M. Sarmış: Peki, sizin hayatınızın kronolojisine dönelim. Serbest avukatlığa başladığınızda kalmıştık. Evlilik ne zaman oldu?

M. Akalın: Ben 1979’da evlendim. Yani daha hazine avukatıyken. Eşim Lütfiye Hanım, Eğitim Enstitüsü mezunu sınıf öğretmenidir. Şimdi emekliliğini yaşıyor.

M. Sarmış: Urfalı mıdır?

M. Akalın: Evet. Babası, Urfa eski mebus ve Belediye Başkanlarından Ali Fuat Efendi’nin oğlu Kemal Bucak, annesi Azabistanağasızade Hacı Müslüm Efendi’nin kızı Necla Bucak (Alpan)’dır.

M. Sarmış: Çocuklar…

M. Akalın: 1980 ve 90 doğumlu iki oğlumuz var.

M. Sarmış: Ne yapıyorlar onlar?

M. Akalın: Büyük oğlum Eren, avukat. Küçüğünün adı da Engin. O da iletişimci. Doktorasını yaptı, Ticaret Borsasında danışmanlık yapıyor.  İkisi de Urfa’dalar, evliler…

M. Sarmış: Torun…

M. Akalın: Üç erkek torunumuz var. Kız konusunda körocak sayılırız.

M. Sarmış: Allah bağışlasın. Artık serbest avukatsınız. Sonra Baro Başkanlığınız var. 2004 ve 2008 yıllarında iki dönem…

M. Akalın: Baro, önemli bir meslek kuruluşu. İki yılda bir seçim yapılır. Meslektaşlarım beni iki dönem başkanlığa seçerek onurlandırdı.

M. Sarmış: O başkanlık dönemlerinize dair neler söylemek istersiniz. Mesela ben Kamberiye Mahallesindeki eski bir Urfa evini alıp restore ettirdiğinizi biliyorum.

M. Akalın: Baro başkanı iken önem verdiğimiz bazı konular vardı; onları kısaca anlatayım. Mesleki hareketlilikle birlikte toplumu insan hakları konusunda bilgilendirme ve aydınlatma sorumluluğunu hissettik ve o konuda çalıştık. Mesela İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile işbirliği içinde ben ve avukat arkadaşlarım okulları ziyarete gidiyor, öğrencilerle insan hakları, kadın hakları gibi konularda sohbetler ediyorduk. Öğrencilerin sorularına cevap veriyorduk. Ayrıca evlilik hukuku, tüketici hakları, günlük hayatta karşılaşacakları sorunlar, bu konuda hukuki yardımdan nasıl yararlanabilecekleri gibi konularda aydınlatmaya, yurttaşlık haklarının kullanımını kolaylaştırmaya çalışıyorduk.

O arada da Baro’ya bir yer arayışındayken bir eski Urfa evi alalım diye düşündük. Kamberiye Mahallesinde eski bir ev biraz ucuza satılıyordu. İl Müftülüğünden batıya doğru yukarı çıkarken, karakolun hemen bitiğinde. Çok güzel bir evdi. Çok güzel de restore ettik. Baronun sosyal kültürel çalışmalarında kullanmak için tabii. Şimdi ne oldu, bilmiyorum. Ayrıca o sürede kültür sanat anlamında da faaliyetlerimiz oldu. Her sene belki onlarca kültür sanat adamını davet ettik, geldiler. Komisyonlar, toplantılar, konferanslar, seminerler düzenledik.

M. Sarmış: Urfa zor bir yer. Bir yandan feodal yapının etkisi ki zamanla azalması gerekirken maalesef arttı. Öte yandan değişik güç odakları var. Devlet otoritesi ve hukuk, tarihte olduğu gibi günümüzde de Doğu’ya, Güneydoğu’ya biraz geç geliyor, zayıf kalıyor. Urfa gibi bir yerde hukuk ve adalet mücadelesi vermek nasıl bir şey? Bir avukat, bir hukukçu olarak neler söyleyeceksiniz?

M. Akalın: Eskiden, hukuk üzerinde siyasetin bu kadar baskısı yoktu. Anayasa hükmü gereği “hukuk devleti” kavramı çok önemsenirdi. Mesela bizim mesleğin yasal güvencesi vardır. Devlet protokolünde Baro başkanı en önlerdedir. Vali, Belediye Başkanı ve Garnizon Komutanından sonra Başsavcı, Adalet Komisyonu Başkanı ve Baro başkanı aynı sırada durur. Bunun sebebi Anayasa’da devletin hukuk devleti olduğunun yazılı olmasıdır. Şimdi siyasetin böyle bir kaygısı yok gibi görünüyor.

M. Sarmış: Yeri gelmişken siyaset konusuna girelim. Demin de geçmişti, kendinizi sosyal demokrat olarak mı ifade ediyorsunuz?

