ALTINCI BÖLÜM
M. Sarmış: Peki, dergi konusuna geçelim. Birçok dergide yazmışsınız veya çıkarmışsınız veya ekibe dâhil olmuşsunuz. Neler var orada?
A. Saraç: Harran Dergisi var.
M. Sarmış: Ondan biraz söz eder misiniz?
A. Saraç: Harran Kitapevi var, bahsetmiştim. O sırada GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) gündeme geldi. Urfa'ya su gelecek. Harran'dan bereket fışkıracak. Tahıl, sebze, meyve yetişecek. Her gün yüzlerce tır havaalanına ürün taşıyacak. Arkasından Urfa'nın nüfusu 3 milyonu bulacak. Bu 3 milyon ifadesi çok önemli. O zaman Urfa'nın nüfusu 150-200 bin. 3 milyona yükselmesi için doğum oranının çok fazla olması lazım. Böyle bir şey de söz konusu değil. Bunun anlamı ne? Urfa dışarıdan göç alacak. Türkiye'nin her tarafından buraya işçi gelecek. Buraya yerleşecekler, ekmek kazanacaklar. Urfa yabancılaşacak. Bizim sevdiğimiz, sevgilimiz Urfa yabancılaşacak. Buna nasıl engel olabiliriz? Ya Urfa'nın yabancılaşmasına göz yumacağız ya da gelen yabancıları Urfalılaştıracağız. Bunun için ne lazım? Bir üst kültür lazım. Bu üst kültür Urfa'da var. Yaşama kültürü. Yemeğinden eğlencesine kadar, doğumundan ölümüne, ağıtına kadar, evlenmesinden bilmem neyine kadar Urfa'yı her konuda tanıtacağız.
M. Sarmış: Yani arkadaşlar olarak kafa kafaya verdiniz, bütün bunları günlerce düşünüp tartıştınız ve dergi bunun sonucunda çıktı?
A. Saraç: Evet, dergi bunun sonucunda çıktı. İçinde Urfa kültürü ile ilgili her şey vardı.
M. Sarmış: Aynı ekip mi? Saydıklarınıza ilave olarak Mahmut Karakaş, Cihat Kürkçüoğlu, Müslüm Akalın'ı da sayabilir miyiz?
A. Saraç: Mahmut Karakaş, evet. Cihat Kürkçüoğlu ve Müslüm Akalın yazar olarak katıldı aramıza. Onlar "Harrancı" değildir. Daha birçok isim vardır. 1977'de çıkmaya başladı. 80'e kadar iyi gitti. Aylık olarak çıkıyordu. Bazen maddi imkânsızlık yüzünden iki ayda bir de olurdu. 12 Eylül gelip dernekler kapatılınca bizim derneğimiz de kapatıldı. O dönem bittiği zaman da bizde o heves kalmadı. Maddi imkân da kalmadı. Urfalıların tabiriyle iki yakamız bir araya gelmedi. Ondan sonra aralıklarla 97'ye kadar devam etti. Toplam 57 sayı çıktı. Bu arada yazar ve yönetici kadrosuna yeni arkadaşlar da katıldı. Bir müddet Rahmetli Seyit Ahmet Kaya yükü omuzladı. Bizlerde o eski heves kalmadı. Yeni döneme siyaset hâkim oldu. Siyasette kim vardı? Silah vardı. Para vardı. Adam vardı. Bizimse silahımız da yok, paramız da yok, adamımız da yok. Ne işe yararız anlamıyorum.
M. Sarmış: Bugün de değişen bir şey yok galiba.
A. Saraç: Evet, hâlâ öyle.
M. Sarmış: Harran dışında başka hangi dergiler vardı? Anzılha var bildiğim kadarıyla.
A. Saraç: Anzılha Dergisinin ikinci dönemini şiir dergisi olarak Naci İpek'le beraber çıkardık. Yayın yönetmeni bendim. Benim bir girişimim oldu. Devrin ünlü mizah dergisi "Gırgır"a bir ilan verdik. Şiir dergisi çıkaracağız diye… Bir ay içinde 2500 mektup geldi.
M. Sarmış: Gırgır okuyucuları göndermiştir. Dünya görüşü size ters değil mi?
A. Saraç: Olsun. Biz şu sloganla çıktık: Türkiye'nin sağı veya muhafazakâr kesimi solun yazdığı güzel şiirleri okuyamıyor. Onlar da bu tarafınkini okuyamıyor. Biz insanlara sağı solu değil, şiiri tanıtacağız dedik. Yani her kesime hitap etsin. Öyle başladık ve tuttu. Aşağı yukarı 18 sayı çıktı. Daha sonra işi matbaacılığa dökülünce zaman bulamadık, o şekilde o da bitti.
Bu arada "mim" diye bir mizahi dergi çalışması başlattık. Niçin "mim"? Hani "mim koymak" diye bir deyim vardır ya, oradan. Hem o anlama geliyor hem de "Mizah İcat Merkezi"nin kısaltması. Fakat çıkmaya zaman bulamadık. Naci İpek'ten ayrıldık. O iş de havada kaldı.
