Biliyorum gideceksin

Elden ne gelir…

Cüneyt ARKIN

Cüneyt Arkın, aslında Nogaya Aslıhanlı, Eskişehir Karaca köyünden. 8 Eylül 1937 yılında dünyaya gelen Fahrettin Cüreklibatır, Halise hanımın ve Hacı Yakup'un olan 13 çocuğundan ve yaşayan 3 çocuğundan biridir. Türk kamuoyunda Cüneyt Arkın olarak nam yapan Fahrettin'in hayat öyküsü gayet ilginç ve dikkat çekicidir. Yoksullukla, zor şartlarda hayatını idame ettirip, 3 koyunla hayata tutulan annesinin nasırları örtmek için eline kına yaktığı söyleyen Fahrettin, karşılaştığı zorluklardan yılmayıp başarılar elde etmesini becerebilmiş nadir insanlardan biridir. Babası Kurtuluş Savaşı'na katılmış, vatanına milletine bağlı olan bir gerçek Anadolu insanıdır. Çok zor koşullarda tıp fakültesini bitirip Adana bölgesinde hekim olarak vatanına hizmet eden Anadolu evladıdır, Fahrettin. Zamanla sinema sektöründe girip çocuklar ve gençler üzerinde etki teşkil ederek Anadolu'nun kahramanlık, dik duruşluluk, dövüş teknikleri, at sürmesi, ok atması, kılıç tutması ile meşhur olmuş ve Anadolu halkı tarafından da benimsenen Cüneyt Arkın'a dönüşmüştür.

Anadolu halkı tarafından kimi zaman Kara Murat, kimi zaman Battal Gazi, kimi zaman da Malkoçoğlu olarak tanıdı aksiyon yönü ile zihinlere işaret bırakan, gençlerin cesaretine cesaret katan Cüneyt Arkın hayatının başlarındaki yanlışları 50'li yıllardan sonra değiştirerek gençlerin zararlı alışkanlıklardan ve zararlı çevrelerden uzak durması için sorumluluk yüklenerek seminerler, konferanslar, söyleşiler yaparak sık sık gençlerle buluştu. İyi bir spor hayatı da olan düzenli yüzen ve balık tutmaya Cüneyt Abimiz aynı zamanda iyi bir şair, iyi bir yazar, iyi bir ressam olarak da hayatını renklendirmişti.

Kendisiyle 1997 yılında Bursa Uludağ'a öğrencilik yıllarımda yaptığım gezi esnasında tanışmıştım. O anı hiç unutamam menajerine tanışmak istediğimi söyleyince memnuniyetle kabul etmişti. Uludağ'da kaldığı otelin önünde o karlı havada ve kar manzarasının içinde kahvesini yudumlarken yanına gidip selam verdim, kendimi tanıttım. Sanat tarihi öğrencisi olduğumu söyledim. Bu tanışmadan sonra buyurun etti, ikramda bulundu. Selçuklu mimarisi üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Hiç beklemediğim üst üste gelen sorular Selçuklu eyvanları, kaleleri duvarlardaki motifleri o kadar teferruatlıydı ki bayağı bir şaşırmıştım. Onun sorduğu sorularına dikkatli bir şekilde cevaplıyordum. Daha sonraları 'Evlat bu konulara daha çok ağırlık ver' dedi. Buralar bizim gerçek mirasımızdır. Fotoğraf çekip ayrıldım. O fotoğrafı hala saklarım. Hatta bireysel programlarımda da vefa başlığı altında dostlarım ve arkadaşlarım bölümünde de yayınladım.

Yakın tarihte Fatma Girik'in vefatında bir televizyon kanalında canlı yayına bağlanması ve hüngür hüngür ağlaması beni bayağı bir etkilemişti.

Ne kadar vefakar ve ne kadar arkadaşına düşkün bir insan olduğunu daha iyi anladım. Zaman zaman sosyal medya hesaplarında paylaşımları izliyor ve şiirlerinden de istifade ediyordum. Maalesef toplumumuz böylesi değerlerin kıymetini aramızdan ayrıldıktan sonra anlıyor. Cüneyt Arkın da böyle. Bence Onu gençlerle daha fazla buluşturabilirdik. Cüneyt Abinin gençlere iyi bir rol model olduğu aşikardır. Böylece vatan ve millet sevdalısı gençlerin lideri olurdu.

Sanat aşkı ile dolu bu insanın vefatı beni de derinden sarstı. Çünkü birçok alanda hayatlarımızı birbirine benzetiyordum. Onunda küçükken hiç oyuncağı olmamıştı. Taş, toprak ve çamurla oynamıştı. Genç yaştaki ablasının vefatı ve ailesinin ekonomik zorlukları ve çaresizlikleri beni oldukça etkiler. Özellikle ablasının hayattayken odasını çamurları sıvaması sonrasında Cüneyt Arkın'ın gidip o duvarla konuşması ayrıca düşündürücü ve dikkat çekici.

Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. İnşallah böyle sanat dolu insanların değeri öldükten sonra değil, yaşarken de bilinir. Ailesinin, sevenlerinin ve ülkemizin başı sağ olsun. Ne mutlu ona ki insanların gönlüne sevgisini ekebildi ve bindi atına gitti.

Geride kaldı hoş bir seda..

Saygılarımla