M. Akalın: Ben öyle demiyorum.

M. Sarmış: Demiyorsunuz, ama siyaset yaptığınız partiler öyle… DSP ve CHP… 1999’da DSP (Demokratik Sol Parti) il başkanlığınız var. Parti meclisine de seçilmişsiniz…

M. Akalın: Ben siyasetin toplum yararı ve ahlâk üzere kurulu olması arzusunda olduğum için rahmetli Bülent Ecevit’i hep ayrı bir yere koymuşumdur. Halk kendisine az oy verdiğinde “Seçmen bizi istemiyor.” deyip istifa etmeyi bilen bir adamdı. Yaşayışından dolayı da Ecevit’e saygı duyardım. Yalnız bir adamdı. Ama halk onu severdi, çünkü dürüsttü. Bir röportajından, milletvekillerinin emekli maaşlarının arttırılması için oy vermediğini, buna rağmen arttırılınca, kendisinin o artışı hiç almadığını okumuştum. Başbakan olarak da bir tane küçük Renault arabası vardı, ona biniyordu hep. Böyle gösterişsiz, sade, ahlâki değeri yüksek bir insandı. O kısa iktidar döneminde Türkiye’de kurumsal bir yapı oluşturmaya çalıştı. Mesela bugün her gece televizyonda yana yakıla şikâyet dinlediğiniz işe alımlardaki sıkıntıları ortadan kaldırmak için KPSS sistemini o getirdi. Koalisyon ortağı “Ben bunu uygulamam.” dedi. Ama KPSS 2005’e, 2006’ya kadar gayet güzel yürüdü. Sınavı kazanan, puanının yettiği yere giriyordu; son derece adil bir sistemdi. Onun liderliğindeki bir partiden siyaset teklifi gelmesi hoşuma gitmişti. Bir sene de il başkanlığı yaptım, parti meclisine seçildim. Genel Merkez ve yerel siyasetin çatışan arzuları,  gruplaşmalar, şahsî üzüntüler, genel merkez tasarruflarının, emeklerin göz ardı edilerek birlikte çalışıp partiye itibar kazandırdığımız arkadaşlardan oluşan parti örgütünde güven bunalımı yaratması mukadder ayrılığı getirdi. Partiden istifa ederek ayrıldım

M. Sarmış: Geçtiğimiz yıl, 31 Mart 2023 seçimlerinde CHP’den ikinci sıra milletvekili adayı idiniz. Yine olmadı…

M. Akalın: Siyasetin doğasıdır bu. Yıllardır çeşitli alanlarda doğduğum şehre hizmet etmeye çalışıyorum. Siyaset de şüphesiz bu hizmet alanlarından biridir. Adayların açıklanmasından önceki akşam yaşanan yoğun ikna trafiğinden sonra ikinci sıra adaylığını kabul ettim. Bütün arkadaşlar ve örgütlerimiz canla başla çalıştı. Halkın teveccühü de iyiydi, ama seçilmeye yeterli olmadı. Az önce başka bir düzlemde konuştuğumuz, devletin siyasete müdahalesi ağır bir şekilde seyretti. Siyasetin özgürleşip sivilleşmesi gerekiyor.

M. Sarmış: Sizin de dediğiniz gibi, bizde o ilişkiler eskiden beri hep sorunlu oldu. Öyle geldi, öyle gidiyor. Allah sonumuzu hayreylesin. Biz şimdi sizin diğer ilgi alanlarınıza bakalım. Az önce kendiniz de söylediniz; Naci İpek’in kitapçı dükkânında çıraklığa başladığınız küçük yaşlardan itibaren okuyorsunuz. Sonra ona bağlı olarak yazmaya başlıyorsunuz. Onlardan bahsedelim biraz.  O merak nasıl başladı? Okumanıza etki eden birileri var mı? Mesela aileden biri veya okuldan bir öğretmeniniz…

M. Akalın: Yok. Dediğim gibi Naci abinin dükkânında başladı.  Ondan önce ilkokulda Tommiks Teksas okurdum.

M. Sarmış: Ha! Onu diyorum. Bir öncesi var. O zamanlar o çizgi romanlar vardı. Tommiks, Teksas, Zagor, Kaptan Swing, daha birçokları… Bayiden yenisi satıldığı gibi sinemaların önünde sergi açıp hemen oracıkta para karşılığı okutanlar da olurdu. Meraklısı arasında değiş tokuş da yapılırdı. Ben de çok okudum onlardan. Bazı maceralarını bugün bile hatırlıyorum. Büyüklerimiz bize kızardı genellikle; bunları okumayın derlerdi. Ama demek ki onlar da kitap okuma aşkı aşılıyormuş. Demek sizinki de öyle başladı. Sonra…

M. Akalın: Naci İpek’in dükkânındaki okumalardan bahsettim. Bir de lisede okumaya meraklı bir arkadaşım vardı. Birlikte kitap seçip, okurduk, tartışırdık. Nerdeyse her gece bir kitap bitirirdik.

M. Sarmış: Kimdi o arkadaşınız?

M. Akalın: Zikrullah Kırmızı. Az önce dedim ya, liseler arası bilgi yarışmasına birlikte katıldığımız arkadaşımız.

M. Sarmış: Neler okuyordunuz? Söylemek ister misiniz?

M. Akalın: Dünya klasikleri… Seri yapıyorduk. Mesela İngiliz edebiyatı, Fransız edebiyatı, Rus edebiyatı… Başlayıp devam ediyorduk.

M. Sarmış: Kütüphaneden ödünç mü alıyorsunuz? Satın mı alıyorsunuz?

M. Akalın: Onun babası trafik komiseriydi, harçlığı çoktu. Ben diyelim günlük bir lira harçlık alırken, arkadaşım beş lira alıyordu. Kendisi de kitap alır, kitap biriktirirdi. Ben zaten kitapçıda çalıştığım için o dönem kitap almama gerek yoktu, istediğim kadar okuyabiliyordum. Eve götürüyor, okuyor, geri getirip başka birini alıyordum. Birbirimizle de hep kitaplar üzerine konuşup tartışıyorduk.