Şehir, ruhla var olan bir hakikattir. Bir gerçektir şehir. Bir ruhtur, bir sırdır aslında şehir. Şehre doğru gitmek bir vazife, şehrin kalbine kalbine yürümek başlı başına bir esrardır. Şehre, şehrin kalbine, çarşının o tuhaf coşkusuna, kalabalığına, kadim geçmişine doğru yürümek ciltler dolusu kitap bitirmek gibi bir şey değil de nedir? Şehre doğru gittikçe kendi tarihine gider çünkü insan. Tarih kokan o daracık sokaklar, yüzyıllardan kalma o işlemeli kemerler, fotoğraflık o esrarengiz kabaltılar, gizem dolu o camiler, o suskun minareler bambaşka sayfalar açar ruhunda insanın. Bambaşka sayfalara açılır o zaman insan. Ve o zaman insan bu yeni sayfalarda yepyeni ruhlara tekabül eder. Dingin ve diri bir ruha sığınır, bir ruhta hayat bulur.
Ve bu ruh, ve bu esrar, ve bu gizem bir sayfadan başka bir sayfaya, bir kitaptan başka bir kitaba, bir âlemden başka bir âleme göç eder. Bir göç başlar ruhlarda; zamanda, zeminde, gökte kendini arar durur. Yalnızca kendini. Kalbini yani.
Ramazan ayı gelir sonra ve "Şehr-i Ramazan" olur zaman. Mekân yeni bir ruhla dolar; yeni bir ruha dolar. Zaman ve mekân mest olur ilahi bir terennümle. Ve bir ilahi terennüm dolar zamana ve mekâna. Şehre ve kalabalığa karışır sonra. Ve hayat yeni baştan tanımlar kendini. Ramazan gelir ve insan orada bulur kendini. Onda bulur.
Bütün şefkati, bütün merhameti, bütün rengiyle gelir şehre ramazan. Caddelere, sokaklara, evlere, pencerelere gelir ve başköşeye oturur. Hayatımıza gelir aslında ramazan, evimize barkımıza gelir.
"İstanbul şehrinde ramazan, toplar, davullar ve manilerle karşılanmadan çok evvel hazırlığı başlardı. Çamaşır yıkanır, ütü yapılır, tahtalar fırçalanır, evler temizlenir, kilerler elden geçer, iftarlıklar sahurluklar raflara dizilirdi…"
Şehri, ramazanı, şehre gelen heyecanı ve coşkuyu ve sevinci böyle dile getirir Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı isimli o nadide eserinde.
Şehir ve ramazan her yerde aynı olmasa da benzerdir çünkü. Coşku her yerde aynıdır mesela. O ramazan sevinci bütün ruhlarda, şehirlerde, sokaklarda iyiden iyiye belli eder kendini. Kendini duyumsatır; var eder kendini ruhlarda…şehrin cıvıltıyla dolan sokaklarında, insanların yüzlerinde, mülayimliğinde var eder kendini; çocukların gözlerinde büyüyen sevinçte var eder. Akşam dalga dalga ezanların okunmasında, camilerin minaresinde, evlerin penceresinden sızan iftar anlarında var eder kendini, köşeleri olmayan upuzun bir huzurda…
Huzur insana yakışır. Ve insan, ramazanda daha bir tadar huzurun kalplere meydan okuyan o sonsuz çağıltısını. Ve ötelerden gelen o çağrıyı daha iyi duyar insan, daha bir dokunur huzurun kanatlarına…