M. Sarmış: Gelelim yayıncılık faaliyetlerinize… Öz-Dal Matbaacılık var.
A. Saraç: Ben "Dal Yayıncılığı" kurdum. Sonra Naci İpek Bey birlikte bir gazete çıkaralım deyince birleştik. Adımız da onun Özlem Kitapevi'nden dolayı adı "Öz-Dal Yayıncılık" oldu.
M. Sarmış: Hangi kitaplar yayınlandı?
A. Saraç: Dal Yayıncılıktan Mahmut Karakaş'ın "Şanlıurfa Kitabeleri" kitabı çıktı. Bedri Alpay'ın "Şanlıurfa Şairleri" kitabı çıktı. Hâlâ yeri doldurulabilmiş değil. Ondan sonra benim "Urfalı Şair Abdi" kitabı çıktı. Benim "Şanlıurfa Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü" kitabım çıktı. Son olarak da İbrahim Halil Çelik'in transkribe ettiği, benim de bilimsel bir tanıtım yazısı yazdığım "Yaşar Nezihe Hanım" kitabı çıktı. Toplam 5 kitap yayınlandı.
M. Sarmış: Buradan sizin eserlerinize gelelim. Benim tespit ettiğim dört kitap var.
A. Saraç: Evet. İlk kitap demin geçtiği üzere 1987'de Dal Yayıncılık'tan çıkan "Şanlıurfa Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü". Hemen ardından yine Dal Yayıncılık'tan "Urfalı Şair Abdi (Hayatı, Sanatı, Eseri)". 2013 yılında İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından "Kürkçüzade Osman Remzi, Sergüzeşt-i Mâzî Yahut Vamık u 'Azra" adlı eserim yayınlandı. Son olarak da 2018 yılında Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından 6 cilt halinde bastırılan "Tanıklarıyla Urfaca Urfalıca". Bu eserde Urfalıca'nın dilbilgisi ve sözlüğünün yanı sıra, Urfalıların kullandığı deyimler, dualar, beddualar, mani ve hoyratlar, köy isimleri, aile isimleri ve meslekler yer alıyor.
M. Sarmış: Toplam dört kitap. Bunların haricinde, bir önceki konuşmamızda sizden duyduğum önemli bir çalışmanız daha var. Ondan ve akıbetinden söz eder misiniz?
A. Saraç: Evet, bir beşinci kitap vardı, gümbürtüye gitti. Elimde Urfalı şairlerin şiirlerinden oluşan büyük bir koleksiyon var. İçinde gazeller var, kasideler var, terci-i bendler, terkib-i bendler var, müfretler var, berceste mısralar, şarkılar, mevlitler var, vs. vs. Bunları değerlendireyim dedim. Urfa'da "Divan Şiiri" denildiğinde ne anlaşılmalı? Çünkü Divan Edebiyatı, medrese şiiri. "Saray edebiyatı" diyorlar, ben inanmıyorum ona. Urfa'da ne saray var, ne de bir şey. Mutasarrıflık. Sancak beyliği. Son zamanlarda Halep'in bir kazası. Peki, bu şiir niye burada gelişmiş? Bunun araştırmasını yaptık. Sonuçta "Urfa'da Divan Şiiri" adı altında aşağı yukarı 80 sayfalık bir yazı hazırladım. 90 sayfa kadar da genel Divan Şiiri hakkında görüşlerimi yazdım. Orijinal görüşler. Çoğu insanın söylemediği, söylemek istemediği, gizlediği veyahut da işine gelmeyen şeyler. Divan şiirinin konuları, özellikleri… Bunların arkasına da şairlerin adları, yaşadıkları yıllar, şiirleri… Toplamda 700 sayfalık bir kitap oldu. Pandemi döneminin en önemli eserlerinden biri. Bir gün bilgisayarımı açmak istedim, açamadım. Çökmüş. Araştırdık, uğraştık, didindik ama geri getiremedik. Bir bilgisayarcı yüzde 50'sini getirdi ama o da karışık olduğu için işe yaramadı. En büyük hatam da yedeğini almamış olmak. Hasılı kelam, kısmet değilmiş deyip bıraktık. Yeniden yazmayı da göze alamadık. Daha doğrusu o şiirleri bulurum o orijinal 170 sayfayı yeniden yazamam. Evde kapalı kalmanın verdiği hınçla yazmıştım. Biraz da Divan Edebiyatını yanlış değerlendirenlere öfke kusmuştuk.
M. Sarmış: Çok yazık olmuş. Fakat o düşünceler hâlâ kafanızda var. En azından Urfa şiiri ile ilgili kısmı yeniden yazsaydınız çok faydalı olurdu hocam.
