Siyaset sahnesi tuhaf bir hareketlilik içinde. Konuşan, bağıran, kendini ispata çabalayan, bir fotoğraf karesinde yer alabilmek için bütün vücudunu öne çıkarma derdinde olan, yapmacık gülümseyen, yüzüne anlamlı bir bakış takınmak için halden hale giren, koşturdukça koşturan, yorulan ve düşen yığınla insan.
Herkes amansız bir telaş içinde bir yerlere yamanma derdinde. Sanki batan geminin malları var ve pür telaş içinde herkes buradan kendine bir şeyler kotarma peşinde. Sanki bir tren kalkmak üzere ve herkes olanca gücüyle o trene yetişmenin derin telaşı içinde.
Ne aşkına bu telaş söyler misiniz? Ne uğruna ter döküyoruz? Neyin sahibi olacağız bu uğraştan başarılı çıkarsak; ya da ne kazanacağız?
Sorular soru üstüne ama cevaplar bizi teselli etmeye kabil değil. Size de tuhaf gelmiyor mu tüm bu yaşananlar. Her şey yerle bir olmuş gibi. Söz sahibi, feraset sahibi, fikir sahibi, iz'an sahibi, duruş sahibi ve hikmet sahibi insanlar pek görünmüyor sanki ortalarda.
Bir etrafımıza bakalım: Gazetelere, haber bültenlerine, meydanlara, afişlere bir bakalım Allah aşkına. İlk günden itibaren adaylığını açıklayan zevata bir bakalım. Nasıl da ilkelerden, ferasetten, erdemden, sadakatten dem vuruyor, nasıl da bulunmaz bir görev adamı olduğunu ispatlamaya çalışıyor, nasıl da pazara kadar birlikte olmadıklarını bağıra bağıra söylüyorlardı.
Ama durun bir dakika, sonradan öğreniyoruz kazın ayağının pek öyle olmadığını.
Daha düne kadar canhıraş bir biçimde kendini paralayan, bu parti için doğduğunu deklare eden, özüyle, sözüyle, bütün benliğiyle burada olduğunu haykıran kişi ve kişiler gitmiş; ilkeler, sözler unutulmuş, yerle bir olmuş…
Şimdi tek dert, tek amaç bu gemiden bir parçacık olsun koparabilmek, kalkmaya hazırlanan bu trene bir ucundan da olsun tutunabilmek…
Bu kadar kolay mı yani? İnsan durduğu yerde bu kadar mı kolay savrulmalı?
Değer mi peki?
Bu dünya menfaati uğruna bu kadar ayaklar altına düşmeye değer mi? Nereye ulaşılacak böyle davranılarak? Bu şekilde yaşayarak neyi garantilemiş olacağız? Siyasetimiz ne zaman hikmetin, adaletin ikliminde büyüyüp şekillenecek? Biz ne zaman olaylara, makamlara, insanlara hikmetle bakıp, bu şekilde davranacağız?
Yine sorular, sorular, sorular…
En güzelini yine Fuzûli söylemiş galiba:
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.