M. Sarmış: Peki. Hayatının kronolojik tarihini bitirmiş olduk. Şimdi geriye dönelim. Okuma yazma aşkı nasıl başladı? Kimlerin etkisi oldu ya da oldu mu? Arada biraz geçti, ama ben bağımsız bir bölümde ve biraz daha detaylı olsun istiyorum.
    
M. Kurtoğlu: Okumaya daha ilkokulda iken meraklı idim. Cin Ali'ler, diğer çocuk kitapları filan… 79'da İmam Hatip'e başladığımızda daha 12 Eylül olmamıştı, az önce dediğim gibi idealist hocalarımız vardı. Her derse giren hoca mutlaka kitap tavsiye ederdi. İlk okuduğum kitaplardan biri yasaklı bir kitaptı. Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Bir Nesli Nasıl Mahvettiler" kitabı… Hoca hem okuyun diyor, hem de yasaklı olduğunu söylüyor. "O kitabı hemen okumam lazım." dedim. İlk fırsatta Dergâh Kitapevine gittim.

 Bilirsiniz, sahibi Rahmetli Abdülkadir Özen. Kitabın adını söyleyince önce "Bizde yok" dedi. Ben diğer kitaplarla ilgilenmeye başladım; o da beni arkadan inceliyor. Kitapevi'nin bir de arka tarafı var. "Yeğen, nerede okuyorsun?" diye sordu. "İmam-Hatip'te." dedim. "Hangi hocanız o kitabı tavsiye etti?" dedi. Demek ki biliyormuş. Filanca hoca dedim. Birkaç soru daha sordu. İyice emin olduktan sonra "Bende o kitaptan bir tane var" dedi. "Ama kimseye gösterme.  Yasak bir kitaptır. Sen İmam-Hatip'li olduğun için veriyorum." Arka tarafa gidip kitabı getirdi. Gömleğimin içine koydum. Hemen o gece okuyup bitirdim Zaten ince bir kitaptı. Yani böyle hocalar kitap tavsiye edince alıp okuyordum. 

 Mesela Sami Aslan'ın "Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı" kitabı. Onun gibi başka birçok kitap. Okuma alışkanlığı böyle başladı. O dönemde müthiş bir tercüme faaliyeti var. İslam dünyasında çıkan hemen hemen her kitap anında tercüme edilip yayınlanıyor. Seyyit Kutup, Mevdudi, Yusuf El-Kardavi, Ali Şeriati, Muhammed Abduh, Fethi Yeken ve diğerleri… Özellikle İhvan-ı Müslimin'e bağlı ne kadar Arap yazar varsa bunların eserleri… Hocalarımız tavsiye ediyordu, biz de okuyoruz. 

Tabii alışınca kendimiz de ne bulursak alıp okuyoruz. Bir de Türkçe ve edebiyat hocalarımızın tavsiye ettiği kitaplar var. Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü gibi Türk klasikleri… Ortaokul böyle geçti. Lisede de dini kitaplar okumaya devam ettim. Nadire Güneş isimli edebiyat hocamızın etkisinden de az önce söz ettim. Yine Ali Şeriati'nin bir kitabında rastladığım Batılı yazarlarla beraber Batı klasiklerini keşfettiğimi de anlattım.

M. Sarmış: Yazmaya nasıl başladın?
    
M. Kurtoğlu: İlk şiirimi orta 1. sınıfta yazdım. Sanıyorum Orman Haftasıydı. Hocalarımız öğrencilerden yazı ve şiir istiyordu. Oturup ağaçla ilgili bir şiir yazdım. Sonra baktım panoya asmışlar. O kadar. Yazmaya devam etmedim, ama okumalarım devam ediyordu.    
Şiirle esas temasım orta 2. sınıfta oldu. Bekir Urfalı'nın (Bekir Kaplantaş) küçük kardeşi Hacı, benim abimin çok samimi arkadaşıydı. Cengiz Topel Okulunun yanında bir dükkân açmıştı. Bazen öğlen arasında oraya gidip yemek yiyordum. 

Bir gün Bekir geldi. O zamanlar pek tanımıyorum. Elinde büyük bir defter. Fotokopi kâğıtlarına şiirlerini yazmış, ciltlemiş. Getirip kardeşine bıraktı. Daha sonra o defteri elime alıp baktım. Beyaz kâğıtlara mürekkepli kalemle özenli bir şekilde yazılmış. Hepsi aşk şiiri… Hoşuma gitti. Özendim. Keşke benim de böyle bir defterim olsa diye düşündüm. Sonra benim bir dayım oğlu var. Okulda çok tembel. Bir gün bana "Ayşem" diye bir şiir okudu. "Ben yazdım." dedi. Sevgilisine yazmış. Yalan da söyler. Kendisi mi yazmış, başkasından mı almış, bilmiyorum. Çok da güzel bir şiir. Dedim "Bu tembel şiir yazıyor, ben niye yazamıyorum?" Başladım ben de kendi kendime yazmaya. 

Tabii aşk şiiri değil; hepsi dini şiirler, dava şiirleri… Şiire de öylece başlamış oldum. Lise 1. sınıfta edebiyat dersimize Nadire Güneş isimli bayan bir öğretmen geldi. Öğretmenliğe yeni başlamış, çok idealist bir öğretmen. Henüz çok genç, 22 yaşında, Çerkez. Böyle üfürsen uçacak gibi zayıf. Daha ilk dersinde, sınıfı tanımak için "Bir dahaki hafta herkesten bir hikâye yazmasını istiyorum." dedi. Ertesi hafta oldu. Edebiyat dersi öncesi baktım, herkesin elinde bir hikâye var. Ben unutmuşum yazmayı. Hemen bir köşede oturup bir A 4 kâğıdına "Güvercin" adlı bir hikâye yazdım. Nasıl bir ilham geldiyse artık; 10 dakikalık teneffüs içinde yazdım, bitirdim.

