hicran görünür

O eski rüzgâr mıdır sevişen yapraklarla

Mahzun şarkılarından belli pişman görünür

Yağmur damlacıkları çiçeklerde gözyaşı

Kırmızı karanfiller üstünde kan görünür

Yıldızlı gecelerde üşüyen eyvanların

Üstünden geçen her yıl birer ferman görünür

Serin hayatlar güzün ağlar yalnızlığına

Değişen bütün şeyler ona düşman görünür

Anılara dostturlar artık bizlere değil

Sisler yoğunlaştıkça hepsi yalan görünür

M. Akalın: Teşekkür ederim.

M. Sarmış: Anzılha’ya dönecek olursak…

M. Akalın: Yedi sayı sonra durduk. Ben de mesleğe başlamıştım, yeterince ilgilenemiyordum. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Naci abi ile Adil Saraç Hoca Anzılha’yı sadece şiir dergisi olarak çıkardı. Sanırım o şekilde de 18 sayı kadar çıktı.

M. Sarmış: Anzılha’nın benim hayatımda da bir hatırası var. Sizin çıkardığınız yıllarda Urfa Lisesinde öğrenciyim. Okumaya yazmaya merakım var. O çevreleri de tanımak istiyorum. Ama çok çekingenim, nasıl tanıyayım? Okula gidip gelirken özellikle Hazar Pasajından geçer, Özlem Kitapevi’nin önünde durur, vitrindeki kitapları seyrederdim. Çok istememe rağmen içeriye girmeye pek cesaret edemezdim. Derginin çıktığını görünce bir cesaret geldi. Tükenmez kalemle ve karalama usulüyle bizim sokaktaki çocukların resmini yapmıştım. Onu, bir de şiirimi bir zarfın içine koyup kapının altından içeriye attım. O sırada kapı kilitliydi. Sonraki sayıda o resmi, derginin kapağı yapmışsınız. Unutmuyorum 7. sayıydı. (Ekim 1978) Çok mutlu olmuştum tabii. Fakat kapak resmini yapan olarak adım baskıda unutulmuş, sonradan bütün nüshalara adım elle yazılmış. Hatırlar mısınız bilmem?

M. Akalın: Hayâl meyâl tartışıldığını hatırlıyorum. Dışı mavi renkliydi, sonradan iç kapağa “Çocuklarımız: Mehmet Sarmış” diye yazılmıştı.. Derginin ilk dört sayısı büyük boyutlu olarak matbaada basıldı. Sonradan para bitti ya da Naci abi öyle dedi. Son üç sayısı küçük boy çıktı. Baskısı daha kötüdür.

M. Sarmış: Herhalde…