DOKUZUNCU BÖLÜM
Yeniden Atatürk Mahallesi tarafına geçtim. Şimdi sağım Hızmalı Mahallesi, solum Atatürk Mahallesi, ortada Meteoroloji Caddesi.
Solda köşede Dedeman Oteli yükseliyor. 2007'de açılan beş yıldızlı otelin 133 odası ve 266 yatak kapasitesi bulunuyor. Geçmiş yıllarda burada düzenlenen çeşitli programlara katılmıştım. En sonuncusu uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili idi. Bazı bağımlılar ve aileleri de katılmıştı. Çıkışta annesi ile birlikte yanıma gelen gencin masum yüzü, annesinin çaresizliği halen gözlerimin önünde… İçim parçalanmıştı. Otel, yenileme çalışmaları dolayısıyla temmuz ayından beri kapalı. Yerinde daha önce güzel bir taş evin olduğunu duymuştum.
Meteoroloji Caddesinin sol tarafında boydan boya çeşitli dükkanlar sıralanıyor. Devlet Hastanesi burada iken çoğu eczane idi. Hastane ile beraber başka yerlere taşındılar, şimdi bir iki tanesi kalmış. Aralarında ne olduğunu bilmediğim kesme taştan demircağlı beş penceresi olan bir yapı var.
Yolun sağ tarafı boydan boya hastane alanı. Buraya ilk olarak 1903 yılında bir hastane binası yapılmış. Devrin Urfa Mutasarrıfı Ethem Bey, inşasına o sırada İttihatçılıktan dolayı Urfa'da sürgünde bulunan Mekteb-i İdadi Müdürü İhsan Şerif'i görevlendirmiş. Şerif Bey, canla başla çalışarak inşaatı 11 ayda bitirip hizmete açılmasını sağlamış.
'Kesme taştan U planında, iki katlı olarak inşa edilen bu eser, güney cephesindeki sütunlar üzerine oturan balkonu ve bina köşelerindeki zarif sütunçeleriyle geleneksel mimari unsurların modern mimariye uygulandığı Urfa'daki en eski ve en güzel örneklerdendir.' (Cihat Kürkçüoğlu, Urfa, Fotoğraflarla Evvel Zaman içinde', s.550)
Gureba'ya (gariplere, kimsesiz ve yoksul insanlara) ücretsiz olarak sağlık hizmeti vermesinden dolayı o dönem devletin açtığı hastanelere genel olarak Gureba Hastanesi deniliyor. Urfa'daki bu hastanenin ismi ilk taslağında 'Zükur ve İnas Gureba Hastahanesi' (Erkek ve Kadın Garipler Hastanesi) olarak geçiyor. Sonradan Sultan İkinci Abdülhamid'in emriyle yapıldığı için 'Hamidiye Hastanesi' diye adlandırılmış. Hastanenin kurulmasından hemen sonra Urfa İsviçre Hastanesi'nde tabiplik görevinde bulunan Dr. Fischer başhekimlik görevine atanmış. Hekim ihtiyacını gidermek amacıyla da İstanbul'dan Op. Dr. Radilis Efendi adlı genç bir Rum cerrah getirilmiş. Onun sayesinde Urfa'da ilk defa fıtık ameliyatları gerçekleştirilmiş. 1909 tarihinde ise Şam Belediyesi'nde hekimlik görevinde bulunan İbrahim Hakkı Efendi adlı bir operatör görevlendirilmiş. (Mustafa Dağ, 'Cumhuriyetin İlk Yıllarında Urfa'da Sağlık Kurumları', Şehir ve İrfan Dergisi, 2017, Sayı 5, s.42-43)
Hastane, Cumhuriyet Döneminde de hizmet vermeye devam etmiş. Uzun zaman şehrin tek sağlık kuruluşu olarak kalan hastane halk arasında 'Memleket Hastanesi' olarak anılıyormuş. 1945 yılında ise ülke genelindeki uygulamaya bağlı olarak 'Urfa Millet Hastanesi' olarak adlandırılmış. Sonraları da 'Devlet Hastanesi' olmuş.
O eski binaya 1962 ve 1972 yıllarında üçer katlı iki bina daha eklenmiş. Bir süre sonra bir de acil bölümü eklenerek bina sayısı dörde çıkarılan hastane 2004 yılına kadar burada hizmet vermiş. Fakat artık şehrin ihtiyaçlarına cevap vermediği için Esentepe'de yeni bir bina yapılıp 14 Mart 2004 tarihinde hizmete girince burası bir süre Çocuk Hastanesi olarak değerlendirilmiş, sonra da betonarme binalar yıkılmış. Bir tek Osmanlı zamanında yapılan o ilk bina kalmış. Şimdilerde 'Eyyübiye Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi' olarak hizmet veriyor.