M. Sarmış: Dinî bir hikâye mi?
    
M. Kurtoğlu: Yok, çocuksu bir hikâye. Neyse… Derse girdik. Hoca kim yazdı, kim yazmadı, kontrol ediyor. Bazı arkadaşlar, nasılsa hocamız bilmez diye Arapça kitabındaki hikâyelerin tercümesini yazmış. Okuyunca hoca her biri için, onu buradan almışsın, şunu şuradan almışsın, şu şöyle, bu böyle gibi şeyler söyledi. Sıra bana geldi. Okudum. Heyecanlandı. "Çok güzel! Çok güzel!" dedi. "Sen mi yazdın? Bir yerden almadın değil mi?" diye sordu. "Ben yazdım." dedim. 10 puan verdi. "Çok güzel yazıyorsun. Devam et." dedi. Öylece hocanın gözüne girdim. Artık bana farklı davranmaya başladı.

M. Sarmış: Öğretmen çok önemli. İşte böyle ufak bir teşvik, biraz ilgi, iltifat, öğrencilerin yeteneğini keşfetmesine sebep oluyor, onları yönlendiriyor, özgüven kazandırıyor. Bu sayede her alanda birçok yetenek ortaya çıkıyor.
    
M. Kurtoğlu: Haklısın. Ama ben şiir yazdığımı arkadaşlarımdan da hocalarımdan da hep gizledim.  Mesela o hocam şiir yazdığımı, son sınıfta Milli Gazete'de yayınlandıktan sonra öğrendi. "Haberin Var mı" başlıklı bir şiir. Hoca "Getir bakayım." dedi. Göstermeye utanıyordum. 

M. Sarmış: Bu arada yazdığın şiirleri gazeteye gönderdiğini öğrenmiş oluyoruz. Kim yardımcı oluyor?
M. Kurtoğlu: Kendim gönderiyordum. Böylece ilk şiirim yayınlanmış oluyordu. O lise 1'de yazdığım "Güvercin" hikâyesini de Milli Gazete'ye gönderdim, yayınlandı. İlk yayınlanan hikâyem de odur. Bir denemem de aynı gazetede yayınlandı. Yayınlanan ilk şiirim, ilk hikâyem, ilk denemem; üçü de İmam Hatip son sınıfta. 1986…

M. Sarmış: Sonra nasıl gelişti?
    
M. Kurtoğlu: O çalışmalar yayınlanınca insana heves geliyor. Beş altı yazı gönderiyorum, bir iki tanesi yayınlanıyor. Gazeteden sonra dergilere göndermeye başladım. 

M. Sarmış: Hangi dergilere?
    
M. Kurtoğlu: Mesela Sahabe diye bir dergi. Haftalık Vahdet Gazetesi'nde bir iki yazım yayınlandı. Manisa'nın Salihli ilçesinde yayınlanan "Bizim Ece" adlı bir dergide birkaç şiirim çıktı. Öyle çeşit çeşit dergi ve gazetede yazı ve şiirlerim yayınlanmaya başladı. 

M. Sarmış: Köşe yazarlığı nasıl başladı?
    
M. Kurtoğlu: Veysel Polat İstanbul'dan gelmişti. Üniversiteden arkadaşım Mehmet Hazar kendisiyle tanışıyormuş. Bir gün bana gelip, "Arkadaşlar bir gazete çıkaracaklar, sen de yazı ekibinde yer al." dedi. "Olur." dedim. Kendisi de yazacak. Zaten Basın Yayın mezunu. Veysel Beyle İstanbul'dan tanışıyorlar. Beni de tanıştırdı. GAP Gündemi yayın hayatına başladı. Ben tabii dergicilikten geldiğim için o zamana kadar hiç gazete yazısı denememiştim. Genelde dergiler için iki, üç, dört sayfalık yazılar yazmıştım. 

GAP Gündemi'nin ilk sayısına Garaudy ile ilgili üç sayfalık bir yazı verdim. Veysel Bey "Gazete yazısı böyle olmaz, kısa olması lazım." Dedi, yazımı ikiye bölerek yayınladı. Gazetenin ilk sayısından itibaren yazmaya başladım. Genelde uzun yazılardı. İkiye bölerek yayınlıyorduk. Bazen küçük puntolarla tek sayfa yapıyordu Veysel Bey. Böylece yaza yaza bir köşe yazısı nasıl yazılır öğrenmeye başladım. 

M. Sarmış: Başka gazetede yazdın mı hiç?
    
M. Kurtoğlu: Vakit Gazetesine de gönderiyordum. Ama ayda bir, iki ayda bir. Mesela hatırlıyorum Erdem Beyazıt'ın şiir kitabı çıkmıştı. Onunla ilgili iki sayfalık bir yazı yazmıştım; aslında dergi yazısıydı; gazetede yayınlandı. Tatlıses ve Orhan Pamuk ile ilgili bir yazım Milli Gazete'de yayınlanmıştı. Vakit gazetesine röportaj gönderdim. GAP Gündemi'nde müstakil köşem vardı; düzenli yazılar yazıyordum. Tabii yerel bir gazete olunca gündemime Urfa da girdi. Fakat gazeteden önce benim gündemime Urfa'nın girmesi Harran Dergisi ile oldu.