DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
M. Sarmış: O doğu sütunu üzerindeki kitabe bana eskiden beri çok şiirsel gelir. Müsaadenizle bir hatırlatmak istiyorum: 'Ben askeri komutan Barşamaş (Güneşin oğlu) oğlu Aftuha. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens Manu'nun kızı, kral Manu'nun eşi, hanımefendim ve velinimetim Kraliçe Şalmet için yaptırdım.'
Burada heykelden de söz ediliyor. Fakat şimdi o heykeller yok. Ne olmuş?
G. Kozbe: O sütunların üzerindeymişler. Her ikisinin de o korint başlıklar üzerinde izleri var. Demek ki zamanla düşmüş, kırılmış veya tahrip edilmiş. Zaten bir projemiz de o anıt sütunları restore etmek. Başlıklar kötü durumda.
M. Sarmış: Sütunların üzerindeki heykeller İslami dönemde mi yıkılmış? Hani puttur, günahtır diye…
G. Kozbe: Öyle olabilir. Nitekim o iki kolonun arasında ortaya çıkardığımız bir duvar var. O duvarın üzerinde grafiti dediğimiz kazıma resimler var. Asker resimleri ve askerlerin kalkanlarında haç işaretleri çok açık görülüyor. Duvarın üzerini İslami dönemde sıvamışlar. Biz özellikle kazımadık ama kazı sırasında o sıvaların kendiliğinden yer yer döküldüğünü gördük. Altından o resimler çıktı. Demek ki haçlı resimler dini düşüncelerle sıvanmış olmalı.
M. Sarmış: Aftuha, o sütunları kral için değil de kraliçe için yaptırmış, bununla ilgili bir aşk söylentisi de var. Ne diyorsunuz?
G. Kozbe: Aşkı duymadım ama çok akıllıca tabii.
M. Sarmış: Günümüzde de görüyoruz, hükümdarın eşi üzerinden yerini sağlamlaştırmak veya bir üst makama gelmek için böyle şeyler olabiliyor.
G. Kozbe: Biz başka dönemlerde de kadın unsurunun kullanıldığını görüyoruz. Mesela Hititler Mitannilerle baş edemediği zaman hemen oradan bir kız alıyor veya veriyor. Akrabalık bağı kurulunca da barışa, anlaşmaya sebep oluyor. Avrupa'da veraset yoluyla topraklar el değiştiriyor. Osmanlı'da da var. Mesela çeyiz yoluyla toprak alınıyor. Dolayısıyla Abgar komutan da kraliçesine hoş görünmek adına o sütunları yapmış olabilir.
Komutanın aşkını bilemeyiz ama günümüzde hala gelenler bu sütunların üzerine isimleri ve kalpleri kazımaya, boyamaya devam ediyorlar. Sütunların üstü kalp ve sevdiklerinin isimleri ile dolu.
M. Sarmış: Her yerde var maalesef. Gezdiğim birçok yerde tarihi eserlerin üzerinde rastladım.
G. Kozbe: Her seferinde diyorum bunu taşa kazıyacaklarına kalplerine kazısalar, çok daha iyi olacak. Biz 2020 yılında dış duvarların üzerinden dört ay boyunca sprey boya ile yazılmış yazıları temizlemek zorunda kaldık maalesef.
M. Sarmış: Peki çalışmaların hedefinde restorasyon da var mı?
G. Kozbe: Var tabii. Bizim kazımız üç tane iş paketinden oluşuyor. Birincisi malum kazı çalışmaları. İkincisi ortaya çıkardıklarımızın restorasyon ve konservasyon çalışmalarını yapmak. Üçüncüsü de mimari çizimlerini tamamlamak, haritalandırma ve modelleme yapmak. Sur duvarlarının çizimini tamamladık. Haritalandırma yaptık. Şimdilerde yeni moda olan 3D modelleme ile uğraşıyoruz. Her tür yeni teknik uygulamaları da yaparak ilerliyoruz. Dolayısıyla restorasyon da önemli bir iş paketi olarak karşımıza çıkıyor. Halkın 'değirmen' dediği, batı burcunun altında tonozlu bir yapı var. Ana giriş kapısının o taraftan olması gerekiyor. Aradaki hendeğin üzerinde asma köprü olması gerekiyor. Biz de belediyeye bir köprü projesi sunduk. Böylece ziyaretçiler batıdaki otoparktan yürüyerek o köprüden geçip gelsinler diye. Özellikle yaşlılar, çocuklar… Yoksa kuzeydeki merdivenlerle kaleye giriş çıkış çok zor. Avrupa'daki örneklerini de araştırarak alanın dokusuna uygun bir şey yapmaya çalışacağız.