Esentepe'deki yeni hastane binası 500 yataklı olduğu için halk arasında 'Beş Yüz Yataklı Hastane' olarak tanınıyor. Resmi adı 'Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi'.
Bir de Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi var. 1992 Yılında kurulmuş. Sağlık Bakanlığı ile yapılan bir protokol çerçevesinde, buradaki Devlet Hastanesinin bir kısmı Fakülteye tahsis edilmiş ve gerekli onarım ve tadilattan sonra 1994 yılında Araştırma ve Uygulama Hastanesi olarak hizmet vermeye başlamış. 1995 yılında 20 öğrenci alarak eğitim ve öğretime başlamış olan fakülte, 2001 yılında ilk mezunlarını vermiş. 2007 yılında Yenişehir Kampüsünde bulunan poliklinik binası ek hizmet binası olarak devreye girmiş. Fakülte ve ona bağlı Araştırma ve Uygulama Hastanesi 2016 yılında Osmanbey Kampüsündeki şimdiki binasına taşınmış.
Aradan geçen süre içinde sağlık alanında birçok değişiklikler oldu, şehir merkezinde ve ilçelerinde birçok yeni hastane açıldı, özel hastaneler yaygınlaştı. Şimdilik en büyüğü 2016 yılında Eyyübiye İlçesinde hizmete giren 800 yataklı 'Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi'. Temelleri atılan Şehir Hastanesinin inşaatı devam ediyor. Fakat mevcut durum sayı ve kalite bakımından Urfa'nın ihtiyacını karşılamaktan çok uzak. O yüzden maddi durumu müsait olanlar ciddi hastalık durumunda, başta komşumuz Gaziantep olmak üzere büyük şehirlere gitmeyi tercih ediyor.
Tel örgüler boyunca ilerlerken bu boş alanın hastane olarak kullanıldığı zamanları düşündüm. Çeşitli vesilelerle çok gelip gittim. Annemi çok getirip götürdüm. Kaç sefer yatmak zorunda kaldı? En son buradan Adana Balcalı'ya sevk ettiler, gittiğimiz gün orada vefat etti. (5.9.1996) Babam da burada ameliyat oldu. Beşinci çocuğumuzu, henüz 2-3 yaşında iken annesiyle beraber yıllarca buraya tedavi ve kontrole getirdik.
120 yıl boyunca kim bilir kaç kişi tedavi olmak için buralara geldi? Kaç hasta ve hasta yakını sabahlara kadar acı içinde kıvrandı? Kaçı şifa buldu, sevinçle ayıldı? Kaçı hayata gözlerini yumarken sevenlerinin gözlerini yaş içinde bıraktı? Burada her biri edebi bir esere dönüşebilecek ne hikayeler yaşandı? Şimdi o hikayelere şahitlik eden o odalar, o duvarlar yok. İçinde yaşayanların çoğu gibi o da tarihin derinliklerinde bir daha hatırlanmamak üzere kaybolup gitti. Ne garip dünya, ne garip hayat! Ve bu garip dünyada, bu garip hayatı yaşamak zorunda olan zavallı insanlar! Böyle düşüncelere dalınca ki eskiden de olurdu, fakat son zamanlarda sık sık oluyor, kendimi gerçekten aciz, zavallı, koca dünyada yapayalnız hissediyorum. Bu da bana derin bir hüzün veriyor.
Eski ana kapısından bahçeye girdim. Önce yeniden yıkılan binaların tarafına baktım. Şimdi dümdüz edilen bu alanda 150 yataklı bir semt hastanesi yapılması düşünülüyormuş. Yine hastane yapılacak olması çok isabetli bir düşünce. Bazı yerler halkın zihninde ilk yapıldığı işlevi ile kalıyor. Hayatın, dahası kültürün bir parçası oluyor. Tarihe o yanıyla kaydediliyor; edebiyata, sanata o şekilde konu oluyor. Bu yüzden çok, hatta mümkünse hiç o zihinsel kodlarla oynamamak lazım. Burası da halkın zihninde hep hastane olarak kalmış, kalmaya da devam etsin.
