Yine eylül, yine kuruyup sararmaya başlayan yapraklar, yine uzaktan uzağa bir yağmur kokusu, yine okul zamanı, yine kitap, defter, silgi kokusu, yine çocukların elle tutulur o bitimsiz sevinç ve heyecanı, yine anne babaların kıyam halindeki o dipdiri tedirginliği gelip buluyor bizi.
Gelip buluyor bizi sonsuz bir toprak kokusu. Sonbahar kokusu... Gelip buluyor bizi hafiften esen rüzgar, rüzgara kapılan martı, martıya tutunan ipince bir çığlık. Bir çığlık ki, yüzlere perde perde yapışıp duruyor.
Ve gelip buluyor bizi kara önlükler içindeki o masum ve kayıp çocukluğumuz. Boynumuza bin bir telaşla doladığımız o bembeyaz yaka, katlaya katlaya küçülttüğümüz desenli mendil, kokulu silgi, silgili kalem ve sımsıkı tutunduğumuz anne-baba ve çanta.
Ve sonra sevinç ve keder arasında gidip gelen o tuhaf korkularımız. Ve sonra "okul yolu düz gider/çocuklar bayram eder" tınıları gelip oturuveriyor başköşeye, yani çocukluğumuza, yani bizatihi içimize.
Sımsıkı tutunduğumuz o annemizin eteği, babamızın sıcak ve kocaman eli tutuyor hala elimizi. Bırakmıyoruz yıllar geçse de, bırakmak istemiyoruz bir türlü. Dünyanın ucundaymışız, uçurumun kenarındaymışız gibi geliyor, bırakmıyoruz bir türlü, bırakmak istemiyoruz. Ya biraz ötemiz siyah ve beyaz, ya biraz ötemiz doğu ve batı, ya da varlık ve yokluk gibi sayfa sayfa dökülüyor sanki önümüze hayat; bırakmak istemiyoruz.
Bazen kendimizi kendimize bile bırakmak istemiyoruz doğrusu. Korkuyoruz. Kaybolmaktan korkuyoruz. Kendimizde kaybolmaktan, içimizde boğulmaktan korkuyoruz. Büyük bir hasretle andığımız çocukluğumuza düşmekten korkuyoruz. Çocuklarımızın gözlerinin ardında kendi çocukluğumuzu bulmaktan belki korkuyoruz.
Sabahın, sonbaharın, eylülün rüzgarına saçlarını kaptırmış o çocukların dünyasına kendimizi kaptırmaktan korkuyoruz belki. Hayal kurmaktan, kahkaha ile gülmekten korkuyoruz belki.
Çocuklar, çocukların içine açıldığı okul, kendilerini, hayallerini serdiği defter ve biteviye tutundukları kalem, ve eylül. Bize bir bir ihbar ediyor sonbaharı. Sanki bunlar bizi sonbaharın kalbine kalbine çekip duruyor. Yağmuru, yağmurun toprağa yaydığı o tarifsiz kokuyu üzerimize bırakıyor.
İnsan şunu daha iyi anlıyor sonra: Hayat yeni baştan yorumlatıyor sanki kendini sonbaharda. Çocukların sabahlara değen yüzü, saçları ve bakışları hayatı yeni ve temiz bir sayfaya çekmemize vesile oluyor sanki. Eylül sanki bir milat oluyor tabiata ve toprağa ve insana. Hayat kaç köşeymiş yeni baştan oturup düşünüyor sanki insan. Varlık ve yokluk neymiş, "hiç" neye tekabül edermiş daha derinden sorguluyor sanki her beniadem sonbaharın o tarifsiz kokusunda. Sonbaharda.