A. Saraç: Çok zor. Demek ki kısmet değilmiş.
M. Sarmış: Peki, bir de müziğe merakınız olduğunu duymuştum. Malumunuz şiir ve müzik birbirine çok yakın sanatlar.
A. Saraç: Yok. İyi bir dinleyici olmanın dışında müzikten pek anlamam.
M. Sarmış: Şu yayınlanan son eseriniz Urfaca Urfalıca'dan ben de çok istifade ediyorum. Büyük bir emek mahsulü. "Bir ömre sığmayan sevda" alt başlığı ile yayınlanmış. Sizin en öne çıkan özelliklerinizden biri de Urfalılık yanınız. Öğretmenliğinizin haricinde bu yanınız çok baskın çıkıyor. Hem sevdanız, hem bilgi birikiminiz… Biraz o konulardan söz eder misiniz?
A. Saraç: Önce "Neden Urfa?" O çok önemli. Ben regionalist, yani bölgeci değilim. Benim Türkiye'nin her tarafından arkadaşım var. Malum bu global kültür, dünya için büyük tehlike. İnsanları baştan çıkaran, çeşitli akımlara sürükleyen, deizme, ateizme sürükleyen, her türlü sapıklığa sürükleyen, sosyal medya ve bu globelleşme. Bu yayınların kötü oluşu, insanları öz benliğinden, dinden ve Allah'tan soğutuyor. Ben bunun önüne geçmenin tek yolunu mahallileşmede buldum. İnsanlara mahalli değerlerimizi öğretmek, mahalli yaşayışımızı kavratmak ve atalarımızın bize miras bıraktığı dini yaşatmak… Başka çare bulamadım. Çünkü millileşmenin olduğu yerde biraz da faşizm kokuyor. Yani hem globelleşmekten kurtarmak hem de faşizmden kurtarmak adına mahallileşmeyi öne aldık. Bu yüzden Urfa diyoruz. Bu nedenle "Urfaca Urfalıca" kitabını hazırladık. Altı yılımızı aldı. 60 yılın tecrübesi ve 6 yılın emeği sonucu ortaya çıktı.
M. Sarmış: Kitabın adına dair bazı spekülasyonlar var.
A. Saraç: Evet. Bir gün çok bilmiş bir arkadaşımız "Kitap çok güzel, ama adı güzel değil." demişti. Dedim ki "Senin kültürün buna yetmez." Bana kızdı. Dedi "Niye yetmez?" Dedim ki bir kere "Urfaca" ne demek? Urfa, Urfa da o "-ca" eki ne anlama geliyor? O bir ek edat. Mesela "bunca para" derken, ca orada "kadar" anlamına geliyor; "Urfa kadar Urfalıca". "Bence" dediğin zaman "göre" anlamındadır; "Urfa'ya göre Urfalıca". "Akıllıca" dersen akla yakın anlamına gelir; "Urfa'ya yakın Urfalıca". "Herkesçe" derken "tarafından" anlamına gelir; "Urfa tarafından Urfalıca". Edatın özelliği şu; girdiği her cümleye ayrı anlam kazandırıyor. Bunun gibi toplam 11 anlam… O arkadaşım özür dileme cesaretini gösteremedi. Dolayısıyla o ismi çok düşündüm.
"Urfalıca" ise zaten Urfa'da konuşulan Türkçe demek. Ağız kelimesini de ben pek beğenmiyorum. Benim dilcilerle kavgam var. O kadar sempozyum, şu, bu düzenliyorlar. Türkçe için "Ural Altay dillerinin Altay şubesi" diyorlar. Ben "Türkçeye bir şahsiyet kazandırın." diyorum. Ağız, lehçe, şive gibi kavramlar kullanıyorlar. Ben bunları pek kabul etmiyorum. Doğrudan "Urfalıca" demeyi tercih ediyorum.
Peki, "Urfalıca" nedir? Urfa'da konuşulan dil. Yani 13. ve 14. Yüzyıllarda Urfa'ya hâkim olan Akkoyunluların dili. Yüzde 10 civarında şu andaki Azerbaycan'ın dili. Bunu anlatmaya çalıştım. Kitapta özenle dikkate almaya çalıştığım bir husus da şu: Hiçbir kişi adını madde olarak almadım.
M. Sarmış: Ama yer adları var?
A. Saraç: Evet. Yer adları önemli. Niçin önemli? Urfa'da Cumhuriyet'in ilk yıllarında tek parti döneminde Vakıflar tarafından satılarak amacından çıkarılan birkaç tane yapı var. Mesela şu anda Mevlevihane Camiinin yün ve yağ ambarı olarak kullanıldığını bilirim. Narıncı Camiinin ağaç ambarı olarak kullanıldığını bilirim. Siverekli Camiinin ev olarak kullanıldığını bilirim. Bunlar benim ağırıma gidiyor. Bu yüzden biraz da hınçla yazdım o kitabı. Bazı yanlışlar olabilir. Fakat o yanlışlar benim değildir. Halkındır. Çünkü ben hepsini dinleyerek topladım.
Devam edecek...