Daha sonra hala hizmet vermeye devam eden o taş binaya yaklaştım. Önce dışında dolaştım. Sonra da içine girdim. Dışı gibi binanın içi de gerçekten çok güzel. Daha önce birçok defa girip çıktığım için her tarafına biraz aşinayım. Hizmetin ve teknolojinin gerektirdiği ufak tefek rötuşlar dışında her şey hatırladığım gibi. Çok sayıda hasta olduğu için rahatça dolaşamadım ve istediğim kadar fotoğraf çekemedim. Buna rağmen beni fark eden görevliler müdahale ettiler. Gazeteci olmadığımı ve fotoğrafları ne amaçla çektiğimi söylesem de, bunun için izin almam gerektiğinde ısrar ettiler, fakat ben ısrarcı olmayıp dışarı çıktım.
Hazır hastaneden söz açılmışken başka bir tarihi eserden daha söz etmek istiyorum. Bağlarbaşı Mahallesinde ve İpekyol Caddesi üzerinde bulunan Sağlık Müdürlüğü sınırları içinde kalan bina, Ermenilere yönelik eğitim, sağlık, finansal ve toplumsal konularda çalışmaları olan American Boards of Comissioner for Foreign Mission'ın (Amerikan Yakın Doğu Yardım Komisyonu)adlı bir misyoner kuruluşu tarafından 1900'lerin başında yetimhane olarak inşa edilmiş, Komisyonun Urfa temsilcisi Mary Caroline Holmes de buraya müdire olarak görevlendirilmiş. Mis. Holmes 'Urfa'da Ermeni Yetimhanesi 1919-1921' adlı bir kitap da yazmış. Vedii İlmen tarafından Türkçeye çevrilip 2017 yılında yayınlanmış.
Bina 1920'li yılların başlarına kadar Ermeni Yetimhanesi olarak kullanılmıştır. Urfa Kurtuluş Savaşı sırasında yapılan anlaşmaya göre binaya beyaz bayrak çekilmiş ve savaş dışı sayılmıştır. Ancak kuvvetlerimiz Fransızların konuşlandığı Karalök'ün Bağı'na hücuma geçince bu binadaki Ermeniler tarafından kendilerine yan ateş açılmış ve bazı milislerimiz şehit edilmiştir. Komutanımız Ali Saip Bey, Ermeni Yetimhanesi Müdiresi Miss Holmes'e bir yazı yazıp durumu protesto etmişse de Yetimhane'den ateş açıldığı iddiası inkar edilmiştir. (C. Kürkçüoğlu, 'Urfa Fotoğraflarla Evvel Zaman İçinde', s.553)
Cumhuriyet Döneminde askeri personelin sağlık ihtiyaçlarını karşılamak üzere 60 yataklı bir hastane açılmasına karar verilmiş, 1925 yılında Baştabibliğine İzmir Jandarma Okulu Baştabibi Binbaşı Ali Rıza Bey atanmıştır. O günün şartlarında yeni bina yapmak çok maliyetli olduğu için mevcut olanların arasında araştırma yapılmış ve o sırada metruk durumda olan söz konusu ettiğimiz binada karar kılınmıştır. Savaşlar ve aradan geçen süre sebebiyle binanın büyük çoğunluğu tahribata uğradığından onarımı için Dr. Ali Rıza Bey'in girişimleriyle bir müsamere gerçekleştirilmiş, buradan toplanan yardımlarla büyük bir kısmı onarılmış ve hizmete girmiştir. (Ferhat Tok, 'Urfa Askeri Hastanesi', Şehir ve İrfan Dergisi, 2017, Sayı 5, s.120)
Binanın 1933'ten itibaren bu sefer 15-20 yatak kapasitesi ile 'Trahom Mücadele Hastanesi' olarak hizmet vermeye başladığını görüyoruz. Çok tehlikeli bir göz hastalığı olan ve tedavi edilmediği takdirde körlüğe sebebiyet veren trahom, o yıllarda özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde çok yaygındır. Adıyaman için kullanılan 'Körler Diyarı' deyimi hastalığın hangi boyutlara ulaştığının göstergesidir. Siverek, 1932 yılında yapılan trahom endeksine göre yüzde 80'lik oranla, en yüksek trahomlu oranına sahip Besni'nin (yüzde 85) ardından ikinci sırada gelmektedir. Urfa merkezdeki