Her insanın dünyasında yaşamak neye denk düşer diye hep merak ederim. Yaşıyor olmanın hayatımızdaki reel karşılığı nedir mesela? Bir nefesin verdiği güçten hayat bularak mı yüzleşeceğiz/yüzleşmeliyiz mesela yaşamakla. Yemek, içmek, uyumak, konuşmak, ağlamak, gülmek, susmak fiillerinden mürekkep bir yaşamakla yüz yüze kalarak daha ne kadar var olabileceğiz mesela. Sırf bundan dolayı mıdır ki gittikçe anlamsızlaşıyor hayatlarımızda yaşamak. Gittikçe anlamsızlaşıyor, gittikçe silikleşiyor, gittikçe kof bir hale geliyoruz.



Türlü yaşamaklar bulmalıyız oysa ruhlarımıza. Derinden ve sarsıcı. Bir anlamın kıvrımlarından hayat bulmalı bu tutturduğumuz yaşamak fiili. Ve kuru, kupkuru bir fiil olmaktan da çıkmalı artık. Bir isim olmalı tek başına. Tek başına bir cümleye tekabül etmeli/edebilmeli.

Bir çocuğun gözünden bakar gibi mesela. Daha derin, daha anlamlı, daha umut dolu, daha gülümser kılmalı bizi. Güneşle, böcekle, çiçekle konuşturmalı bizi yaşamak. Annesinin avuçlarına sığınarak, parmaklarının derin ve naif kıvrımlarında kapatıp gözlerini gözlerinden derin bir boşluğa, uçsuz bucaksız gökyüzüne, bulutlara, kuşlara upuzun dokunarak öğrenmeliyiz aslında nedir yaşamak?

İki sevgilinin kuytu ve karanlık ve kara bir gecede yan yana oturup yıldızlara bakarak uykuyu ömürden çıkarıp en müstesna kelimelerle dokunmaları hayata nasıl bir yaşamak sunar bizatihi kainata, bunu düşünmeliyiz. Ve düşünmeliyiz ki türküler, şiirler, tarifsiz dokunuşlar, uzun suskunluklar nasıl da birden bire peyda oluverir gecenin kuytularında. Uzaklar nasıl da uzaklaşır, karanlıklar nasıl da kararır aşkların o yorgun ve kayıp kıtalarında.

Yaşlı bir çiftin gözünde bulmak, bulabilmek mesela yaşamak denilen gerçeği. Ve yüzlerce kitaba sığdırılamayacak bu gerçeğin peşinden gitmek için sürüklemek kendi ruhunu kendi kayıp ruhundan öteye. Buharı tüten bir bardak sıcak çayla saatlerce suskun bir şekilde bakışmalar, ve konuşmalar, ve yorgunluklar, ve kırgınlıklar... Ve yıllarca aynı ekmeği, aynı yastığı, aynı rüyayı paylaşmalar… Ve dahası birlikte hayatı paylaşmalar nasıl bir sayfada ölümsüzleştirir yaşamak denilen o derin muammayı…Anlamak zor ve fakat imkansız değil.

İnsan farkında değil mi yoksa yaşadığının. Belki bunu sorgulamalı inatla. Tabi o gücü bulursa, bulabilirse ruhunda. 'Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak…' mısraının elinden tutmalı bir ömür. Bunu diline pelesenk yapmalı belki de. Kulağına küpe.

Bu yaşanmışlıkların sonsuz bir tınısı var, her kalp bunu duymalı. Bu sabahın, bu akşamın, bu günün, bu dakikanın bir vebali var. Yaşamak gerçekliğinin satır aralarında devre devre çıkıp duruyorken her şey önümüze ve hayat bizden içre, biz hayata olabildiğine meftun iken nedir bu içimizi kemiren, nedir bu bizden ayrı bizi bize düşüren. Nedir bu kayıtsızlık hali, nedir bu kendimize bile yabancılık.

Farkında mı olmak istemiyoruz yoksa yaşadığımızın, yaşadıklarımızın. Ya da yaşadıklarımız her neyse bir haz, bir tat mı vermiyor bize. Tatsız tuzsuz bir hayatın içine bodoslama girdiğimiz için mi bu kadar zevksiz, tutkusuz, keyifsiz ve hoyratız yoksa.

Ve şimdi yeniden, yeni yaşamaklar çıkarmalıyız hayatlarımızdan.

Ve bunu yeni baştan dillendirmeliyiz. Çünkü 'Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak…'