M. Sarmış: Tarihte olduğu gibi inip kalkan seyyar bir köprü mü?
G. Kozbe: Hayır. Sabit bir köprü. Alandaki ve kale tarafındaki kültür toprağının zarar görmediği bir köprü tipi üzerinde çalışılacak ve Koruma Kurulu'ndan onay alınarak gerçekleştireceğiz.
2021 yılında ilk yaptığımız şeylerden biri, çok vahim halde bulduğumuz batı burcunu sağlamlaştırmak oldu. Gerekli kaynağı temin etmek için aylarca uğraştık. Ancak gönderilen bütçe ile sadece yerinde sağlamlaştırma dediğimiz yöntemle yıkılmaktan kurtardık.
M. Sarmış: Yani bittiği zaman ortaya içinde gezilebilecek orijinal kale mimarisi mi çıkacak?
G. Kozbe: Tabii tabii. O yüzden çıkan taşları öbek öbek koruyoruz. O taşları insan gücü ile taşıyamayız. Geçen sene olduğu gibi bu sene de Büyükşehir Belediyesi'nden örümcek vinç getirteceğiz. Kazı çalışmalarına paralel restorasyon çalışmalarını da yürütüp kale mimarisini ziyaretçi tarafından algılanacak duruma getirmeyi hedefliyoruz. Örneğin saray dediğimiz yapıyı orijinalindeki gibi iki katlı hale getirmek amaçlarımızdan biri.
M. Sarmış: Tarihi sürece geri dönelim isterseniz. Abgarlarda kalmıştık. Oradan günümüze doğru tarihi süreci anlatabilir misiniz?
G. Kozbe: Tamam. Tarihte Urfa bölgesi, daha doğrusu Urfa'nın da kıyısında olduğu Fırat nehri doğu ve batı dünyası arasında doğal bir sınır olmuştur. Batıda Roma, doğuda Part ve Sasaniler sürekli bir mücadele içindeydiler. Dolayısıyla Urfa bölgesi, bazen doğunun bazen batının eline geçiyordu. Kim güçlüyse onun tarafında oluyordu. Roma'nın 395'te ikiye ayrılmasından sonra uzunca bir dönem Roma hakimiyetinde kalıyor. Urfa'da şimdilik Part izlerini göremiyoruz ama yazılı kaynaklardan onların döneminde de önemli bir kale olduğunu biliyoruz.
İnternette sur duvarlarının Abbasiler döneminde yapıldığına dair bir takım bilgiler dolaşıyor. Neye dayanarak yazıyorlar bilmiyoruz. Biz bugüne kadar Abbasilere dair herhangi bir veri bulamadık. Ama konuşmak için çok erken tabii. Her yeri kazmadığımıza göre ileride çıkabilir. Kalede Abbasilerin kitabesi var ama arkeolojik malzemesi yok.
Eyyubilerin varlığı kesin. Eyyubilerin hem kitabesi, hem de dönem sikkeleri söz konusu. Selahaddin Eyyubi'nin bölgedeki varlığı zaten biliniyor.
Memluk Dönemi de mevcut. Sütunların doğu tarafında, bizim 'D sektörü' dediğimiz alanda on bir basamaklı merdivenle inilen anıtsal bir yapı var. Güney sur duvarındaki Memluk yazıtıyla bu yapı aynı eksen üzerinde. Alandan çıkan seramiklerden hareketle mekanın 15. yüzyıla ait bir Memluk sarayı olabileceğini düşünüyoruz. Kale'nin tipi de Mısır'daki Memluk saraylarıyla çok paralellik gösteriyor. Ayrıca Anadolu Selçuklu var. Osmanlı var.
M. Sarmış: Sonra ne olmuş?
G. Kozbe: 'Dizdar' denilen şehrin asayişinden sorumlu kale komutanları burada aileleri ve askerleri ile beraber yaşamışlar. Sanıyorum onların soyundan gelenler de Erken Cumhuriyet döneminde burada yaşamaya devam etmişler. Kale Mahallesi adıyla 1950'lerin sonuna kadar burada yaşam devam ediyor. Kazıdaki en üstteki mekanlar, Erken Cumhuriyet mekanları.
M. Sarmış: Ne olmuş da böyle harabeye dönmüş?
G. Kozbe: Terk edilince doğal olarak yıkılıyor. Su yok, elektrik yok, okul yok. İnmesi çıkması çok zor. Onun için terk ediyorlar. Tabii insanlarımızın böyle ören yerlerine verdiği zararlar da söz konusu. Özellikle define aramak gibi sebeplerle tarihi yerlere çok zarar verildiğini biliyorsunuz.
M. Sarmış: Doğru. Bir ara evsiz barksız kimselerin de oralarda yaşadığını duymuştum. Sonra onlar da terk etmiş.