oran ise nüfusun yüzde 60-70'leri civarındadır. Bu yüzden hastalıkla büyük bir mücadeleye girişilmiş, bu mücadelenin Urfa'daki merkezi de adı geçen hastane olmuştur. Ancak buna rağmen, yoksulluğun çok, suyun az, temizlik bilincinin zayıf, sağlıkla ilgili batıl inançların yaygın olduğu Urfa'da trahom tehlikesi devam etmiştir. Öyle ki 1940'lı 50'li yıllarda Urfa merkezdeki sekiz ilkokulun dördü trahomlu çocuklara tahsis edilmiş, kayıt sırasında istenen evraklar arasına göz sağlığı raporu da eklenmiştir. (Doç. Dr. Hamdi Doğan, 'Urfa'da Trahom Salgını', Şehir ve İrfan Dergisi, 2017, Sayı 5, s.64-65)
1950'lerde trahomla mücadelenin Urfa'daki sembol ismi Dr. Adnan Sayrun'dur. O sırada Adnan Bey Urfa'daki tek göz doktorudur. 1949 Yılında İstanbul'dan gelip 12 yıl boyunca aşkla şevkle çalışmıştır. Mücadelesini sadece merkezde yapmamış, ilçeleri ve köyleri de bizzat dolaşarak bütün ile yaymıştır. Trahom öğrenciler arasında da yaygın olduğu için okulları da ziyaret ederek çocukların gözlerini bizzat muayene etmiş, bu arada sürekli olarak temizliğe özen gösterilmesini istemiş, yüzünüzü yıkarken gözünüze sabun kaçırın tavsiyesinde bulunmuş, lüzum gördüklerini de tedaviye almıştır. Tedaviyi hem görevli olduğu, o sırada Yusuf Paşa Camii'nin kuzeyindeki Beyaz Sokak'ta yer alan ve dispanser olarak kullanılan taş binadaki dispanserde, hem Vezir Hamamı'nın arka tarafındaki özel muayenesinde sürdürmüştür. Tanıyanlar, İstanbul'da büyümüş, okumuş, ihtisas yapmış olmasına rağmen o günün Urfa'sında çok yaygın olan mahrumiyetlere aldırmadığını, işine son derecede özen gösterdiğini, nazik tavrı, güler yüzü ve babacanlığı ile herkesin saygı ve sevgisini kazandığını söylüyor. (Mehmet Hulusi Öcal, 'Yarım Asır Önceki Urfa'da Bir Tıp Mücahidi', Hizmet Gazetesi, 27.10.2005) Dr. İhsan Barlas'ın, 1961 yılında Urfa'dan ayrılması dolayısıyla yazmış olduğu bir yazıdaki şu cümlesi, onun Urfalılara olan hizmetinin özet bir ifadesidir: 'Bugünkü Urfa eğer 25 sene öncesinin körler memleketi değilse, bunda Doktor'un emek payı gerçekten büyüktür.' ('Bir Dostu Uğurluyoruz', Karakoyun Gazetesi, 26.06.1961, 'Dünden Bugüne', İstanbul, 2011, s.69)
1977 yılında İstanbul'da vefat eden Dr. Adnan Sayrun'u tanıyınca Urfa'nın ona büyük bir vefa borcu olduğunu ve adının uygun bir yerde yaşatılması gerektiğini düşündüm. Hangi meslekten olursa olsun görevini böyle aşkla şevkle yapan ve yaparken de insani ilişkilerini sevgi ve saygı çerçevesinde sürdüren, ve bunun tabii bir sonucu olarak sevilen sayılan insanlara gıpta ediyorum. Ne mutlu ki tarihin her döneminde böyle insanlar olagelmiş.
Fakat trahom eskisine göre azalsa da bitmemiş. Benim ilkokulda olduğum 1970'lerin başında her yıl ikişer defa okullar taranırdı. Sonradan adının Ahmet Toker olduğunu öğrendiğim, her zaman takım elbiseli ve kravatlı olan bir sağlık memuru gelir hayret edilecek bir hızda göz kapaklarımızı dışa çevirip hastalık mikrobunu kapıp kapmadığımızı anlardı. Toplum bilinçlenip temizlik anlayışı geliştikçe, birçok başka hastalık gibi trahom da çok azalıp bir tehlike olmaktan çıkmıştır.
Ermeni Yetimhanesi'nden söz ederken konu nerelere geldi? O binanın uzunca bir süreden beri İl Sağlık Müdürlüğü tarafından idari işlerde kullanıldığını belirtip bu faslı kapayalım.